YARSAV İLE PARALEL YAPI İÇ İÇE! (II)

Evet, değerli okurlarımız.

Bilindiği üzre ülkemiz; devletiyle, milletiyle, tüm resmi kurum ve kuruluşlarıyla büyük bir çalkantı içerisinde bulunuyor.

Ki her geçen gün biraz daha fitne ve belalarla karşı karşıya olmaktan da kendini kurtaramıyor.

Bunu bilen bilir ve görür, duyar.

Bilmeyen, ya gözüne manevi bant çekmiş, ya da kulaklarına pamuk tıkamıştır..

Her şey apaçık…

Devletin en kritik ve can damarı durumunda olan kurumu “Yargı” ne yazık ki ikiye, üçe hatta dörtte bölünmüş durumda.

“Paralel Yargısı” “YARSAV Yargısı”  "Yargı-Sen Yargısı" ve normal “Vicdanına danışarak hareket eden Yargı” nasıl bunu birbirinden ayırt edebilirsin ki?

Eğer adalet dağıtan, hukuk dağıtan bir kurum ve o kurumun mensupları olan hakim ve savcılar arasındaki fikir ayrılığı, kötü ideolojik unsurların türemesi, siyaset dahil, hatta rüşvet, çıkar, menfaatin varlığı söz konusu ise inanın o ülke ağzıyla kuş tutarsa hiçbir zaman kendini kötü şaibelerden, hukuksuzluktan, antidemokratik uygulamalardan kurtaramaz..

Anayasal hükümleri gereğince Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin ne kadar bağımsız bir devlet olması gerekiyorsa, onun bünyesindeki kurum ve kuruluşları da fitneengiz hal ve hareketlerden bağımsız olup, arındırılmış, ter-û taze, pırıl pırıl parlayan birer kurum olması gerekir.

Ama bakıyoruz ki ülkemiz, devletimiz, dış mihrakların etkisinden, yetkisinden kendini kurtaramadığı gibi keza kurum ve kuruluşların bünyesinde bela ve fitne saçan kirli unsurlardan da arınamıyor.

Oysaki hukuk birdir, adalet birdir, hukukla adaleti bünyesine taşıyan bir kurum her ne olursa olsun mutlaka bireyleri, yetkilerini Allah korkusuna dayalı “Takva” denilen sapasağlam bir ruhtan alması gerekir. O ruha sahip olmalıdırlar.

Yoksa o “Takva” ruhunu bünyesinde taşıyamayan o kurum ve o kurumun bünyesindeki yetkililer, hiçbir zaman adil olamazlar, objektif olamazlar, tarafsız kalamazlar, keza bağımsız bir kurum hiç olamazlar.

* * *

Bakınız, bir haftadan beri başta ABD olmak üzere batının diğer bazı ülkeleri de, onların bünyesinde yayın yapan medya grupları da, Türkiye üzerine ne kadar yalan, ne kadar iftira, ne kadar edepsizlik varsa, pervasızca yaftaları sıralayıp, manşetler atıyorlar.

Organizeli kötülükler ve senaryoları tanzim ediyorlar.

Türkiye’yi karanlık senaryolarına razı edemeyen bu ülkeler medya üzerinden kirli bir kampanya servis ediyorlar.

“Ekonomik krizden, IŞİD’e desteğe kadar akla hayale gelmeyen iddialar öne süren ABD ve batı medyasının son keşfi;

"Hacı Bayram’da IŞİD skandalı" oldu.

Türkiye’nin IŞİD’den petrol aldığı yalanını ha bire harmanlaştırarak, haber yapıyorlar.

Bu kirlenmenin başını çeken Newyork Times Gazetesi, dün yeni bir skandala daha imza attı.

Gazete, dün IŞİD’in Hacı Bayram’dan eleman topladığına ilişkin haberini Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Başbakan Davutoğlu’nun Hacı Bayram camiinden çıkarken çekilmiş fotoğrafıyla ilişkilendirerek servis etti.

Adice, ahlaksızca, edepsizce!

İşte bu kötü niyetlerle yola çıkan organizeli kirli ittifak, karalama kampanyasını, Financial Times, Guardian, NYT, Washington Post gibi gazeteler üzerinden yürütüyor.

Ankara’nın ESED’e karşı kapılarını açtığı, Türkiye’nin bir canavar ürettiği, bunun batıdan kopuş anlamına geldiği gibi saçma yorumlar yapılıyor.

Dün, Cumhurbaşkanı Erdoğan, bu haince karalama kampanyasına tepki gösterip yapılanları; "Edepsizliktir, alçaklıktır, adiliktir" diye değerlendirdi.

***

Ülkemiz ve diğer Ortadoğu ülkeleri çok zor durumda.

Gerek içten ve gerek dıştan olsun, ajan ve piyon münafıklarla dopdolu bir ülke nasıl kendini bağımsız hisseder ve batının, ABD’nin ceberuti hükümranlığından ayrı yaşar.

“Aşağı tükürürsen sakal, yukarı tükürürsen bıyık” misali…

Kağıt üzerinde değil, gerçek manada, ya bağımsızlığını ilan edeceksin hem de her alanda, yani teknolojiden tut ekonomisine kadar, inancına kadar.

Ya da tüm her şeyi sineye çekeceksin, hükmen teslim olacaksın, dediklerine “Eyvallah” diyeceksin.

Allah korusun.

Bu şekilde de devlet mefhumu kalmaz, ülke mefhumu kalmaz.

Siyon ve emperyalist, sömürücü devletlere köle olmaktan başka bir yere çıkılamaz.

* * *

İşte diyoruz ki;

Tüm bunlar yetmiyormuş gibi içimizdeki “Yargı”ya sokulan organizeli fitne, bize göre hepsinden daha beter.

Türkiye’de “Kimin eli kimin cebinde” belli değil.

“Yargı”da böyle, “Yürütme”de böyle, “Yasama”da böyle.

Kocaman TBMM 550 kişiden ibaret olan, 12 seneden beri memleketi yöneten AK Parti ve dünkü Başbakan ve bugünkü Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan liderliğinde başı dik, alnı açık olmak üzere bu seviyeye gelirken, dış dünya nezdinde her hususuyla kalkınmaya yönelik ilerleme raporumuz üst seviyedeyken, terörün 30 sene kol gezdiği bir ülkede, bir çırpıda iki sene içerisinde ansızın kesilmesi, tüm bunlara rağmen Türkiye’nin şiddetle anayasanın değişimine gitmesi gerekirken, ne yazık ki muhalefet buna yanaşmıyor.

* * *

İktidar Partisi “Ak” dediği zaman o muhalefet var gücüyle “Kara” diyor.

Haset mi, haset…

Çekemezlik mi, çekemezlik…

Siyasi ihtiras mı, siyasi ihtiras...

Zirvelere tırmanıp gitmektedir…

12 Eylül’de yapılacak “HSYK seçimi” sathı mailine girerken körükle olayların üzerine giden muhalefet ve malum medya, her gün biraz daha hakim ve savcılar arasına fitne sokarak, olayları kışkırtarak, alevlendiriyor.

“HSYK” bugüne mahsus değil, elli seneden bugüne kadar yargının hükümranlığını elinde tutan çarpık ve sakat CHP’nin ideolojik kirlenmesi, zaten o kurumun bünyesinde yaşıyordu.

Mezhepçilik, tarafgirane hareket ve bağımlı anlayışlar had safhasındaydı.

Özden’lerden tut Vural Savaş’lara kadar, Sabih’lere kadar, Özbek’lere kadar.

İsimlerini burada sayamadığımız daha niceleri?

Ecevit’in ve Halk Parti’nin bağımlı ve taraflı siyasetine alet olan bu kurum olsun, Anayasa Mahkemesi olsun, o anlayışla yaşayan yetkililerle dopdolu bir kurum iken maalesef “Yargı” mekanizması bir türlü adalet yörüngesinde oturup, tarafsız kararlar veremiyordu.

Verilmişse de “deveden kulak bile değil”

O da büsbütün olarak değil, gerçekten bu “Yargı” erki içinde, ne kadar kötü niyetli, tarafgir yargıç ve savcıların varlığı söz konusuysa, o kadar da annesinin temiz sütünü emen, vicdanına danışan temiz bir iman, temiz bir inanç ve temiz bir ruhla kendini donatan o kadar da hakim ve savcılarımız var.

Fakat bize göre “Artık yeter” denilmelidir.

Biraz da gerçek manada bu memleketin, bu ülke insanının mana değerini taşıyan kirli ideolojiden arındırılmış hakim ve savcılarımız söz konusu olsun.

“Paralel” unsur varsa ki vardır.

Bunlar da kendine çeki düzen verip, çöl ajanlarına alet olmasınlar ve onlarla işbirliği yapmamalıdır.

Aksi takdirde “HSYK” gibi önemli bir kurum, “YARSAV”cı ile onların mecrasına giren “Paralel”cilerin eline geçerse, Türkiye elli sene daha geriye gider.

Çünkü geçen yazımda da ifade etmeye çalıştığım gibi “El adlü esasül mülk (Adalet Mülkün Temelidir)” ifadesi çok yüce mana taşımaktadır.

Adaleti dağıtan kişilerin ruhi derinliklerinde yaşaması gereken yüce karaktere sahip olmaları gerekir.

Kişisel rant, ideoloji veya mezhepçilik gibi kirli nesnelere alet olunmaması lazım.

Eğer gerçekten bir devlet kendi yargısını, emniyetini, askerini, batı emperyalizminin mecrasından kurtaramıyorsa, bizce verilen mücadele boşunadır.

En derin saygılarımla.