ANAYASAYA AYKIRI!
Şu,
CMK'nin 102. ve 252 maddenin son fıkrasının "tutukluluk" süresine ilişkin; vücuda gelen tahliyeler.
Peş peşe salı veriliyorlar.
Sayıları, bini bulacak gibi gözüküyor.
Tahliye olanların;
"Suç nevileri" noktasında bu nasıl adalet anlayışı, diyerek başlayan sorular zinciri.
Doğrusu;
Şuan toplumda ciddi bir "vicdan" rahatsızlığı yarattığı hepimizin malumudur...
İki gün önceki yazımda;
Fikrimi alenice ifade etmiştim, "hukuki ve adli arıza var" diye!
Tabi bunu salt;
"Niye bunlar tahliye ediliyor çarpıklığına indirgersek hata yapmış oluruz" ayrıntısına da vurgu yapmıştım.
Çünkü;
Bu infial üretici "vicdani" öfke geliştiren mevzuu, tek cepheyle değil, bir bütün ele alınmalı.
* * *
Dikkat ediyorum;
Tahliye süreciyle alakalı her mevzuda olduğu gibi "iki cephe" hâsıl.
Bağrışıyorlar!
Empati geliştirmeden, kanun-nizam-i vücuda getirmeden.
Doğal olarak da, hadiseyle alakalı seyr-ü sefer pek "akil" durum geliştirmiyor.
Hukukçu değilim.
Ama,
Mantık ve yılların verdiği tecrübenin "hukuk" nizamıyla ilgili bilgiler, şu anki hal-i duruma şunu söyletiyor.
Eğer;
Adalet 10 yılda "tecelli" etmiyorsa...
Bilinmelidir ki, arkasında ikmal edilecek olan "Adalet" değil, adaletsizlik olacaktır.
O zaman da;
"Adaletin kestiği parmak acımaz" vecizesi, bu noktada atıl duruma düşmüş olur...
* * *
Temelde,
10 yıl tutuklu kalmakta.
10 yıl sonra tahliye edilmekte.
Ve davaların "zamanında" karara bağlanmayarak netleşmemesi başlı başına "Anayasal" suç teşkil etmektedir.
Yani;
Her yönüyle "Adil" bir yargılama söz konusu olmadığı için, "Anayasal" bir ihlal söz konusudur.
Şöyle ki;
Anayasa Hukukçusu Sevgili Dostum Mustafa Şenay Canoruç'un ifade ettiği gibi...
Hukuk devleti ilkesine...
Hak arama özgürlüğüne...
Ve Adil yargılama ilkelerine "alenice" aykırılık teşkil etmektedir, şu anki işlem süreci.
* * *
Nitekim;
Anayasanın 10. maddesi şöyle der:
Herkes,
Dil, ırk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir.
Madde devamla şöyle diyor;
Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz.
Yine aynı maddenin son cümlesinde şu vurgu yapılmaktadır.
Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar...
* * *
Şimdi;
Anayasanın tüm bu açık ve "kuşku" kurgusu oluşturmayan ifadelerine rağmen, hayat bulan CMK'nın 102. maddesi ve 252'inci maddesinin seyri Anayasal bir nizam taşıyor mu?
Daha açık bir ifadeyle;
Anayasanın bu eşitlik ilkesine sahip midir?
Hayır!
Ve sanmıyorum da.
Takdir edersiniz ki, yargılama ve süreç bir bütünlük içerisinde "hukuki" bir mecra seyretmediği gibi.
Anayasal;
"Eşitlik ilkesine" uygun bir uygulama da ihtiva etmiyor.
* * *
Bakınız;
Bu açık ve aleni olan "Anayasal" aykırılık önümüzdeki günlerde yeni infiallerin habercisi.
Körükleyen bir durum bu.
Suistimallere
Ve hukuki dengesizliklere karşı savunmasız...
Yine,
Canoruç dostumun ifade ettiği gibi...
CMK'nin 102 ve 252'inci maddeleriyle alakalı Yerel Mahkemeler ve Yargıtay "iptali" noktasında Anayasa Mahkemesine başvuru hakkına sahip!
Toplum vicdanı,
Hukuki eşitsizlik,
Anayasal "eşitlik" ilkesine olan aykırılıklar nedeniyle, Anayasa Mahkemesine yapılacak başvuruda çıkabilecek sonuç açık.
Maddeler İptal.
* * *
Peki,
O zaman ne olacak?
Tahliye olanlar yeniden tutuklanacak.
Tabi, tutuklama imkânı oluşabilirse.
Doğrusu,
Böyle bir sürecin de vücuda gelmesiyle ikinci bir infial gelişecek?
O da şu olacak;
Adaletin zamanında "tecelli" edilmeyişiyle doğan mağduriyet.
Yani;
Adamı 10 yıl "isnat" ettiğin ama ispat edemediğin suçtan cezaevinde tutuklu tutacaksın.
Ve bu süreye rağmen; hakkında "ceza-i" karar hükmünü vermemiş olacaksın.
Ki yasaya göre;
Cezası sübut olmayan ve adalet tecelli edilmeyene kadar kişi daima "masumdur".
Sadece;
Şüpheli durumdadır.
* * *
Anlayacağınız,
Öyle bir durum icra edilmiş ki tabiri caizse...
"Yukarı tükürsen bıyık, aşağı tükürsen sakal" misali...
Ha bu arada;
Tahliyeler öyle beraat ya da af değil.
Ceza indirimi de değil.
Ama topyekûn durumun çıkardığı vazife şudur; Hak, Hukuk ve Adalet "kör topal".
Hani diyoruz ki;
Yargı Reformu şart.
Hani diyorlar ya;
Yargı siyasal iktidarın güdümünde?
Hani deniliyor ki;
Yargı bağımsızlığı şart?
Ha bir de, bağırıyorlar;
Yargı siyasallaştı diye?
Gerçeğini söylerseniz;
Bunların hepsi ne yazık ki "şuan için" Adalet mekanizması ve Yargı oluşumunda "vücut" sahibi.
* * *
Önemli bir ayrıntı da;
Bu tahliyeler ve ikmal edilen iki madde iki hedefli kurşun?
Birinci kurşunun hedefi; Hükümet.
İkinci kurşunun hedefi ise, Yargı.
Yani şuan; "iki tarafta" bu tahliyelerle alakalı kamuoyunda ciddi manada "vicdani" sorgulamanın, yaralısı.
Eğer;
Türkiye Yargıda "eşitlik" ve kanunların nizamında "eşitlik" ilkesini ihtiva etmek istiyorsa.
Yargı mekanizmasını;
Tabiri caizse "tepeden-tırnağa" yenilemeli, Adalet terazisini yeniden teraziye almalı.
En önemlisi;
İş yükünü hafifletme noktasında, kadro genişlemesine gitmeli.
Hakim,
Savcı,
Mübaşir ve Zabıt katibi. En önemlisi; demokratik çağdaş ülkelerde var olan Adli Kolluk.
* * *
Öyle;
Önce tutukla, sonra delilleri topla mantığı artık, eski çağlarda.
Delilden, suçluya anlayışı, "Adli kolluk" ilkesiyle hayat bulmalı.
Aksi takdirde;
Diyarbakır'da inşa edilen ve 5 yıl önce yasası çıkan İstinaf Mahkemesi gibi.
İcra edilecek;
Yapılanmalar ve çıkarılacak yasalar "uygulanmadığı" için tozlu raflarda tutulan kitaplar gibi olur.
Bir önceki yazımda aktarmıştım;
Şuan yerel mahkemelerde 550 bin civarında dava dosyası.
Yargıtayda ise, bir milyon 450 bin dosya var. Yani; 2 milyon dava dosyası.
Velhasıl;
Yargı mekanizma işleyişi noktasında kim ne derse desin, "Anayasal" eşitlik ilkesine uygunluk seyretmiyor.
Arızası var.
Hayırlı Cumalar.