ULU HAKAN ABDÜLHAMİD HAN’IN 33 YILLIK YÖNETİMİ!?

Sevgili okurlar..

Sohbetimize dahil olmadan önce, malum maneviyatı yüksek, kutsal “Üç Ayların” mevsimine girmiş bulunuyoruz..

Ki akşam da Regaib Kandili...

Bu gecenin feyzini doyasıya yaşayalım..

Namazımızı kılalım..

Duamızı edelim..

İmkân ve güç vaki ise niyet edip “Cuma Günü de” oruç tutalım...

Bilmiş olalım ki..

Bizi asıl mutluluğa eriştirecek olan Allah’tır...

Onu zikretmeliyiz..

Onu her an hatırlamalıyız..

Gönlümüzden, kalbimizden, ruhi derinliklerimizden çıkarmamalıyız!...

Hele ki, insanlığın hal-i hazırda büyük bir erozyona uğradığı zaman diliminde..

Şiddetin, kavganın, terörün, savaşların, açlığın ve sefaletin “yer küresini” sarstığı bir dönemde; “bizim maneviyatımızı” yükseltmemiz gerekir..

Allah’a,

Kur’an-ı Kerime,

Ve Peygamberimize “iman” ederek, huzuru ilahiye gidecek yüzümüz olabilmesi için, bu mübarek günlerin “kıymetini” bilmemiz gerekir..

Duamız da;

Tüm insanlığın,

İslam aleminin huzuru, barışı, kardeşliği, dirliği, birliği ve “ümmet olabilme” şiarıyla İslam Bayrağı’nı yer yüzünde, ebediyete kadar dalgalandırmak!..

Bu vesileyle..

Mübarek üç aylarınızı ve Regaip Kandilinizini kutluyorum.

***

Ve sohbetimize dönersek...

Müdavim okurlar bilirler..

Son iki günlük yazı serimize, Şair merhum Namık Kemal’in şiirinden bir mısraı, başlık olarak kullanmıştık..

 “Muini zalimin dünyada erbâb-ı denâettir..

Köpektir zevk alan sayyâd-ı bi-insafa hizmetten..”

Osmanlıca kaleme alınan bir ifade..

Ancak, akademik bir ifade ve tarihsel bir tespit...

İfadenin muhtevası, çok anlamlı, çok kapsamlı, çok detaylı..

Tabi; anlayabilen için...

Sevgili okurlar..

Başlığın mana değeri taşıyan dünkü ve evvelki günkü yazımızın ana çizgilerini, hatırlatma babında kısa bir özetini aktarmak istiyorum..

Ki az sonraki sizinle yapacağım sohbetin, daha net anlaşılır olabilmesini sağlamak için...

Bir taraftan da günümüz siyasetini mevzu etmek!?..

Şöyle ki..

Dünümüzü, bugünümüzü karşılaştırdığımızda, dün ne idik, ne olduk, bugün neyiz, ne olacağız?

Bu sorularla yola çıkarsak.

Kendi kendimize verilecek çok önemli cevaplar bulabiliriz...

Hem de kilit noktaları anlatan cevaplar.

Peki, dün ne demiştik;

“Sultan Abdülhamid Han’ın 33 yıl boyunca verdiği mücadele kime karşıydı?

Elbette ki devletin bünyesine sızdırılmış Ermeni ve Yahudi çetelere karşıydı.

Aynı o çetelerin anlayışı ne yazık ki yüzyıldan beri devam ediyor.

Ki o zaman devletin bünyesinde varlığına dair meşruiyet yoktu.

Fakat bugün ne yazık ki mevcut anayasa ve yasaların imkânlarından faydalanarak devletin içinde değişik partiler adı altında veya dernekler adı altında veya medya adı altında veya siyasi bir oluşum adı altında terör odaklarıyla iç içe çalışmakta olduğundan hiç kimsenin kuşkusu olmasın.”

İşte yukarıda belirttiğimiz gibi “dün ne idik, ne olduk, bugün neyiz, neredeyiz ve nereye gidiyoruz?”

Bu sorulara cevap aradığımızda karşımızda cevap olarak şunu görüyoruz...

Osmanlının son döneminde, Sultan Abdülhamid’in karşılaşmış olduğu içten vurulma ihanetleri!...

Yıldız Sarayı’nın içine sızdırılan münafık tıynetli hain, mason kafalar?..

İşte bunlar, Osmanlıyı yok ettiler...

31 Mart Hadisesini icat ettiler...

İcat eden de İttihat Terakki Cemiyetiydi..

Ki bu cemiyetin varlığıyla, koca bir devlet bölük-pörçük edilerek yok edildi...

O günden bugüne, Osmanlı’nın son kalesi olan Türkiye her 10 yılda bir farklı kumpaslarla, içten vuruldu..

Tekçi, vesayetçi, jakoben bir anlayışın hakim kılınması için; milli iradeye “darbeler” indirildi...

Halka rağmen, halk yönetilmeye çalışıldı...

Millet mühendisliği yapıldı..

İnkârı ve asimilasyonu dayattı..

Ve bu vesayet ve darbeci anlayış, yoğunluklu olarak bu ülkenin bağrından çıkan, Peygamber Ocağı diye görülen Türk Silahlı Kuvvetlerinin bağrına sızmış, devşirmeler aracılığıyla yapıldı...

Yasama, Yürütme ve Yargı erkleri “Siyonizm’in ve Emperyalizmin” içimize sızdırdığı; piyon satılmış zihniyetin “provokasyonlarıyla” kışkırtma ve kumpaslarıyla, hep çatıştırılmıştır..

Dün olduğu gibi bugün de!

Her şey batıla, batıya ve maddiyata odaklı, “maneviyatı” yok eden, inancı, ibadeti, dini değerleri prangalayan bir anlayış enjekte edildi..

Nesiller arasında; uçurumlar oluşturuldu!...

Gaye; Türkiye’yi “İslami kimlikten” koparabilmek ve daha kolayca sömürebilmek…

Ve tabi ki, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin başında bulunan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın karşı karşıya kaldığı sorunların “temel” noktası, bu zihniyettir..

Ve bu şer yapı, içteki ve dıştaki “ihanet şebekelerinin” körüklemesiyle, kendini diri tutmaya çalışıyor..

Sürekli kaotik ortam, polemik üretici bir siyaset üretiliyor...

Nitekim gelinen aşama itibariyle; dost kim, düşman kim, belli değil?

İktidar, içten içe vuruluyor...

Çok kısa bir süreç içerisinde 16 bakandan 7 bakan değişti.

Ve hala da büyük bir değişim düşünülmüyor değil.

***

Hatırlatmak isterim...

Merhum Sultan Abdülhamid, bel bağladığı, güvendiği birçok yakınının ipiyle kuyuya inmişti...

Ama kuyuya indikten sonra, o ip koptu..

Ulu Hakan da kuyunun dibini gördü...

Bugünkü Türkiye’mizde de Sayın Cumhurbaşkanımız, AK Parti içindeki mevcut AKP’lilerin ve hatta MHP lideri Bahçelinin ve Doğru Yol’un kalıntılarının ipleriyle kuyuya iniyorsa…

Ki bugüne kadar inmiştir.

Bize göre büyük bir tezattır.

Yanlışlıktır.

Halkın büyük potansiyeli küskünlük içerisinde…

Milletin beklediği milli iradenin ruhu yaşanmıyor.

Bu millet, artık özüne sözüne sahip olan bir AK Parti arıyor.

Ve 2002 yılındaki AK Partinin kuruluşundaki ihlâs, samimiyet ve ciddiyeti arıyor.

Şimdiki ekonomiksel sıkıntı başını almış gidiyor.

Allah’ın her günü akaryakıta zam geliyor.

Döviz kurunun ibresi daima yükselmeye yüz tutmaktadır.

Başta ana muhalefet olmak üzere diğer yan muhalefet partileri, Kılıçdaroğlu’nun ipiyle kuyuya inmek istiyorlar.

Böylece tarihi, dış orijinli, Siyonist kökenli, altı oklu bir partiyle birleşmek istiyorlar.

Bize göre bu anlayış Türkiye için bir yıkımdır, büyük bir tehlike arz etmektedir..

Bizim lügatimizde, ıstılahımızda, kavram aldatmacası denilen bir gerçek var.

Siyasetin berrak ve parlak nutuklarının içerisinde geçen cümleler, aldatmacadan ibaret olup yakında gelecek olan seçimlere her zaman çok büyük etki yapabilir tehlikesini oluşturuyor.

Bu itibarla diyoruz ki;

“Denenmiş denenmez.”

Yani Osmanlıdaki İttihat Terakki Cemiyetinin varlığı ne kadar devleti yok ettiyse bugün Türkiye’deki mevcut olan ana muhalefet ve bazı yavru muhalefet de aynı o kökenden geliyor, o paralelliği arz ediyor.

Ve milletimizin geleceğine yönelik çok büyük tehlike arz ediyor.

AK Partinin ve özellikle başında bulunan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın yaptıklarını kimse inkâr edemez.

Yollar, tüneller, camiler, mescitler, Kur’an Kursları…

Bunlara verilen önem ve ehemmiyetleri kimse görmezlikten gelemez!?..

Büyük yatırımlar olmuştur.

* * *

Bakınız, sevgili okurlar.

Sözcü Gazetesinin dünkü sayısında yumurtladığı bir ifade var.

“Ruhat Mengi’nin röportajı” başlıklı yazı çok düşündürücüdür.

Milli Eğitim ders müfredatlarında şimdiye kadar, tek partinin mirası olarak bilinen “Andımız”, yani bölücülük ve ırkçılık manasını taşıyan sloganlı bir hikâyeye “Andımız” deniliyor.

Ama bu ant da AK Parti zamanında değiştirildi.

Herkes rahat bir nefes aldı.

O bölücülük fitnesini aşılayan o ant bugün yok Milli Eğitim camiasında.

İşte Prof. Dr. İlber Ortaylı, Ruhat Mengi’ye konuştu.

Yine bir fitne saçıyor, yine bir kışkırtıcı yazı.

Diyor ki;

“Andımız kaldırıldığında halk sustu…”

“Toplum da ayağa kalkmalıydı” diyen sarhoş bir kafa.

Ne yazık ki bilim adamı olarak Profesör unvanıyla, aynı zamanda hiç ayık olmayan bir kafayla konuşabilen bir insan.

Kendisine göre endişeli endişeli konuşan bir kafa, bir anlayış hala da Türkiye’de kirli ellerini milletin yakasından çekmemişlerdir.

Bakın ne diyor;

“Türkiye tarihine adını altın harflerle yazdırmış, yaşayan kütüphane” olarak tanımlanan Tarihçi Yazar Prof. Dr. İlber Ortaylı, andımızın kaldırılmasıyla ilgili “Halk sustu. Böyle abdest alınan yerde böyle peşkir gelir” demesi çok büyük bir fitne unsuru olarak kabul edilmektedir.

Böylesine edepsizliklerin önünü tıkayan Recep Tayyip Erdoğan, bize göre siyasi ihtirasa kurban edilmez.

Baş başa da bırakılmaz.

En derin saygı ve sevgilerimle.