AÇILIM KİLİTLENDİ Mİ?

Kürt Açılımıyla alakalı geldiğimiz son çizgiyi dünkü yazımda ifade etmiştim. Süreç hızlı bir şekilde 'kaygı' geliştirip, üretim yapıyor diye.
Çünkü hükümetin ortaya koyduğu 'açılım' tezi ekseninde, toplumsal bir beklenti hasıl idi. Bu da tamamen 'pozitif' noktayı teşkil ediyordu.
Umut, barış, kardeşlik. Şiddetsiz, terörsüz, kansız ve gözyaşısız. Hoşgörü, hak, hukuk, adalet ve özgürlükler. Kısacası toplumsal 'üstünlükle', gelişen ve büyüyen demokrasinin ivme kazanmasıydı. Artık 'ana yürekleri' yanmayacak, aile ocakları sönmeyecek. Kardeş kardeşi 'vurmayacak'!
Böyle bir duygu fırtınası hakimdi.

***

Yüzler gülmeye başlamıştı. Türkiye Cumhuriyeti tarihinde 'ender' atılan bu adımın çevresinde buluşup, toplumsal uzlaşma sağlanması hedefleniyordu.
Her ne kadar 'açılımın' içeriği ve yol haritasıyla alakalı 'elle tutulur' bir veri ortada yok idiyse de, 'fikir telakisine' yönelik görüş alış-verişi önemliydi.
Katılımcı bir demokratik anlayışla, sağlanacak ortak konsesyumla çözümler geliştirilecekti. Ki bu alanda; önemli bir trafik yaşandı.
Toplumun tüm katmanlarıyla 'görüşmeler' yapıldı. Anlayacağınız 'rota' istenilen istikameti gösteriyordu ve buna göre yol alınıyordu.
Ta ki; 'işin' içine 'siyasi duygular' karışana kadar.

***

CHP ve MHP'nin 'savaş' dilini öne çıkaran siyasi tavırları ciddi bir gerilim yarattı. Öyle ki toplum ikiye bölündü. Açılımı destekleyen, desteklemeyen.
Bu duygu sürekli körüklendi. Ki son 'körükleme de', Zafer Bayramı'yla alakalı Başbuğ'un yayınladığı mesaj oldu. MGK'dan çıkan açılıma 'devam' düşüncesinin tam tersi istikamette ifadelere yer verildi. İkilem yarattı. Şöyle ki MGK'nın son toplantısında, 'TSK'nin Kültürel Farklılıklara yönelik tavrı şu ifadeyle yansıtıldı. 'Türk Silahlı Kuvvetleri Kültürel Farklılıklara saygılıdır'. Ama Başbuğ'un yayınladığı mesajda bu 'düşünce' yok.
Tam aksi bir yönde tavır ortaya konuluyor. Yaman bir çelişki.

***

"Ancak kültürel farklılıkların siyasallaştırılmasını, başka bir ifadeyle siyasal temsil aracı olmasını, toplumsal siyasal kimlik unsuru haline getirilmesini Türkiye Cumhuriyeti Anayasası içinde mümkün görmez." Aslında bu ifade bir anayasa yorumu! Mümtaz'er Türköner hoca bu 'anayasal yorumu' şöyle çürütüyor. Hem de soru sorarak? "Cümleye eğildiğiniz zaman iddialı olduğu da ortada. Peki, TSK'nın başındaki bu komutanın yaptığı bu anayasa yorumu doğru mu? Allah aşkına Anayasa'nın neresinde "kültürel farklılıkların siyasallaştırılması"na itiraz var? Cümle içinden ayıklayarak muhakemeyi izleyelim.

***

—Karşı olabilirsiniz ama "kültürel farklılıkların... toplumsal kimlik unsuru haline gelmesini" hangi anayasal hüküm ile ve hangi güçle engelleyebilirsiniz. Daha ötesi, böyle bir şey mümkün mü? Kastedilen şeyin "etnik kültürel farklılıklar" olduğu aşikar; ama metinde sadece "kültürel farklılıklar" diyor. Kısaca "etnik" nitelik taşımayan bütün "kültürel farklılıklara" da bir yasaklama geliyor. Elinde sayısız el bombası bulunan ve pimi çekilmiş tehlikeli bir bomba da hükümetin elinde iken "kültürel farklılıklara" karşı çıkan bir ordunun söz söylediği ülkede hangi sorunu çözebilirsiniz?

***

—İlker Başbuğ'un muradının her türlü "kültürel farklılıklar" olmadığını biliyorum. Aynı şekilde askerinin eline pimini çekip el bombasını veren komutanın kastının da o askerin hayatı olmadığını bilmemiz sonucu değiştirmiyor. Dört ciğerpare hayatını kaybediyor. Öğretmen elindeki cetvelle vurur, polis copunu kullanır, asker pimini çekip askerin eline bombayı tutuşturur. Bunlarla bir yere varılmadığı ortada değil mi?"

***

Bakın bir yaman çelişki daha!.. Aynı komutan Afyon'daki Büyük Taarruz' un 87. Yıldönümü'nde konuşuyor. Diyarbakır'ın Kulp İlçesi'nden giden 43 ilköğretim okulu öğrencisiyle buluşuyor. Burada Çocuklara Çiğiltepe'nin alınmasının Kurtuluş Savaşı açısından önemini anlatan Orgeneral Başbuğ, "Fazla söz söylemeye herhalde gerek yok. İşte Türk milleti bu. Kulplusu da bu milletin parçası, Edirnelisi de parçası, Afyonlusu da parçası. Ne diyoruz? Edirne'den Hakkari'ye kadar bütün insanımız bizim için aynı. Biz buyuz, herhalde fazla söze gerek yok"

***

İşte 'hali alem' ortada. Bu çıkışlar, bu düşünceler ve 'aba altında sopa' gösterme tehditleri, beri yanda aksi istikamette gönülleri 'okşayan' hareketler. İkilem yaratan hava. Bundan dolayı da ne yazık ki 'açılım' şuan için kaygı potasına yol almaktadır.
Akıl ciddi bir şekilde korku içerisinde duygulara yenik düşmektedir..

***

Burda en hassas ve önemli nokta Siyasal iktidarın sergileyeceği tutumdur. Dik ve ayakta durabilecek mi, yoksa şuan için hissettirilen 'geri adımda mı' kalacak. Böyle bir pısırıklık ve u dönüşü, hem ülkeye hem topluma hem de siyasal iktidara ciddi bir şekilde 'ağır' faturaya mal olacağından kimse kuşku duymasın. Nitekim Sevgili Cavit Torun da ifade etmişti. 'Bu yol haritası, AK Parti için 'güçlenme veya yok olma' konseptidir demişti. Yani; yolundan geri dönmez ise güçlenerek büyüyecek, döner ise 'bölünüp parçalanacaktır'! Aklın yolu birdir misali doğru!
Onun için AK Parti hükümeti 'bu açılımı' salt dağdaki 'PKK'lıları teslim olma çağrısına' sıkıştırmamalıdır.

***

Ki bu minvalde Erdoğan'ın önceki gün "241"inci maddeyi telaffuz etmesi ciddi bir kuşku geliştirmedi değil.
Zaten toplumda ve özellikle Güneydoğu'da 'hızla gelişme' gösteren kaygı da bu noktada işlev görüyor. 'Acabalar' artarak devam ediyor.
Endişeli bir hava hakim. İnşallah bu olup-biten duyguya dayalı fırtına 'tropikal' bölgelerdeki havaya benzer. Kısa sürede etkisini kaybeder.
Sonuç itibariyle, 'Kürtlerin de, Türklerin de' tek istediği vardır. 'Barış ve kardeşlik' sağlansın.
Çünkü hiç birinin hedefinde ülke coğrafyasını 'küçük parçalara' bölmek değil. Bilakis daha geniş yelpazede varlık gösterebilmektir.

***

Bütünlüğe doğru yeni hamleler geliştirmek. İçimizi kemiren, yüreğimizi yakan, maddi ve manevi yıkımlara neden olan 'feci yangını' körüklemek değil.
Söndürmektir. 'Benzin bidonuyla' hamle yapmak değil, herkes imkanı ölçüsünde elindeki kovaya su doldurup, ateşin üzerine dökmektir.
Bunun da ana açılımı ve kudreti 'Yurttaşlık' vasfını tüm insani değerlerle buluşturmaktır. Etnik imalardan arındırılıp, kültürel çoğulculuğu benimseyen.
Herkesin 'kültürel' haklarını huzur ve özgürce idame etmek. Yönetimsel anlamda da 'adem-i merkeziyetten' kurtulup, demokratik temsiliyetle buluşmak lazım.

***

Bu arada, Dün sevgili dostum Ali Öncü'den önemli bir mail aldım. 'Kürt Açılımına' ilişkin düşüncelerini kaleme almış. Uzun bir tespit tutanağı.
Bir nevi 'yol' haritası. Nedenleri, niçinleri ve nasılları ifade eden, rapor niteliğindeki mailinde çözüme yönelik yapılması gereken hamleleri de aktarıyor.
Satır aralarını 'fikri' noktada geniş tutarak okudum. Eğer imkan gelişirse, bir sonraki yazımda, 'sonuç bölümünü ve çözüme ilişkin maddelerini' buraya kesintisiz alacağım. Bugün sadece; 'sonuç' bölümünden bir paragraf alarak; 'duyguların' özetini aktarmak istiyorum. Bakınız şöyle diyor:

***

"Bunun içindir ki, onurlu bir toplumsal barış bizler için, çocuklarımız için, halkımız için ve Türkiye’nin geleceği için su, hava ve ekmek kadar ve belki de ondan da daha öncelikli ve önemlidir. Hep birlikte çok bedel ödedik ve hala ödemeye devam etmekteyiz. Artık, bedel ödemeye, acı yaşamaya, yoksulluk ve sefalet içinde bir hayat sürdürmeye kimsenin mecali kalmadı. Kin ve nefretle, kan ve gözyaşıyla insani ve onurlu bir gelecek kurgulanamaz. İnsana ve insanlığa dair tüm güzellikler ve kalıcı değerler barış zamanlarında yaratılmıştır. Ve "savaş zamanlarında babalar çocuklarını gömerler. Barış zamanlarında ise çocuklar babalarını gömerler."

***

Çocuklar barış içinde büyümeli – sevgiyle, saygıyla kişilik kazanmalı ve yaşını doldurmuş babalarını kendileri gömmeli. Gencecik insanların babalarının eliyle gömülmeleri ne büyük acı, ne kabul edilemez bir çelişki. Anaların ise, göz pınarları çoktan kurudu… Savaşta ısrar edenler, adil ve eşitlikçi olmayan "çözüm budur, bu benim çözümümdür." diyerek, çözümsüzlükte ısrar edenler, toplumlar tarihinde lanetle anılacaklardır. Bundan zerre kadar kuşku duyulmamalıdır. Öyleyse, toplumlar tarihimizde lanetle anılmamak için, öyleyse, anaların ahını artık almamak için, öyleyse, eşitlik temelinde ve insanca bir arada yaşamak için, öyleyse, herkesin kendi kaderini özgürce tayin etmesi için…"

***

Evet! Türkiye'nin acil ve ivedi bir şekilde 'Güçlü bir demokrasiyi', insanı 'insan olarak' gören bir anayasal düzenlemeyle buluşturmalı.
Ki, 'Kürt-Türk, Laz, Çerkez' ve daha sayamadığımız farklılıkları 'bir bütünlük' içerisinde, kucaklasın.
Yeter artık 'ötekileştirme' duygusuna prim vermek.
Hayırlı Cumalar!