“O İRADE” VAR YA O İRADE!..

İstisnalar kaideyi bozmaz… Ama bir realitedir.. Hakikatin de itirafıdır; “siyasette ehil ve liyakat” ölçüsünün ilk basamakta, pek anlam içermediği!.. İster ağzınızla kuş tutun, ister vasfınızda ve yaşam karakterinizde bunların hiçbiri yer almasın… “Sizi siyaset arenasına” alan ilk hamle, sizin iradenizle gelişmiyor.. Yani, o güç ve irade size ait değil.. Sizi, benimseyen, makam, mevki ve seçilen olmanızı sağlayan “bir başka iradedir?”..

***

Tarihin çok derinliklerine gitmeye gerek yok!.. Ne Menderes’ten, Ne Ecevit’ten, Ne Demirel, Ne Özal ve daha bilmem, kimler!.. En taze, AK Parti kulvarından söz edersek!.. Kim neden, “kendi iradesiyle” siyaset kulvarında “ bugün bir şey olamıyor.. Ama, daha önce başka bir iradenin tercihiyle, bir yerlerdeydi, “bir şeydi” yani!…

***

Mesela, Abdullah Gül.. Sahi onu hangi irade, Cumhurbaşkanı “makamına” oturttu.. Kendi “ehliyet ve liyakati mi?..”  Siyaset kulvarında; “başucana”  nasıl oturdu.. Kendi iradesiyle, ehil ve liyakat ölçüsüyle “kardeşim Gül” olabildi, yoksa “gel kardeşim” denildiğinden dolayı mı o makama, seçildi!.. Elbetteki bir irade onu o seviyeye çıkardı.. Peki, şimdi nerde?!.. Demek ki o irade kendisinin değil..

***

Bir başka örnek verirsek; Ali Babacan!.. Siyaset arenasına, “kendi iradesi ve ehil oluşundan mı”, kendini tepeden, zembille indirdi.. Yoksa o da, “Gel Gül kardeşim” diyen iradenin seslenişiyle mi, “siyaset vizesi” alıp vezir oldu?.. Gül gibi, bugün “o günün siyasi aksiyonel rüzgarını” estirebiliyor mu o günün veziri.. Ne mümkün?!…  Örnekleri çoğaltabiliriz!

***

 

Sol cenahtan örnek verirsek; Kemal Bey!.. Milliyetçi kanattan taze örnek, Akşener.. Ve daha niceleri.. Hepsinin siyasetteki öz kimliğinde, “başka bir iradenin mührü” hep var olmuştur merdivenlerin ilk basamağında.. Belirleyici rolü; o irade biçmiştir.. Yani siyasi hayatın ilk basamağı böyle olmuştur dün olduğu gibi bugün..

***

Diyeceksiniz ki sonrası!.. İşte o sonrasında işin “ehil ve liyakat” ölçüsü, kendisine bir nizamiye oluşturur.. Başarılı olması, yükselişi elde edişi, ya da dibe vuruşu, “onun mahirliğine” bağlıdır.. İrade zafiyeti “kimlikleşmişse”, siyasi seyri onun-bunun vagonu olmaktan öteye gitmez!.. Eee, hal-i alem orta yerde cereyan etmiyor mu?!..

***

FİTNEYE BAK FİTNEYE!…

Ama nasıl bir fitne!.. Gazete manşet atmış.. Diyor ki; “Diyanet fetva verdi, fiyatları Allah artırıyor?”.. Tövbe tövbe…Vay da vay!.. Başlığa bakar mısınız, nasıl da fitne ve şeytani ruhu, öne çıkaran “din ve siyaset” eksenli, algı üretimi yapılıyor… Allah’ı da, “kinlerine, nefretlerine, hasımlık üretimlerine” nasıl da, alet ederek, kullanıyorlar?..

***

İşin özü belli!.. Adamın biri, Diyanetten sormuş.. “Ticarette kar haddi var mıdır?” diye.. Diyanette “hadisle” bu soruya yanıt vermiş.. Demiş ki; "Şüphe yok ki fiyatları tayin eden, darlık ve bolluk veren, rızıklandıran ancak Allah'tır. Ben sizden birinin malına ve canına yapmış olduğum bir haksızlık sebebiyle o kimsenin hakkını benden ister olduğu halde Rabb'ime kavuşmak istemem."

***

İşte Cumhuriyet gazetesi “yüksek dozajlı dindar(!) olma özelliğini” kullanarak, buradan çıkarma yapıyor.. “Diyanetten hayat pahalılığına karşı fetva; Fiyatları tayin eden Allah’tır.?” El insaf, el vicdan, el edep yahu!.. Diyanete “fiyatların artışından kim sorumlu” diye bir soru gelmiş değil, verilen fetva da “Allah sorumludur” cevabı değil…

***

Demem o ki…Ülkenin hali pür melali orta yerde iken!.. Gözü kan bürümüş, art niyetli, şeytan ruhlu iblisler cirit atıp, kendilerine arena oluşturmaya çalıştıkları bir evrede, bir hadisin, bir ayetin, bir fetvanın, bir soruya verilen yanıtın bu kadar “şeytanca” mecrasından saptırılarak, kullanılması sıradan değildir… Amaç farklı..

 ***

Ki bütün dinler, şunu ifade ediyor ve iman ediyor.. "Kâr da zarar da Allah'tandır…”  Ama diyeceksin ki, onlarda bir inanmışlık, samimiyet ve iyi niyet söz konusu değil.. Bugün değil, 1 asırdır böyleler…

***

İKİ BARDAK SU…

Çok eski zamanlarda, bir hükümdar varmış.. Zenginliği tüm dünyaca bilinirmiş. Her gittiği yere, hazinesinin bir bölümünü götürmüş.. Bunları oralarda sergilemekten büyük onur duyarmış…

Yaşamında en çok güvendiği, tek akıl hocası bir Bilge kişiymiş. Günlerden bir gün bu Bilge kişiyle otururken hükümdar şöyle bir soru sormuş:

***

“Sen ki göğün gizemine ermiş, bilime yön vermiş bir adamsın. İnsanlar, ister hükümdar denli güçlü, ister savaşçılar denli onurlu olsun, ayağına kapanır ağzından çıkacak bir sözü beklerler. Şimdi senin gibi Bilge bir adamın fikrini merak etmekteyim, benim hükümdarlığım ve servetim hakkında ne düşünüyorsun?”

***

Bilge bu soru karşısında, Hükümdar’ın gözlerine bakarak şu sözleri söylemiş:

“Diyelim ki hükümdarım, kızgın ve uçsuz bir çöldesiniz. Ölmemek için, size uzatacağım bir bardak suya servetinizin yarısını verir miydiniz?” Hükümdar: “Verirdim tabii.” Bilge kişi: “Zaman geçti diyelim, susuzluğunuz arttı, size uzatacağım bir sonraki bardağa servetinizin öteki yarısını da verir miydiniz?”

***

Hükümdar biraz düşünür ve ardından “Ölmemek için evet” der. Bunun üzerine Bilge kişi gülerek şu sözleri söylemiş: “Madem öyle, o zaman övünmeyin fazlaca. Çünkü haşmetlim sizin servetiniz yalnızca iki bardak sudur.”

***

GÜNÜN SÖZÜ

Adam dediğin içinden geldiği gibi yabandır, işine geldiği gibi değil.