YALAN SÖYLEYEN TARİH UTANSIN!?

Önce, “Ölüm evine tarihi yapı tescillemesi” haberini özetle bir hatırlatmak istiyorum…

“-Diyarbakır merkez Sur ilçesi Küçükkavas Sokak’ta bulunan ve içinden işkence edilmiş 12 kişinin cesedi çıkarıldıktan sonra kapıları betonla örülen metruk evin, Diyarbakır Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu tarafından tarihi yapı olarak tescil edildiği ortaya çıktı.”

Çok güzel bir tespit ve anlamlı bir haber tabi...

Medyascope’a konuşan kaynaklar, 2022 Mart ayındaki tescilden sonra, hendek-barikat operasyonlarının ardından yapılan restorasyon çalışmaları kapsamında, söz konusu evin Sur’daki diğer tescilli evler gibi restore edileceğini söyledi.

İKİ ÇOCUK TARAFINDAN BULUNMUŞTU

Sur ilçesi Savaş Mahallesi Küçükkavas Sokak’ta bulunan ev, 2000 yılının Şubat ayında güvercinlerinin peşinden giden 17 yaşındaki Ali Çelik ile 16 yaşındaki Ayetullah Dalgın tarafından bulunmuştu.

İran yanlısı Hizbullah örgütü tarafından o dönemde kaçırılan kişilerin buzdolabı ve kanepelerin içerisine konulup söz konusu eve götürüldüğü, burada işkence edilerek öldürüldükten sonra evin bahçesine ve odalarına gömüldüğü çocuklar tarafından görülmüştü. Evdeki kişilerin çocukları fark etmesi üzerine, iki çocuk yakalanıp öldürülmüştü.

Olayın ortaya çıkarılmasıyla evde yapılan ve 10 gün süren kazılar sonucu, “ölüm evi”nde aralarında eski Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Sekreteri İbrahim Sarı dâhil 12 kişinin cesetleri bulunmuştu.”

* * *

Sevgili okurlar şunu net ifade edebilirim…

22 sene sonra basına yansıyan bu olayın gerçek yüzünü, zamanaşımı içinde olsa bile o tarihteki olup bitenlerin nerdeyse yüzde 60’ını, yüzde 70’ini bir medya grubu olarak, hep gözetledik…

Gözetimimiz altındaydı.

Takip ediyorduk, araştırıyorduk ve haberleştirip kamuoyuyla paylaşıyorduk…

Sonuç itibariyle o tarihte bu olayların faili; İran yanlısı Hizbullah terör örgütü olarak topluma yansıtılıyordu..

Halk o örgütten korkuyordu ve çekiniyordu..

Bu örgütün adı geçtiği zaman da nefretle bakılıyordu.

Bugün hala da öyle…

Amma velâkin.

İşin gerçek yüzüne bakıldığında, hani diyorlar ya “zaman en büyük müfessirdir, tüm gerçekleri ortaya çıkaran, açıklayan en temel kaynaktır ve ana unsurdur.”

Onun için de zaman hiçbir şekilde yalan söylemez.

Fotoğraf makinesinin objektifi gibi neyi görse onu çeker, not eder.

Sapma, saptırma yok.

Bu iş apayrı bir projedir.

Bu olay 2000’de mi oldu?

***

Peki, yine 2000 yılında 25 Nisan’ı 26 Nisan’a bağlayan gecede, oğlum Emin Altındağ ile arkadaşı MTA mühendisi Münir Mennan’ın Bingöl Genç ilçesi ile Diyarbakır Lice arasındaki yolda saat beş sıralarında önlerini keserek uçuruma yuvarlatan örgüt kimdi?

Şehit düşürüldükten sonra trafik kazası süsünün verilmesi kimler tarafından yapıldı ve nasıl örtbas edildi?

Orada da Hizbullah mı vardı yoksa PKK mı vardı?

Hayır.

İki örgüt de yoktu..

Çünkü orası askeri bölgeydi.

Değil ki orada terör odaklarının bulunması, orada askeri birlikler kuş uçurtmuyordu, termal kameralar vardı.

Hepsi gizlendi.

Bunu da bırakalım bir kenara.

***

Peki, ya 24 Ocak 2001’de Diyarbakır İl Emniyet Müdürü Gaffar Okkan ile beş tane koruma polisinin kaşla göz arasında Emniyet binasının kapısı önünde şehit edilmesi…

Saldıranların da “kaşla göz arasında” kaybolup gitmeleri…

Yakalanmamaları?

Takip bile edilmekten imtina edilmesi…

O dönemde Olağanüstü Hal Bölge Valiliği vardı..

Ve saldırı, Diyarbakır şehir merkezinde yapıldı…

Daha cenazeler yerde iken “saldırıyı Hizbullah Terör Örgütü yaptı” denildi?!

Hayali hırsız uydurması gibi..

Hayali canileri göstererek, gerçek canileri örtbas etmeye yönelik bir proje organize edildi…

Peki, kimler tarafından o proje gerçekleşti.

Zaman gösterdi ki sonuç itibariyle kamuoyunda oluşan kanaat ve anlayış, o dönemin terör örgütü olan İran yanlısı Hizbullah’ın yapabilecek gücü olmadığı ortaya çıktı.. Nitekim açılan davanın kararında ifade edildi…

***

OHAL Bölge Valisi Gökhan Aydıner ile İl Valisi Ahmet Cemil Serhatlı’nın bilgisi altında hatta 7. Kolordu Komutanı Korgeneral Doğan Temel’in bilgisi dâhilinde bu işi kimlerin yaptığını tarih göstermiştir.

Sonuç itibariyle ileri sürülüp gösterilen suçlular onlar değil, tam tersine o dönemde JİTEM tarafından iki sene içerisinde bu olayın oluşturulmuş olması kesin olarak ortaya çıkmış durumda.

Hele hele önceki gün Diyarbakır SÖZ Gazetesindeki “ÖLÜM EVİNE TARİHİ YAPI TESCİLLEMESİ” haberinde bu yapının Hizbullah tarafından hazırlanmış olması ve orada öldürülen 12 masum insanın cesetlerinin çıkarılması ve o cesetlerden birinin Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Sekreteri İbrahim Sarı’ya ait olması, birçok yönüyle hadiseyi gün yüzüne çıkarıyor…

Bunlar gerçekten yalan söyleyen tarihin yüz karasıdır, tam deşifresidir.

İbrahim Sarı, Tıp Fakültesi Sekreteriyken dönemin Rektörü de Prof. Dr. Mehmet Özaydın’dı.

İbrahim Sarı, Mehmet Özaydın’ın yanında çalışıyordu.

Hizbullah terör örgütü adını kullanarak hazırladığı proje her ne kadar o ad altında yapılmışsa da bu iş Mehmet Özaydın’ın başkanlığı altında ve ismini burada söylemeye lüzum görmediğimiz yakın tanıdıkları tarafından aldatılarak kaçırılmış olması, kamuoyunun bilgisine mal olmuştur.

Eğer Mehmet Özaydın, Türk Silahlı Kuvvetlerinin bir mensubu değil, dönemin Dicle Üniversitesi Rektörü olmak yerine gizliden Hizbullah terör örgütüyle bağlantısı olması söz konusuysa ona bir diyeceğimiz yok.

Ama heyhat!

Hiç de öyle değil.

2000’li yıllarda Emin Altındağ’la Münir Mennan’ın, 2001’de Gaffar Okkan ile beş koruma polisinin şehit edilmeleriyle, yine 2000 yılında içinde kaçırılıp da o ölüm evinin içine alınıp işkenceyle öldürülen İbrahim Sarı, bunlar Hizbullah veya PKK tarafından yapılmışsa, devlet neredeydi bunları niye yakalamadı?

Niye suçüstü yapılmadı?

Niye güvenlik güçleri tarafından bunların kim olduğuna dair herhangi bir araştırma yapılmadı?

***

Kim kimi kandırıyor sevgili dostlar.

Bu millet “artık yeter” diyor.

Bu yalan söyleyen tarihle, yalan söyleyen siyasetle, dıştan gelmiş olan uyduruk cinayet projeleriyle bu memleket nereye gidiyor?

İşte o günkü haller diyoruz.

Bugünkü gördüğümüz gerçek bir devletin terörle mücadele etmekte olduğunu görüyoruz.

Ama heyhat!

O gün öyle değildi.

Karmaydı.

Devletin şeffaflığı pek görünmüyordu.

Devleti kullanan çok kirli hain güçler vardı.

İşte o güçler gâh PKK’yı palazlandırıyordu, kahramanlaştırıyordu, gâh Hizbullah terör örgütünü palazlandırıyordu.

Bu her iki örgütün de bu kadar dev işleri yapabilecek güçleri olmadığını tarih göstermiştir…

“Terörle mücadele ediyorum” adı altında bazı rant şebekelerinin uyguladıkları kirli işleri örtbas etmek için ne yazık ki devletin gölgesinde terör örgütleri kahramanlaştırılıyordu.

Daha neler var?

Önümüzdeki günlerde Allah nasip ederse daha tüm detayıyla, kapsamlı bir biçimde bu hadiseleri genişleterek siz değerli okurlarımızla paylaşacağız.

Onun için diyoruz ki;

“Yalan söyleyen tarih utansın!”

Yalan söyleyen siyaset kahrolsun.

Ülke insanlarını siyasi geleceğine alet ederek adeta kendi geleceğine köle ettirmeye çalışması, Allah huzurunda, tarih nezdinde, insanların karşısında lanetliyor ve kınıyoruz.

Her zaman bu köşede söylüyoruz.

Allah aşkına!

Bu memleket yüzyıldan beri bu yanlış kiziplerle, yalan dolanla halkı fraksiyonlara ayırarak “sağ-sol”, “Sünni-Şii”, efendim “şu partili, bu partili”, “şu mezhepli, bu mezhepli”, “şu laikçi, bu antilaikçi”, “bu Kemalist, şu antikemalist” gibi fraksiyonlara bölen anlayışları da tüm kamuoyu nezdinde kınıyoruz, lanetliyoruz ve Allah haklarından gelsin diye beddua ediyoruz.

Bunu söylerken kendi adımıza söylemiyoruz.

Masum biçare günahsız ümmet adına, millet adına, halk adına bunu söylüyoruz ve yazıyoruz.

En derin saygı ve sevgilerimle.