ADALETSİZLİK NEDİR?
Soruya cevap basit…
Yeter ki…
Ülkenin seyrine "samimiyetle" bakılabilinsin?
Neler yaşandı?
Neler yaşatıldı?
Kim haklı, kim suçlu?
Bu ikilemlere girilmeden vukuu bulanlar "Adaletsizlik nedir?" yanıtını vermektedir!
Eğer ki, 100 yıldır "hak, hukuk ve adalet" polemiği ikmali vaki ise…
Her dönem ve yönetimde "arıza-i" durumdan muzdariplik söz konusu ise!
Ki, kaçınılmaz bir hakikattir…
Demek ki, "Adaletin" temelinde bir "Adaletsizlik" vardır?
***
İşte iki örnek!
Farklı mülahazalara çekmeden…
Siyasi ve ideolojik "bir kamplaşmaya" sıkıştırılmadan!
Sade…
Ama net bir "anlatımla" yaşanan "Adaletin bu mu?" dedirten iki hadisenin yargıdaki sonucu!
Milliyet Yazarı Gökçer Tahincioğlu…
2006 yılında, Diyarbakır'da meydana gelen olaylarla ilgili "kaleme" aldığı yazı!
Başlarına "gaz fişeği" isabet eden…
Ve hayatlarını kaybeden;
8 yaşındaki Enes Ata
14 yaşındaki Mahsum Mızrak'ın "dava sürecini" anlatıyor…
"Altı yırtılmış poşet ve Adalet."
***
Yazarın ifade ettiği gibi…
Yazı muhteva itibariyle, "Adalet Yürüyüşü" ile alakalı değil..
Kimse de, "o çerçeveye" sıkıştırmasın!
Ki vaka ve süreç; "bugüne" özgü değil…
Mazisi; 11 yıllık!
Ki, "kimin haklı, kimin haksız" olduğuna…
Ya da birilerini "kayırma" durumu da söz konusu değil…
Deriz ya gerçeğin anlatımı…
Zaten, Güneydoğu'da düne dair "çok ama çok" örnekleri var…
Çünkü bir dönem "adaletin" zerresinden söz edilmezdi?
Ki halen kısmi durum söz konusu…
İşte o yazı… Aynen aktarıyorum...
Adaletsizlik nedir?
Bazen kolay testlerle insanların yaklaşımlarını çözmek mümkün.
Diyelim ki bir çocuğun ölümüyle ilgili soruşturmada en önemli kanıt çalındı ve dosya zamanaşımıyla kapatıldı.
Çocuğun nereli olduğuna, nasıl öldüğüne bakarak tepkileriniz değişiyor mu?
Çocuğun, Filistinli ya da Fransız, Kürt ya da Amerikalı, Arap ya da Türk olması yanıtlarınızı değiştiriyor mu?
Ya da, “olur böyle şeyler mi?” diyorsunuz.
Ya da, “katiyen olmaz.”
İşte o yanıtlara göre anlaşılabilir adalet kavramı ile olan mesafeniz.
Ve mesafeniz ne olursa olsun, mesafeden biraz olsun rahatsızlık hissediyorsanız, adaletsizliğin ne olduğunu işaret edebilecek bir yerdesiniz.
***
Mahsum Mızrak (14) ve Enes Ata (8), 2006’da Diyarbakır’da hiçbir yerinde bulunmadıkları olaylar sırasında, başlarından gaz fişeğiyle vurularak öldürüldüler.
Mahsum Mızrak dışarı çıkmıştı ve evine dönemedi.
Enes Ata, ölen annesinin yerine anne bildiği teyzesinin evine gidiyordu.
Mahsum Mızrak, çok küçükken yaralanan, iz kalmış parmaklarından teşhis edilerek günler sonra morgda tesadüfen bulundu ve gece 02.00’de defnedildi.
Enes Ata’nın ölümünden ailesini haberdar ettiler.
Mahsum Mızrak’ı öldüren gaz fişeği, kafasında neredeyse bütün halindeydi, seri numaraları okunabilecek kadar bütün halde.
Enes Ata’yı öldüren gaz fişeği ise çocuğun kafasında derin bir tahribat yaratmıştı, seri numarası okunamıyordu üzerinde.
***
İki ölümle ilgili soruşturma ayrı ayrı yürütüldü.
Çok uzun uğraşlar sonunda, avukatların büyük çabasıyla dosya bir aşamaya geldi.
Mahsum Mızrak’ın ölümüyle ilgili olarak 3 polis hakkında dava açıldı, hangisinin gaz fişeğini ateşlediği ise bulunamamıştı.
Enes Ata soruşturması daha uzun sürdü.
O soruşturmada da o gün, olay yerinde gaz fişeği kullanan üç polisin aynı isimler olduğu anlaşıldı.
İkinci dava açıldı ve iki dava birleştirildi.
Üç sanıktan hangisinin ateş ettiği ise ancak fişeklerin balistik incelemesiyle çözülebilirdi.
Davalar birleştirilmeden önce bir haber geldi.
Bir kanıtın kaybolmaması için en güvenilir yer olan adli emanetten, Mahsum Mızrak’ın kafatasından çıkan gaz fişeği çalınmıştı.
Yerine de alay eder gibi bambaşka bir cisim konulmuştu.
Enes Ata davası birleştikten sonra nasılsa bir haber daha geldi.
Ata’nın başından çıkartılan gaz fişeği parçası da adli emanetten çalınmıştı.
Mahkeme, her iki olayla ilgili suç duyurusunda bulundu.
Yıllar geçti, yargının yapısı değişti, sonra yeniden yargının yapısı değişti ama sorumlular bir türlü bulunamadı.
***
Diyarbakır Başsavcılığı, sonunda aldı dosyaları önüne, araştırdı, soruşturdu.
Enes Ata için şu sonuca ulaştı:
“Enes Ata’dan çıkartılan gaz fişeğinin Mahsum Mızrak’ın otopsisi sırasında fotoğrafı çekilen gaz fişeğiyle benzer özelliklere sahip olduğu, sehven yanlış emanete alınmış olabileceği, fişeğin kayıp olmadığı, adli emanetin 2009/2221 sırasına kayıtlı olduğu...”
Savcılığa göre Ata’nın bedenin çıkan, yıllardır aranan gaz fişeği aslında kayıp değil.
Aslında bu tespite de gerek yoktu, zira Enes Ata’yla ilgili bu dosyada, 3 ay önce zaten zamanaşımı kararı verilmişti.
***
Mahsum Mızrak’ta da sonuç değişmedi ve geçtiğimiz günlerde karar çıktı:
“Mızrak’ın vücudundan çıkartılan gaz fişeğinin taşınma tadilat sırasında emanet poşetinin yırtılması sonucu kaybolmuş olabileceğine yönelik tutanak tutulduğu, emanet poşetinin de bulunması dikkate alındığında gaz fişeğinin kasten değiştirildiğine veya alındığında ilişkin herhangi bir delil bulunmadığı...”
Bulunan emanet poşetinin altının elbette yırtık olduğu görüldü.
Savcılık, bu durumda fişeğin çalınmış olamayacağına kanaat getirdiğinden bu suçtan işlem yapmadı.
Suçun sadece emanet memurlarının görevi kötüye kullanması olabileceğine işaret etti.
Savcılığa göre de bu suçla ilgili 8 yıllık zamanaşımı süresi dolmuştu, dosya kapatıldı.
***
Avukat Barış Yavuz, itiraz dilekçesinde, fişeğin 2011’de kaybolduğuna, buna göre 8 yıllık zamanaşımı süresinin dolamayacağına işaret ediyor.
Zamanaşımı süresinin hangi tarihten başlatıldığının bile belli olmadığına.
Ölümlerle ilgili davada sanık 3 polisin ve emanet memurlarının ifadesinin bile alınmadığını, ifade alınsaydı zamanaşımı kesileceğinden soruşturmanın yürütülebileceğini belirtiyor.
Bu polislerin şüpheli konumunda bile sayılmamasının hukuksuz olduğunu söylüyor.
İtiraz yakında karara bağlanacak.
***
Bu arada neler mi oldu?
AİHM, iki dosyada da Türkiye’yi yaşam hakkını ihlalden tazminata mahkum etti.
Tazminatı, halk ödeyecek, rücu edilebilecek sorumlu yok.
Savcı, AİHM’e rağmen, üç polisin de beraatını istedi.
Muhtemel ki dava da böyle bitecek.
Fişekler kayboldu, soruşturuldu, zamanaşımıyla bitti.
Telsiz konuşmaları yok edildi, zaten böyle şeyler olabilirdi.
Enes Ata’nın kıyafetleri, mahkeme kararı olmaksızın imha edildi, mümkün, “hatadır.”
Çok bağırıp, en ağır ve büyük sözleri söyleyenlerin haklı sanıldığı coğrafyalarda olur.
Ve geriye, tüm dillerde ve tüm iklimlerde, büyük harflerle yüreklere kazılmış “adaletsizlik” kalır.
***
İşte hal-i vaziyet bu!
Peki…
Kimse bu minvalde "adalet" istiyorum…
Adalet arıyorum…
Ya da, "bu adaletsizlik" son bulsun, diyerek yürüdü mü?
Yok…
Demek ki…
"Adalet istiyorum" diye yürüyenler…
Dün, "adaletsizliği" onaylayıp, icra edenlerdi…
Zamanın insanı…
Halk sloganıyla; "bugün bana yarın sana."
***
Neyse!
İşte; Kemal Bey…
"Adalet istiyorum" diye yürüyor…
İşte Perinçek bey…
"Adalet son 50 yılın altın dönemini yaşıyor."
Aynı membaının…
Aynı geleneğin…
Aynı fikriyatın savunucuları bugün böyle diye; "nara" atıyor!
Yaman bir hal-i vaziyet!
***
OLACAK ŞEY Mİ?
Eee…
Burası Türkiye…
Hele ki, Diyarbakır ise!
Olmaması mümkün mü?
Her şey olur…
Hep ifade ediyoruz…
Ki dilimizde tüy kalmadı artık; "Sağlık, sağlıksız işliyor" diye!
Baksanıza!
Koca bir üniversite hastanesi; "ödünç cihazla" hizmet veriyor..
Öyle bir günlük..
Ya da acil bir "hasta" için, ilk müdahale adına alınmış ödünç bir cihaz değil…
8 aydır kullanıyor..
***
Cihaz…
Gazi Yaşargil Eğitim ve Araştırma Hastanesi'ne ait…
Yanık Tedavi Merkezinin "deri naklinde" kullandığı bir cihaz..
Cihazın adı; Greft…
Denilene göre; "aciliyete binaen" bir haftalığına ödünç istenilmiş…
Ki kendileri, "cihaz" alacakmış?
Ama ne hikmetse; 8 ay geçmesine rağmen ne cihaz iade edilmiş…
Ne de yerine; "yeni bir cihaz" alınmış…
Tabi cihaz iade edilmediği için; "büyük mağduriyet" var…
O da, Gazi Yaşargil Hastanesindeki hastalar…
Birçok hasta; "deri nakli için" cihaz bekliyor…
Doktorlar da, "gün uzatıyor…"
Anlayacağınız!
Olacak şey mi dedirten mevzuu "çifte mağduriyet" yaratıyor…
Bakalım, ne zaman iş çözülecek.
Ödünç cihaz teslim edilecek…
Üniversite kendine cihaz ne zaman alacak?
Ha gayret…