YÜZ SENE ÖNCEKİ İHANET BUGÜN BİZE OLDU HIYANET (IV)
Evet, sevgili okurlar.
Bilindiği üzere yıllardan beri bu köşede yazdığımız
yazıların ana hedefleri ve stratejik gerçekleri bize gösterdi ki Türkiye’nin
bugünkü bu hale düşmüş olmasının temel nedenlerinden birisi ve başucu, hatta
ana unsuru; yüz yıllık yanlış bir rejimin varlığı ve uygulanmasıdır.
Bu rejimin adı her ne kadar cumhuriyet olarak anılmış,
anayasal bir rejim olarak tanımlanmış ve böylece uygulamaya konulmuş ise de
yapılan araştırma ve tespitlerimiz neticesinde anlaşılan budur ki;
Türkiye’deki mevcut olan terör odakları ve karşılıksız
dökülen kan, yani “kimin ne yaptığının yanında kar kalmış” olması, tümüyle yüz
yıllık cumhursuz bir cumhuriyet rejiminin faturasıdır.
Bu rejimin, bu sistemin, bu düzenin ana stratejisi ve
temel dayanak noktası Kemalizm’dir…
Dinden uzaklaştırma dayatmasıdır, halkla devleti
birbirinden ayırıp, bölüp parçalama hegemonyasıdır.
1923’lerden bugüne dek yapılan tüm uygulamaların gerçek
yüzü; bu hakikatı ortaya koymaktadır.
Dinsizlik, imansızlık, Allahsızlık dersleriyle donatılmış
bir milli eğitim sisteminden çıkan gençlik, bugün artık bu milletin gençliği
değil.
Dolandırıcılık, rüşvet, adam kayırma ahlaksızlığı ve
bugünkü bu gençliğin varlığı, vahşetin, dağ ve ormanların gençliği durumuna
düşürülmüştür ve bunca çalışıp da hak ettiği dersi alamayınca bu kez şehirlere
dökülmüş, masum, günahsız polis ve asker onlara hedef olmuştur.
Ellerindeki Kanas silahlarının kurşunlarıyla polis ve
askeri şehit düşürebiliyor olması, gerçekten buna verilebilecek bir cevabımız
yoktur.
Keşke böyle olmasaydı.
Keşke bu milletin bin senelik tarihine, kültürüne,
inancına, ecdatların kahramanlıklarına ve bu uğurda verilen yüz binlerce
şehitlerin ve gazilerin ruhuna paralel olarak bir rejim uygulanmış olsaydı.
Kesinlikle, bugün karşımıza bu kirli tablo çıkmayacaktı?
Bu kanlı vahşet, bu milletin güpegündüz gözleri önünde
cereyan etmezdi?
Ama ne yazık ki bugüne kadar istibdat ve zulme dayalı bir
rejimin uygulamaları yüzünden hiçbir bilim adamı, ilim erbapları, düşünürler,
gerçek fikir erbapları kendilerini özgürce ortaya koyamadılar.
Devlet büyüklerine ve anayasal kurumlarına hiç kimse bir
şey anlatamadı.
Anlatan, hain ilan ediliyordu.
Tıpkı Bediüzzaman Said-i Nursi’ler gibi…
Doğu ve Güneydoğu’da Şeyh Sait gibi…
Batı’da Mehmet Akif’ler...
Şeyhülislam Mustafa Efendi, Necip Fazıl Kısakürek’ler
gibi, Tahir’ül Mevlevi ve İskilipli Atıf Hoca’lar gibi…
Daha nice yazarçizerler, nice aydınlar; bu rejimin, bu
anayasanın, bu yasaların ve bu devletin yanlış uygulamalarının
"ülkeyi" uçuruma götüreceğini ifade etti…
Bu millette ileride çok ağır fatura kestirileceğini…
Ağır bir maliyetle karşı karşıya kalınacağı düşücesini,
söylemlerini her platformda dile getirdiler..
Bunları söyledikleri için niceleri adliye koridorlarında
dolaşıp, savcılıklara ifade verdi..
Ya cezaevi, ya sürgün veya mimlenmeyle karşı karşıya
bırakıldı…
Kimi de idam edildi..
Yani MİT’in ve diğer istihbaratın gözetiminde; "Hep
suçlu muamelesi" gördüler…
* * *
O günkü devletin bünyesinde yüce İslam dinine karşı
beslenen kin, nefret ve hıyanet gözüyle bakış anlayışının üstünlüğü, ne yazık
ki bugün tüm gerçekleriyle ortaya çıkmış durumda.
O günkü ekilen o zehirli rüzgâr esintileri, bugün fırtına
biçer noktadayız.
Bakınız, güdümlü bir siyasetle, vesayetli bir rejimin
kurulmasıyla, İngiliz ve diğer batı itilaf devletlerinin ittifakıyla yıkılan
bir Osmanlı İmparatorluğu kesin olarak bilmiş olalım ki aynı o devletin
bünyesinde kendilerini kiralatmış, satılmış, yerli piyon ve ajanlar vasıtasıyla
bu işler gerçekleştirilmiştir.
Hiç unutmayalım ki o yüz sene evvel ki hıyanet
erbaplarının yapmış olduğu ahlaksızlıklar, bugün mevcut terör örgütü olan PKK,
DHKP-C veya diğer örgüt çeşitleri ve onun savunucusu durumunda bir siyasi
yapılanma ve o siyasi yapılanmanın sözde siyaset liderleri ve üyeleri, bakınız
Diyarbakır’ı ve Güneydoğu Anadolu’yu ne hale soktular?
O günün hıyanet uzantıları Osmanlı Devletinin içine nasıl
sızdırılmışsa ve ne gibi işlem yapmışlarsa, bugün de Türkiye Cumhuriyeti
hudutları içerisinde uygulanmakta olan küfür ve dinsizlik uygulamaları, aynı o
günkü uygulamaların bir parçasıdır.
Devlet, tüm kurum ve kuruluşlarıyla bununla mücadele
veriyor ise de, ortada bir başarı yok…
Milletin bunca bütçesini harcıyorsa da nice ailelerin
masum çocukları şehit düşürülüyorsa da tüm bu ağır faturaları ödeyen bir millet
var iken,, ama ne yazık ki hala da bunlarla başa çıkılamıyor.
Bülbül gibi öten bu eş başkanlar..
Bbunların yanı sıra CHP’nin tarihi hegemonyası ve bugünkü
lideri…
Hala utanmadan çıkıp hedef şaşırtarak, ağzından çıkanı
kulağı duymuyor, aynı rezaletleri destekliyor.
* * *
Dünkü yazımın son bölümünde ifade etmeye çalıştığım çok
önemli konuları ayet ve hadisten örnekler vererek, siz değerli okurlarıma
sunmuştum.
Ve demiştim ki;
En’âm suresinin 65. ayetinin üç ana cümle ve kavramları,
Allah tarafından milletler arasına gönderildiğinde demek ki o milletler hak
etmişti.
Ki “Allah, dağı bulmuş karı yağdırmıştır” kabilinden
bizim de birbirimize yaptığımız kötülüklerden dolayı Allahû Teâlâ başımıza
taşları yağdırmıyorsa, yerin dibinden su fışkırtıp bizi Nuh tufanı gibi gark
etmiyorsa da, ayetin üçüncü cümlesi olan, sizin aranıza bölme ve tefrika
fitnesini sokup, sizi birbirinize düşürüp, biriniz diğerinize zarar ve ziyan
verip, kardeş iken birer düşman haline getirip, büyük fitne unsurlarıyla karşı
karşıya kalınacağı, ayetin mealinden anlaşılmış durumda.
Bunu teyit eden, güçlendiren, ayetin tefsiri durumunda
olan Hadis-i Şerif’i ise dünkü yazının uzun olmaması için bugüne bırakmıştık.
Dünden bugüne bırakılan Hadis-i Şerif’in yüce meali
şöyledir.
Efendimiz (S.A.V) şöyle buyuruyor;
“Ben Rabbimden dört şeyi temenni ettim.
Üç dileğimi kabul etti, birini kabul etmedi.
İşte Allah tarafından kabul edilmeyen en tehlikeli de
budur.
Allah’tan dilediğim üç şey buydu;
Birincisi: ‘Benim ümmetim küfür, dalalet ve sapıklık
üzerine ittifak etmesinler’
İkincisi: ‘Onları kökten yok edecek düşmanları da onlara
musallat etme’
Allah bu her iki dileği kabul etti.
Üçüncü olarak Rabbim’den bunu diledim:
‘Ey Allah’ım! Ümmetimi soykırımlarla karşılaştırma. Nasıl
ki eski milletlerin yapmış olduğu kötülükler yüzünden başlarına gelen
soykırımlı afetler ve felaketleri benim ümmetimden uzak tut’
Rabbim bunu da kabul etti.
Dördüncü olarak ise şunu diledim;
‘Ya Rabbi! Benim ümmetime tefrika, bölücülük unsurları
sokma, her kafadan değişik, kulaktan doğma cehaleti verme ve onları birbirine
düşürüp, birbirine zarar verdirme’ diye yalvarırken, yüce Rabbim bunu kabul
etmedi.
Ne yazık ki bu duam Allah nezdinde geçerli olmadı”
Evet.
Ve tarih boyunca bu ümmet, bu millet, dış düşman
mihraklarından, hainler tarafından ithal edilmiş kötü ideolojiler, dinsizlik
hegemonyası, batının birer küfür simgesinden ibaret olan yanlış kültür ve
eğitim şekli ithal edilmiş durumda.
Atmosfer öylesine hal almış ki “at iziyle it izi
birbirine karışmış” durumda.
Politikanın yalan dolan sahtekârlığıyla, zehirli
lokmaları bu millete yutturmaya çalışan nice hain şebekelerinin varlığı söz
konusu…
Ama ne yazık ki bu da devletin, anayasanın, yasaların
himayesinde yapılmaktadır.
Hem de bu milletin parasıyla, alın teriyle kazanılan,
helal malından ödediği vergilerle beslenen böylesine hıyanet erbaplarının
varlığı insanı dehşete düşürüyor.
Bugün bölgemiz olan Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da,
Diyarbakır’ımızda, Şırnak’ımızda, Cizre’mizde vs. vs. yörelerimizde Ermeni,
Süryani ve Yezidilerin nice devşirmeleriyle 1915’teki intikamı almak üzere
harekete geçmiş durumda.
Ve ne yazık ki devletin istihbaratı, MİT’i, diğer
istihbarat unsurları hala da bunları açığa vermiyor, sanki yangından mal
kaçırırcasına böyle saklı tutuyor, gizli tutuyor, halkı haberdar etmiyor.
Bize göre bu da apayrı bir garabettir ve kirli tarafıdır.
* * *
Evet, sevgili okurlar.
Söyleyip işaret ettiğimiz tehlikeli unsurlar ve dış
mihraklara dayalı resmi ajanlar, yani devletin resmiyetinde ve devletin
meşrulaştırdığı nice hıyanet erbapları, bu yörede, bu coğrafyada kol gezerken
nerdeyse devlet varlığını ya göstermiyor, ya da gösterirken çok cılız görüntü
veriyor.
Bu ise halkı, milleti fazlasıyla tedirgin ediyor, üzüyor
ve ümitsizleştiriyor.
En derin saygı ve sevgilerimle.