AHLAK SAADETİN ANAHTARI!

Malum; Bugün cumartesi! Yarın da, pazar.
Hafta sonu.
Yani bir haftanın daha sonuna geldik.
Günler çok çabuk geçiyor.  Su gibi akıp gidiyor.
Öyle ya; "akıp-giden" ömürdendir. Örülü duvardan dökülen "tuğlalar" gibi!
Derviş ne de güzel ifade etmiş;
Tüketilen "ömrün" sadecinde önemli olan "arkasında" bıraktığı hoş bir seda.
Ahiret için de; "hoş" bir saadet yaratmak!
Dedik ya; hafta sonu!
Düşündüm; İdrak ettiğimiz hafta "hayli" yorucu geçti.
Bölgemiz, ülkemiz ve toplumsal değerlerimiz noktasında; "fırtına" üreten hadiseler vuku buldu.
Gerçi hepsinin "ortak" paydası; "yarınların" daha güven tesis etmesi için ise de; tartışması boldu.

* * *

İşte bu yorucu ve zihne yük getiren hadiselerden "az da" olsa arınmak.
Zihinsel açıdan "yorgunluğu" giderme babında; bugünkü sohbeti mevzuular üzerine değil.
Farklı bir düşünce ekseninde "hayata" dair deyip; konuşursak "ilaç gibi" gelir.
Sizce gelmez mi?
Bence gelir!
Onun için de; özellikle yaşanılan zaman ve süreç açısından çokta ihtiyaç duyduğumuz "Ahlak" üzerine fikir telakisine girelim.
Malum; Şu son günlerde bir hayli "konuşur" olduk; Sosyal, Siyasal, Ekonomik ve Kültürel açıdan "ahlaki" yoksulluğu.
Evet! Yüce Kitabımız ifade eder!
Dünya ve Ahiret saadetinin anahtarı; "güzel ahlaktır" diye!
Ki; "güzel ahlak" insanı kemale erdirir.
Boşuna değil; Ahlak "alemin" nizamına, ademin de "kemaline" hizmet eder sözü!

* * *

"Ahlak iledir kemal-i adem,
Ahlak iledir nizam-ı alem"
Diyebilir miyiz ki; Yeryüzünde yaşayan canlıların "en hikmetlisi" olan İnsan.
Ve İnsan toplulukları.
Güzel Ahlak. Güzel İnsan.
Güzel Toplum "noktasında" hayatı ikmal ederken; "kavga ve fitnenin" ağında olabilirler diye!
Mümkün mü?
Olamazlar. Olmaları da Kamil değil.
Çünkü Ahlak "barışın, hoşgörünün, sevginin, birlik ve dirliğin" membasıdır.
Bu memba var olup aktığı sürece; "İnsanlar" barışık bir yaşam içerisinde huzur bulurlar.
Ki; Dinimizin de insan ve insan topluluğu için hükmettiği birinci şart "ahlaklı" olmaktır.
Hep demez miyiz;?
"Güzel Ahlaklı" insan kavgacı olmaz.
Kavga etmez!
Adaletlidir. Haksızlıktan uzak durur, haklılığı korur ve kollar.
Fitne mi, fesat mı, ihanet mi, şer mi "benimsemez".
Bilir ki; "hayat felsefesinin" baş düşmanları, toplumu da "tar-u mar" eden bu etkenlerdir.
Vaktini boşa harcamaz!
Hele fikrin ve düşüncenin hazinesini; "insanlık dışı" hadise ve icraatlara heba etmez!
Felsefesi; Dünya ve ahiret için "saadetin" anahtarına sahip olabilmek için "yararlı" işlerle meşgul olmaktır.
Elinden geldiği kadar.
Ve imkânları ölçüsünde herkese maddi ve manevi yardımda bulunur.
Büyüklere hürmet, küçüklere şefkât.
Gönüllülük esastır, samimi, tatlı dil ve güler yüzlü olmaktır; hayat karakteri!

* * *

Peki;
Aynayı "yüzümüze" tutup söylenirsek; "güzel ahlaklı" olduğumuzu.
Şu anki "yaşanan" atmosfer açısından; "doğru" söylemiş olur muyuz?
Hayır!
Bilakis cevabı ve söylenecek söz "riyakârlıktan" öteye olmaz!
Bugün diyebilir miyiz;
Yaşadığımız coğrafyada. Ya da ülkenin bütünlüğünde.
İster birey ister toplum ve aileler düzeyinde.
"Güzel Ahlak'ın" yekvücut ikmal edildiği.
Hiçte!
Bakın toplumun "çekirdek" kadrosu diye övündüğümüz aileye!
Anneliğini, Babalığını, Evlatlığını bilmeyen bir potansiyel var.
Ticari hayat! İşçi-işveren cenahı.
Devlet ve devleti işletenler.
Adalet ve Adalet'in hükmünü verenler.
Yöneten ve yönetenler.
Rejim ve Yasalarımızın topyekunu.
Nizam-ı Ahlakında, "doğru" mecrasında işlem ihtiva ediyor mu?
Hayır!
Tar-u mar bir; "ahlaki çöküntü" hasıl!

* * *

Kardeş-kardeşe kırdırılıyor.
Hem de "kan" dökerek, Can alarak.
Hak gaspı. Irk inkârı.
Beri yanda; Maddi ve manevi hak tecavüzü.
Yolsuzluk, usulsüzlük, rüşvet, suistimal.
Fuhuş, alkol, uyuşturucu, gayri nizami yaşam.
Bugün; "baş döndürücü" bir düşman olarak; kendimize "ahlak" edinmiş değil miyiz?
İnkârı mümkün mü?
Maalesef!
O zaman; Ne oluyor bize? Sorusunu artık yüksek sesle.
Hatta birey ve toplum olarak çığlık çığlığa söylemeliyiz.
Şu hal-i pür melalimiz nicedir diye!
Demek ki; Millet olarak huzuru yakalamak istiyorsak güzel ahlaklı fertler yetiştirmeliyiz…
Yeryüzünü "cehenneme" çevirenler.
Ya da; "yaşamı" çekilmez kılanlar.
İhanetler üzerine bina dikip; "kan ve gözyaşıyla" hayat bulanlar.
Hepsi de "Çirkin Ahlakın" meyveleridir.
Boşuna denilmemiş; "Bir kötünün yedi düvele zararı vardır" diye!

* * *

ATEŞ, SU VE AHLAK'IN ARKADAŞLIĞI!

Bakınız size bir hikâye aktarayım.
"Olmaz ya" ama olmuş bir seferliğine deyip; bakalım.
Hikâyenin bize "kulak küpesi" olacak vecizesi çok. Yeter ki "zihnimiz" bulanık olmasın.
Ateş, su ve ahlak bir yolda buluşmuşlar.
Tanıştıktan sonra bir muhabbete tutuşmuşlar. Başlamışlar kendilerini tanıtmaya.
Ateş başlamış söze;
Ben demiş aşığımdır kimi zaman karanlıklarda, kimi zaman soğuklarda ısınmaya sebebim.
Kimi zaman güneşim, kimi zaman bir kor parçasıyım yakarım hoşuma gitmediğinde önüme ne gelirse.
Çok iyiyimdir. Benden çok kere istifade edilebilir der ve ekler ateş.
Fakat bir sinirlenirsem yakarım etrafımda ne varsa kimi zaman yangın olurum ansızın yakarım en boş anlarda der.
Onun için benimle aranızı iyi tutun der.

* * *

Bu kez Su başlar söze;
Hayat kaynağıyımdır. Yokluğum çok kötüdür.
Ben olmazsam yaşayamaz mahlûkat. Her hayatta ben varım der.
Benim olduğum yerde hayat.
Sonra başlar ateşin yaptığı gibi zararlarından bahsetmeye.
Fakat der ben bir kızarsam sel olurum bazen, bazen bir fırtınayla gelirim ne varsa yutarım der.
Onun için benle aranızı iyi tutun der.
Ve son olarak sıra ahlaka gelir;
Hayat düzeninde benim yerim başkadır der.
Benim hiç bir kötülüğüm yoktur. Kimseyi de tehdit etmem der.
Ateş girer söze;
Ben bu arkadaşlığı çok sevdim!
Hani olur da bir gün birbirimizi kayıp edersek nasıl buluşacağız der?
Su derki beni kaybederseniz eğer bir yağmur gördüğünüzde kaçmayın yaklaşın ben orada olurum der.
Ateş der ki beni kaybederseniz eğer bir duman görürseniz, bir sıcaklık hissederseniz hemen gelin ben orada olurum.
Tabi Ahlak sözü alınca; manidar ifadeyle kendini hissettirir.
Siz siz olun beni sakın kaybetmeyin!
Eğer; "beni bir defa kaybederseniz, bir daha bulmanız mümkün olmayabilir..."
Bilmem "hikâyenin" meramını anladınız mı?

* * *

AYNA'NIN YÜZÜ, TOPRAĞIN GÖZÜ!

Bir de; ayna ile Toprak'ın buluşma hikâyesine bi bakalım.
Dedik ya; her söz "insanoğlu" için hayatın bir küpesi iken; biz sözleri "hep" akıntıya bırakıyoruz.
Gelin bırakmayalım; "kulağa küpe" ahlaki gerçekleri!
Hikâye ya bu!
Toprak bir gün aynaya der ki: "Ay ayna! İmreniyorum sana!
Çünkü kim sana baksa, kendini görür; bana bakanlar ise, sadece beni görür!"
Ayna toprağa şöyle cevap verir: "Ey kara toprak, ne beyhude bir dert ile dertlenmişsin bilmiyor musun?
Ben bana bakanların bugününü gösteririm.
Oysa sen, sana bakanların yarınından haber verirsin"
Bu cevap, toprağın beğenisine gitse de, tekrar der ki; "Belli ki içimi rahatlatmak içindir sözlerin.
Söyler misin bana, sana bakanlar, hiç dönüp bakar mı bana?"
Ve ayna toprağa acı bir gülümseyişle şunları söyler; "Merak etme! Bana bakacak yüzü kalmayanların gözü, hep sana döner!"
Bizden bu kadar!
Güzel bir hafta sonu dileğiyle.