YENİ BİR TÜRKİYE NASIL OLMALI?!! (III)

Evet, değerli okurlar.

“YENİ BİR TÜRKİYE NASIL OLMALI” başlığıyla üçüncü köşe yazımıza bugün de devam edeceğiz.

Gerçekten, iki gün önceki “YENİ BİR TÜRKİYE NASIL OLMALI” başlığı altındaki yazılarımızda “kıssadan hisse” olarak tüm detayıyla olmasa dahi bazı başlıklar altında çok önemli konulara değindik.

Tüm kurum ve kuruluşlarıyla Türkiye’nin manzarasını her zaman olduğu gibi bugün de aynı minval üzere siz değerli okurlarımıza, önemli başlıklar altında yine aktaracağız.

İnanın, değindiğimiz konular dünkü AK Parti’nin 1. Olağanüstü Büyük Kongresi’nde de 12. Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın önceki sıfatı olan Başbakanlık ve partinin Genel Başkanlığı sıfatlarından ayrılarak bir vedalaşma hali yaşanırken, çok önemli başlıklar altında tarihi gerçekleri dile getirdi.

Tüm Türkiye’ye ve dünyaya karşı bu kongrede tarihi gerçekleri dile getirmesi Sayın Erdoğan’ın ne kadar dirayetli, ne kadar dava adamı, ne derece misyon sahibi olduğu cümlesi cümlesine yüksek kişiliğini kanıtlıyordu.

Tüm kamuoyu nezdinde ikna edici, delillere dayanarak konuşmasını, cümlesi cümlesine, inanın bizim her zaman yazdığımız konuların tümü olmasa dahi kıyıdan köşeden de olsa işari yollarla bile olsa bizi kanıtlıyordu.

Keza partinin yeni Genel Başkanı ve yeni Başbakanımız muhterem Ahmet Davutoğlu’nun da değindiği çok önemli konular, bizim bu köşede değindiğimiz konularla aynı paralellik arz ediyordu.

* * *                                 

Evet, gerçekten “Yeni bir Türkiye” yeni bir misyon değil, yeni bir harekettir, yeni bir aktifliktir, yeni bir davettir, yeni bir biattır, yeni bir taahhüttür.

Sayın Erdoğan’ın da dünkü konuşmasında değindiği gibi;

1400 sene evvelki Mekke-i Mükerreme’nin sarp kayalı dağlarının zirvesinden dünyaya, tüm insanlığa seslenişin hareketidir.

Evet, 1435 sene önce tüm insanlığın önderi olan fahr-i kainat Hz. Muhammed (s.a.v)’in “Hira” dağının zirvesinden “İkra” (Oku) emriyle medeniyetlerin oluşmasına örnek olması, İslam’dan önceki istibdatın (zulüm karanlığının), ahlaki çöküntüler bataklığından kurtararak, yeni bir ilahi medeniyetle tanıştırma hareketinin devamını bugün AK Parti’de görüyoruz.

Nitekim 12. Cumhurbaşkanı Erdoğan da konuşmasında şöyle diyordu;

“İsimlerin hiç ama hiç önemi yoktur.

Hz. Adem’den bu yana nice insanlar dünyaya geldiler, mezarlıklarda ismi unutulmuş, topraktan geldiği gibi toprağa gitmişler.

Ancak Hz. Adem’le başlayan iyinin ve kötünün savaşı devam etti, hakla batılın çarpışmasının devamı günümüze kadar ve kıyamete kadar da devam edecektir.

İsimler fanidir, baki olan davadır.

Dün, bu büyük davayı başkası yapıyordu, bugün o sancağı biz şerefle taşıyoruz.

Bugünün gençleri, bizlerden bu dava sancağını devralacak ve o sancağı taşıyacaklardır.

Bu dava mensuplarına şeref verir, ben yoksam dava da yoktur, diyenler daha en baştan kaybetmiş olanlardır.

Ben olmazsam dava ilerlemez diyenler, kibir tuzağına düşmüştür.

Okyanus ötesinden telefon geldi, bu dava hiçbir zaman koltuk davası olmamıştır, davasına ihanet edenlerin ne olduğunu tarih göstermiştir.

Bizim içimizde de bunlardan çıktı, işte onları hiç kimse hatırlamıyor, hatırlamayacak.

Okyanus ötesinden gelen telefonlarla istifa edenler, darbecilerin getirdiği haberlere inananları bugün kimse tanımıyor ve tanımayacaktır.

Bu dava dimdik ayakta durmaya devam ediyor ve güçlenerek, yoluna devam edecek.

Saffını cesaretten yana tutanlar, buradalar.

Başkalarının oyuncakları olanlar ise çoktan unutuldu”

Evet, önceki Başbakanımız ve yeni Cumhurbaşkanımız Sayın Erdoğan, gerçekten çok detaylı çok önemli başlıklara değindi ve konuşmasının bir bölümünde sözcü yazarı Emin Çölaşan’ın “Paradan altı sıfır atılırsa, Taksim meydanında anırırım” sözlerini hatırlatarak;

“Bizimle dalga geçenler vardı, enflasyon patlar diyorlardı, patlamadı.

Türk Lirasından altı sıfırı atarlarsa Taksim meydanında anırırım diyen köşe yazarları vardı, hala anırmalarını bekliyoruz” diye konuştu.

Bu da şayan-ı dikkatti gerçekten.

* * *

Yeni Başbakan’ın 9 maddelik manifestosuna gelince…

Davutoğlu, bu 9 maddeyi sıralarken, hepsini buraya almamız mümkün değil, ancak konuyu birer başlık olarak buraya alabiliriz.

“1- Özgüven ve darbe girişimlerine karşı duruşumuz.

Ahmet Davutoğlu, özgüvene örnek olarak Erdoğan’ın Davos’taki “One Minutes” çıkışını gösterdi.

Gezi olayları, 17 ve 25 Aralık operasyonlarını bu özgüveni bitirme saldırısı olarak niteledi.

2- Sosyo-Kültürel Bütünlük, Çözüm Süreci

3- Özgürlüklere yeni bir ahlaki formasyon.

4- Paralel Yapıyla Mücadele, Devlet ve Bürokrasinin Restorasyonu

5- 3Y ile Mücadele (Yasaklar, Yolsuzluk ve Yoksulluk)

6- Yargıdan paralel yapının temizlenmesi

7- Kültür ve Medeniyet Restorasyonu

8- Ekonomi Restorasyonu

9- Türkiye’nin Uluslararası alandaki yeri, Ankara merkezli Dış Politika”

* * *

İnanın, sevgili okurlar.

Yeni Başbakanımızın dediği gibi ve önemle cümlesi cümlesine vurgulayarak anlatmaya çalıştığı konu, Türkiye’deki Yargı sorunudur.

Bizce, tümüyle olmasa dahi zaman zaman Türkiye’deki sorunların hatta kamu kurum ve kuruluşlar arasındaki sorunların en çarpıcı olanı yasama, yürütme ve yargıdır.

Bunların da başını çeken yargıdır.

Yargı mensuplarının, siyaseti kontrol etmek için devreye girdiklerinde tarihte büyük felaketler yaşandığına dikkat çekerek, Abdulhamit dönemini fetvalarla içten el çektirmeyi gösterdi.

HSYK seçimlerine de atıfta bulunan Davutoğlu, bunun Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden bile önemli gösterilmesini eleştirdi.

HSYK seçimlerinde oy kullanacak hakim ve yargıçlara da seslenen Davutoğlu, HSYK seçimlerine girecek, vicdan yüklü yüreği Adaletle çarpan yargı mensuplarına yargının tek bir mahfilinin otoritesi altına girmesine izin vermeyin çağrısı yaptı.

* * *

Bakınız.

Bu ülkenin, özellikle bu coğrafyamızın önemle üzerinde durması gereken konu Yargı’dır ve Sosyal Emniyet ve Devletin ciddiyetle sağladığı toplumsal huzurdur.

Eğer bir toplum ile devlet arasındaki her alanda görüş ayrılığı, inanç ayrılığı, hizmet ayrılığı söz konusuysa o memleket hiçbir zaman bir yere gidemez.

Davutoğlu’nun da son cümlelerinde ifade ettiği gibi; “Devlet milletin memurudur, millet amirdir devlet memurdur”

Yani millet ne iradeyi temsil ediyorsa, devlet milletin emrini yerine getirmelidir.

Aksi takdirde o ülke, o coğrafya kendini terörden, kargaşadan, kavgadan, ahlaki çöküntülerden kurtaramaz.

Nitekim hâli âlem ortada.

* * *

Dün akşam görsel medyanın ekranlarına düşen bir haber...

Bu haber Yargının Adaletiyle (!) ilgili bir haber…

Yıl 1993, Diyarbakır’ın Lice İlçesi’nde yapılan bir operasyon esnasında Jandarma Bölge Komutanı olan Tuğgeneral merhum Bahtiyar Aydın kaşla göz arasında, birliğin içinde, ansızın, kanas kurşunuyla gözünden vurularak şehit düşüyor.

Yanında bulunan o dönemin İl Jandarma Alay Komutanı Albay Eşref Hatipoğlu ile Jandarma Üsteğmen Tünay Yanardağ, şehit düşen Generalin intikamını alma süsü verdirilerek, bir hafta boyu Lice İlçesi’ne giriş ve çıkışlar yasaklandı.

Resmi devlet daireleri, muattal duruma getirildi.

Ve o üç gün-beş gün içerisinde PKK ile alakası olmayan 16 masum vatandaş, terörist olarak gösterilerek öldürüldü.

Bu dava Adaletin, savcılıkların tozlu raflarına 20 yıl boyunca kaldırıldı.

Son iki sene evvel davanın zamanaşımına yarım gün kala Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı’nda görevli Cumhuriyet Savcısı Osman Coşkun vasıtasıyla dava incelemeye alındı.

Müteveffa Generalin yanında o an için bulunan Eşref Hatipoğlu ile Üsteğmen Tünay Yanardağ’ı sorumlu bularak, sanık olarak haklarında klasörlerce fezleke hazırladı, mütalaa verdi, dava açıldı.

Bu dava Diyarbakır Adliyesi’nin 8. Ağır Ceza Mahkemesi’nde devam ederken, şüpheli sanık Eşref Hatipoğlu tarafından eften püften bahanelerle, Diyarbakır’daki yargılamayı kendisine hayati tehlike göstererek, kaşla göz arasında dilekçe veriyor ve dilekçesi kabul görerek, dava önce Eskişehir’e sonra da İzmir’e gönderiliyor.

İzmir mahkemesine tekrar itiraz dilekçesi veriyor, olayın vuku bulduğu zaman üst seviyede devlet görevlisi olduğunu hatırlatıyor ve bu davanın yargılamasının Adalet Bakanlığı’nın iznine tabi olduğunu ileri sürüyor ve İzmir 1. Ağır Ceza Mahkemesi’nce bu itiraz kabul görüyor.

Ve nihayet mağdur tarafın Avukatları buna itiraz ederken, dosya İzmir 2. Ağır Ceza Mahkemesi’ne gidiyor ve eften püften gerekçelerle itiraz reddediliyor.

Gerekçe şu: Örgüt suçları, ancak üç kişi ile yapılıyor, iki kişi suç işlerse örgüte girmiyor.

Her ne ise ideolojik bir kararla bu itirazı reddediyor.

Keza bunun gibi daha neler neler…

* * *

HSYK meselesi sorunu önümüzdeki ayın 12’sinde HSYK üyelerinin seçimi söz konusu.

İnanın, kamuoyu gözü önünde Türkiye’nin başka meselesi yokmuş gibi herşeyi HSYK seçimine endekslemek üzere bütün dikkatler oraya çekiliyor.

Ve bundan anlaşılıyor ki adaletin o mekanizması dahi yanlış insanlarla oluşmuş durumda.

Buna ister paralel yapı deyin, ister müşterek yapı deyin, derin kurumların, locaların ve ideolojik yapının, Gülencilerin ittifakıyla yeni bir hareket oluşturulmak isteniyor.

İşte bizim yazdıklarımız önemli konuların ana başlıkları kıssadan hisse, okurlarımızla paylaşmak istediğimiz olay bu.

Devlet nereden nereye gelmiş.

Yıllardan beri bu devlet, çok kirli ideolojik, siyasi veya rantiyeci bazı anlayışlar paralelinde oluşturulmuş birer tane zulüm ve hukuk dışı antidemokratik oluşumlarla karşı karşıya kalmıştır.

Dünkü Olağanüstü Büyük Kongre’de 12. Cumhurbaşkanımız ve yeni Başbakanımız bu konulara değindiler.

Ve “Yeni Türkiye”nin geleceğini bu karanlık odaklarla mücadele etmeye bağladılar.

Biz de kamuoyu adına bunu destekliyoruz, onaylıyoruz ve kamuoyunun oyuna havale ediyoruz.

Gerçekten, Türkiye şimdiye kadar bu antidemokratik anayasanın ve yasaların gölgesinde hep meçhullerle ve muammalarla dopdolu oyunlarla karşı karşıya kalmıştır.

***

Bakınız, iki gün önce Diyarbakır’da kaşla göz arasında bir gün arayla iki tane polisin vurularak şehit düşürülmesi ve katillerin kaşla göz arasında elini kolunu sallayarak, kayıplara karışması, tüm söylediklerimizin birer kanıtı olması gerek.

İki gün içerisinde iki tane yuva yıkılıyor, küçük çocuklar yetim kalıyor, gencecik iki bayan dul kalıyor.

İki ailenin ana babalarının yüreklerine kor düşüyor.

Ama kim kime?

Bekle ki katiller bulunsun.

Bulunduysa ne olacak?

Tutuklanacak ve bir süre sonra entrikalı oyunlarla, yetersiz delillerle yine cezaevinden çıkarak veyahut meşhur afların çıkmasıyla serbest bırakılacak.

Olan o iki genç polise oluyor.

Türkiye’nin tüm manzarası hep bunlardan ibaret değil midir sevgili okurlar.

En derin saygı ve sevgilerimle.