ÜÇ MAYMUNU OYNAYAN DÜNYA (!) (V)
Evet, sevgili okurlar.
“Zaman gösterdi ki Cennet ucuz değil, cehennem dahi
lüzumsuz değil”
Bu söz Üstat Bediüzzaman’a aittir.
Anlaşılan budur ki İslam dünyasının başındaki mevcut bela
ve musibetler; pasif kalmış, tembelleşmiş, hazır sofraya konmak isteyen
anlayışların galibiyeti sebebiyet vermiştir ve bu yüzden ümmet bu hale
düşmüştür.
Böylece yakın tarihimizde başımızdan geçenler, olup
bitenler, bu ülke insanına çok ağır maliyetler getirmiştir.
Dört günden beri yazımıza ana başlık olarak kullandığımız
“Üç maymunu oynayan Dünya” hem de demokrat dünya adına yola çıkan bir dünya ne
çare ki kimliğini yanlış gösteriyor, aldatıyor, kandırıyor ve besleniyor.
Gerçekçilikle, insanlıkla, medeniyetle uzaktan yakından
alakası olmayan, her gün biraz daha yamyamlaşan sözde medeni dünya arkasına
bakıp da Suriye’den göç eden mağdur, perişan, yoksul ailelerin dramını görse ki
zaten şefkat ve merhamet duygularını “Üç maymunu oynayan dünyada” aramak abesle
iştigaldir.
Zira bu şefkat, merhamet, acıma duyguları, gerçek
insanlık karakteri ve ruhunu taşıyan insanlarda bulunur.
Ama maymun iştahlı dünyanın varlığından bahsederken,
şefkat, merhamet, acıma, hürriyet, özgürlük, insanlık sevgisi bu dünyada aramak
bize göre insanlığa hakarettir.
Ormandaki hayvanların dahi bir ilke, kural ve kaideleri
vardır.
O kaide ve kanun dışında haddini, hududunu aşmazlar.
Ama “Üç maymunu oynayan” sözüm ona medeni dünya, inanın
Afrika ormanlarında yaşayan yırtıcı canavarlar kadar olamazlar.
O yırtıcı canavarlar ki kendilerinden daha güçsüz bir
hayvana yemek için saldırıyorsa, karnını doyurur, aç olmadığı müddetçe başka
hayvanlara da saldırmaz.
Bugünkü maymun iştahlı dünyanın, mağdur, mustazaf, güçsüz
İslam dünyası üzerinde oynadıkları oyun, İslam dünyasını adeta kurtlar sofrası
durumuna getirmiştir.
O sofranın üzerine oturan o kurtlar, o iştahlı canavarlar
bitirinceye kadar kalkmazlar.
Bir ülkeyi bitirdikten sonra iştahları daha da kabarır.
Bu defa Başka diğer bir ülkeye saldırır ve o ülkeyi yok
edinceye kadar kanını emer.
Kendilerini de demokrat, hukukun üstünlüğünü yaşayan bir
dünya olarak lanse ederler.
İslam dünyasındaki mevcut keşmekeşlikler, kavga, kargaşa,
terör, acımasızlık, yapılan katliam suçları, sadece bugüne münhasır değildir.
Yaklaşık yüz-yüz elli sene öncesine göz atmak lazım.
* * *
Osmanlının son döneminde oluşan gizli oluşumlar…
Özellikle cumhuriyetten sonra Türkiye insanının başına
musallat olan katliamlar ve terör odakları bunun kanıtlayıcı delilleridir.
Devletin bünyesine, hatta yıldız sarayının içine sokulan
Selanik Yahudilerinin ajanları ve ermeni komitecileri tarafından
resmileştirilmek istenen İttihat ve Terakki Cemiyetini kurdurmuşlar.
Çok gizli ve sağlam (!) temellere oturtturulan bu parti,
Turancılık ve jön Türkçülük adına kurulmuş, ama partinin içinde kozmopolit
Selanik Yahudileriyle üç Osmanlı paşalarını da birer maşa olarak kullanmak
suretiyle partinin başına getirmişler ve Sultan Abdülhamit’i yok etmişler.
Ondan sonra da her ne kadar kardeşi Sultan Mehmed Reşad’ı
oraya koymuşlarsa da tamamıyla Mehmed Reşad’ın saltanat tahtında oturması ancak
bir şekilcilikten ibaret olmuştur.
Devletin tüm biçimlendirilmesi ittihatçıların elinde
olmuştur.
Her gün biraz daha devleti, Osmanlı Devleti hükümeti
olmaktan adım adım Türk kavmiyetçilik asabiyetine doğru sürüklemişlerdir.
Hükümetin kuruluş şekli, artık bir Osmanlı politikası
siyaseti değil, kör ırkçılık taassubu üzerine karma Yahudi Selanik dönmelerinden
ibaret, gizli Yahudilerle, Ermeni komiteleriyle, piyon durumundaki ittihatçılar
tarafından devlet yönetilmiştir.
Ve nihayet durup dururken, devleti Osmanlı olmaktan
çıkarmak için, I. Dünya Savaşına sokmuşlardır.
Hiç alıp vereceği olmadığı halde, devlet savaşa
zorlanmış.
Basiretsizlik diyoruz ama…
Gerçekten basiretsizlik değil, kasıtlı bir kurnazlık ve
satılmışlıktan başka bir şey değildir.
Zira Osmanlı anlayışıyla oluşan Osmanlı İmparatorluğu
bünyesinde hâkim olan mefkûre, İslam mefkûresiydi.
Devletin ana çizgisi; yüce İslam dinine hizmetkârlıktı ve
bütün İslam dünyası Merkez-i Hilafet olarak bilinen İstanbul hükümetine
bağlıydı.
Ama bu hükümette, İttihatçılar ortaya çıktıktan sonra o
İslam rabıtası peyderpey gevşetildi.
Başta ordu olmak üzere önemli kurum ve kuruluşlarının
arasında Selanik dönmeleri ile Ermeni komitecilerin varlığı söz konusuydu.
Hele hele ne idüğü belirsiz bir Ziya Gökalp’ın
Diyarbakırlı olduğu halde, İttihat ve Terakki Cemiyetinin mefkûresini savunan
önemli bir gazeteci ve edebiyatçı olması.
Kürt olmayı kendisi zaten kabul etmiyordu, buna rağmen
İttihat ve Terakki Cemiyeti içerisinde bulunan Yahudi kökenli Mois Kohen ile
çok sıkı fıkı bir işbirliği içerisindeydi.
Hedefi Osmanlının asırlar boyunca Kur’an kültüründen
ibaret olan Arap dili Türk dili arasına imtizaç ederek, yani Kur’an dilinden
ibaret olan Arapça kelimeleri peyder pey devletin kullandığı dilden tamamıyla
tasfiye edilmeye çalışıldı.
Ta ki Osmanlı tamamıyla yıkılıncaya kadar…
Ve yabancı mihrakların işaretiyle kurulan cumhuriyet ve o
cumhuriyetin etrafındaki heyet-i mecmuası nihayetinde 1924’te ilk attıkları
adım Tevhid-i tedrisat kanunu ile Takrir-i sükun yasasını çıkarmak oldu.
Yani yapılan her uygulama geçerlidir, itiraz edilmez,
eleştiri dahi yasaktır.
Demokrasi, insan temel hak ve özgürlüğünün kenarından,
kıyısından geçilmiyordu.
Meğerki 1923’te yapılan Lozan Anlaşmasıyla akdedilen
sözleşmenin bir bir maddelerinin Türkiye’ye, Anadolu insanına kabul ettirme
anlaşmasıydı.
Hatta rivayetlere göre anlaşmanın bir maddesi de;
“Türkiye artık bir İslam ülkesi olmaktan çıkarılarak
Hıristiyanlaştırma şekline sokulması” idi.
Keşke o sözleşme bugün devlet arşivinden çıkarılıp,
Türkiye ve dünya kamuoyuna açılmış olsaydı.
İçinde neler neler olduğunu inanın tüyler ürperten ve
kimin ne kadar bu memlekette ihanet ve hıyanet yaptıkları tüm çıplaklığıyla
ortaya çıkarılacaktı.
Ama ne yazık ki bugüne kadar Osmanlı arşivlerinde kalan o
hileli tezgâhlar, bugün devlet arşivlerinin gizli raflarında saklıdır.
İslam hilafetine bağlı olan tüm İslam dünyasının bir bir
Osmanlıdan ayrılıp, yine bu itilaf devletleri tarafından kurulan devletçiklerin
başına Selanik dönmelerinin direktifleriyle birer ajan, hatta adına da sözüm
ona kurtarıcı ajanlar konulmuş ve kurulan İslam devletçikleri ilerleme yerine
oldukça gerilemişler, ta bugüne dek.
Birer Kurtlar sofrası durumuna gelmişler.
O günkü o itilaf devletlerinin Türkiye’deki Yahudi
dönmelerle işbirliği yaparak böyle bir tezgâhın sonucu bugünkü mevcut dünyanın
varlığı meydana gelmiştir.
Allah nasip ederse bugünkü bu yazımızın daha detayını,
İttihat Terakki Perver hükümetinin kuruluşundan Milli Mücadele savaşına kadar
ve cumhuriyetin kuruluşuna kadar ve 1950’lere kadar, devletin bünyesinde olup
bitenlerin ve gizli saklı kalan hıyanet ve ihanetlerinin bir bir, madde madde
delillendirerek, arşivlendirerek, belgelendirerek, siz değerli okurlarımızla
paylaşma görevini gerçekleştireceğiz.
Ve bu hizmeti yapmaktan gurur duyarız.
Çünkü saklı kalan tarih, geçmişini okumayan bir toplum,
hiçbir zaman geleceğini temin edemez, büyüyemez ve her an için bugünkü mevcut
oluşumlar ve tehlikeler gibi o ülke, o millet bölünmeyle karşı karşıya
kalmaktan kendini kurtaramaz.
* * *
Evet, sevgili okurlar.
Bilindiği gibi 1917’lerde Rus Çarlığı devrildi.
Bolşevizm, Komünizm yerleştirildi.
Ve bu Bolşevizm’i Rusya’ya kabul ettiren Marx, Lenin ve
Stalin oldu.
Bu her üç isim de Yahudi asıllı.
Aynı Bolşevizm Fransa ve İngiltere ordusu tarafından
1919’larda Mısır’daki kendine Müslüman Arap görüntüsü veren piyon ve ajanlara
kabul ettirildi.
Ve 1920 ile 1923 arasında isim olmasa dahi mana değeri ve
uygulaması aynı Rusya ile Mısır paralelinde bir komünist Bolşevizm sisteminin
ülkemize de kabul ettirilme planları söz konusu olmuştur.
Bu planların gerçekleştirilmesi ve tahakkuku Lozan
Anlaşması direktifi altında yapılmıştır.
O anlaşma bize göre ülkemize ve tüm İslam dünyasına
yutturulan bir fitne, fesat ve hezimet akdidir ve sözleşmesidir.
İlerideki günlerde bunu dile getirmeye çalışacağız ki
artık zamanı gelmiş ve geçmiş diye düşünüyoruz.
Yoksa bu millet ve bu ülke böyle birbirine bölünmüş,
kamplara ayırmak isteyen bazı hain, Bolşevik, komünist ve Ermeni asıllı
komiteler, siyasi partiler adı altında serbest hareket edince ülkemiz çok büyük
badirelerle karşı karşıya kalabilir.
En derin saygı ve sevgilerimle.