BARIŞ SESİNİ DUYMALI VE GÖRMELİYİZ?

Kritik bir zaman;
Ve gelişen fırsatlar.
Ülke ve millet için çok "önemli" bir süreç işliyor.
Özellikle de; "önümüzdeki" zaman için. Yani yarınlar ve ötesi!
Birincisi;
12 Eylül'de yapılacak Anayasa Değişikliğine ilişkin Referandum.
İkincisi;
PKK'nın "tek taraflı" başlattığı ateşkes ve çatışmasızlık süreci.
İsterseniz;
Fırsat diye herkesin mutabık olduğu "eylemsizlik" sürecini okuyalım.
Zaman süreci "sayılı" günler!
Neyi ihtiva etmektedir bu zaman;
Ölümsüz, çatışmasız, baskınsız, bombasız ve silahsız günler demektir.
Böyle bir süreç doğal olarak;
Huzuru, güveni, istikrarı, toplumsal gelişmeyi hareketlendirir.
Korku, endişe ve kuşkuya dayalı esen rüzgâr diner.
Normal bir hayat oluşur!

***

Tıpkı önceki gece; Hakkari'de çekilen bu resim gibi.
Haber ve resmin flaş tanımında şu ifade yer alıyor.
"Şiddet bitti, huzur geldi".
Evet!
Kritik bir zaman ve gelişen bir fırsat.
İlk günden buyana ifade ettiğim gibi, yineliyorum.
Bu ateşkes; "PKK'nın kendi inisiyatifiyle" gelişen bir karar değil.
Kürtlerin. Güneydoğu insanlarının.
Sivil Toplum Örgütlerinin. Aydınların, yazarların, çizerlerin.
Siyasilerin.
Velhasıl; "toplumun" ekseriyetinin istem ve tepkiye dayalı isteğinin sonucudur; "ateşkes".
Onun için; Bu ateşkesi "Kürtlerin" istek ve talepleriyle gelişen bir fırsat adımıdır.
Öyle ise; Meselenin "iç ve dış" yapısında yer alan. Sirayeti bulunan.
Her kesimin, "ciddi" bir duyarlılığı şart.

***

Eskiden icra edilen "bildik" ideolojiler.
Sıradan görme ve "kulakların" üzerine yatma; "anlayışı" ile vesayetçiliğe son verilmeli.
Ülkenin ve milletin dinamikleri;
Eğer samimi ve gerçekten "ülkenin ve milletin" yarınlarını düşünüyorlarsa.
Barış ve huzur ortamının sağlanmasını istiyorsa; "bu hamleyi" es geçmemeli.
Fırsata "dönüştürüp" Kürtlerin "ses ve beklentilerine" kulak vermelidir.
Özellikle de; Silahı benimsemeyen.
Silahın "çözümsüzlük" olduğunu savunan.
Çözümün ve çözümlerin "siyasi" arenada gelişme gösterdiğine inanan.
Ve bunun için de; "yıllardır" kapalı tutulan yollar açılmalı.
Önemli bir etken de; gerek Kürtler cephesinde, gerekse de, karşı cephede bulunan.
Hadisenin "muhatapları" kendi iç yapılarına da iyi bakıp, analiz etmelidir.
Çünkü; silahtan, şiddetten, kavga ve kandan yana olan kendi "derinleri" mevcut.

***

Nasıl ki;
Ağzımızdan düşürmediğimiz "derin devlet" yapısının varlığı söz konusu ise.
PKK içinde ve Kürtler içinde de; belli bir zümrenin varlığı tartışılmazdır.
Anlayacağınız;
Sorumlu davranmak ve sorumluluk üstlenilmesi gereken bir süreç işliyor.
Mesela; Sağlanan bu "ateşkes" gidişatını güçlendirme babında şu adımlar atılmaz mı?
Ki bunu; bölgenin birçok düşünce kanadı ifade etti.
İlk adım olarak; Seçilmiş siyasilerin serbest bırakılması!
Şuan cezaevinde binin üzerinde kişi var.
Belediye başkanları. İl ve ilçe başkanları. Meclis üyeleri.
İsnat edilen suç muhtevası; "şiddet" içermiyor.
Salt konuşma ve telefon dinleme trafiğinin eldeki dokümanları.
Silah tutan, kurşun atan, bomba ve mayın düzeneği hazırlayan yok.
Nasıl; bugün "Balyoz, Andıç, Erzincan" hadiselerinde "apoletlere" müsamaha gösterildi.
Bunlar için de; "formül" geliştirebilinir.

***

İkinci bir adım da;
Anayasa'nın "hükmünde" yer alan Vatandaşlık hakları.
Saygı gösterilecek!
Haklar tanınacak.
Eşitlik ve sosyal hukuk devleti ilkesine hâsıl bir ülke isek; "olması" gereken yapılmalı.
Kürtçe isimlerin iadesi! Ve "seçim barajının" düşürülmesi.
İnanıyorum ki;
Bu kısa zaman dilimi içerisinde atılacak bu adımlar "Barış ve huzur" rüzgârını daha bir etkili kılacak.
Tabi bu adımların icrasıyla, Batı'da oluşabilecek bir gerilimi de okumak lazım.
İşte bu okuma gerçeğini de; Türkler görmeli!
Önceki gece bir televizyon kananında, usta isim zikretti.

***

Şöyle ki; Bugün eğer Ankara'da, İstanbul'da, Bursa ve Eskişehir’de.
Halkın oylarıyla seçilmiş bir siyasetçi, belediye başkanı, il başkanı veya meclis üyesi.
"Türk" olduğu için.
Türk olduğunu ifade ve savunduğu için.
Eline kelepçe vurulursa.
Toplu kameralara görüntü verilirse. Ve sonra cezaevine atılırsa.
Sahi; nasıl bir duygu gelişirdi?
Evet!
Süreç kritik ama fırsata gebe.
Burda; "sorumlu ve sorumluluk" noktasında ciddi bir empati lazım.
Kürtler ve Türkler açısından.
Onun için diyorum ki; Türkiye'nin yüreği Kürtlerden yükselen "Barış" çığlığını artık duymalı.
Bin yıllık bir geçmiş. Etle-tırnak olmuş bir; toplum!
Her ne kadar; "Türk'ün Türk’ten başka dostu yoktur" vecizesi hâsıl ise de.
Bence doğrusu; "Türk'ün Kürt'ten başka dostu yoktur" gerçeğidir.

***

BOYKOT FİKRİ DEĞİŞİR Mİ?
Gelelim; 12 Eylül Referandum sürecine!
Malum; "zaman" hızla akıp gidiyor.
Güneydoğu'da şu an "iki düşünce" hâkim.
Biri siyasal iktidar AK Parti'nin "evet" tercihi.
Diğeri; BDP!
Ve oylama için getirdiği "Boykot" düşüncesi!
Ben; "Hayır'ı" Güneydoğu'nun genelinde olduğu gibi Kürtler açısından bir tercih olabileceğini düşünmüyorum.
Çünkü; Böyle bir "varlık" söz konusu değil.
Ya "evet" ya da "boykot" biz yokuz!

***

Ancak; BDP'nin kurmaylarından son bir kaç gündür "sinyal" değişimi alıyorum.
Özellikle de; "Ateşkes ve çatışmasızlık" kararının alınmasından sonra.
"Boykot'u" sürdürürsek ne olur, sürdürmeyip "seçmeni" özgür bırakıp evet için meyil verirsek ne olur?
Bu da şunu gösteriyor!
BDP her ne kadar "Boykot" denilen tercihi ilk gün ilan ettiyse de, "bu kesin kararı" değil.
Mesela; önceki gün!
Selahattin Demirtaş Silopi ve Şırnak'ta.
Gülten Kışanak ta Siirt'te şöyle bir ifade kullandılar.
"Başbakanın Diyarbakır'daki konuşmasına bakacağız. Buradaki konuşmasını önemsiyoruz."
Yani; Başbakan'ın 3 Eylül'deki Diyarbakır mitinginde yapacağı konuşma BDP'nin beklentilerine cevap verecek mi?
Bir beklenti var.
Tıpkı; 2005'in Ağustos ayında. TOKİ'nin konut dağıtım töreninde Başbakan şöyle bir çıkış yapmıştı.
"Kürt sorunu benim sorunumdur. Çözümünü de ben sağlarım" demişti.
O günden bugüne.

***

Peki!
Benzer ve daha 'açık" ifadelerin yer alacağı bir düşünce ortaya koyar mı?
Doğrusu; bu soruya yanıt vermek biraz zor.
Çünkü; Süreç ve esen rüzgâr, "Batı ile Güneydoğu" algısı kıvılcım misali farklı hadise körüklemesine neden olabilir.
Onun için; Başbakan Erdoğan'ın Diyarbakır konuşması "BDP'ye" yönelik bir konuşma olmayacak.
Ağırlıklı olarak; 12 Eylül'ün "vesayetini" içeren Anayasa'nın sivilleşmesine vurgu yapacak.
Bu değişim; önümüzdeki süreçte Kürt sorununun "çözümüne" yeni yollar ve samimiyet kulvarları geliştirir diyecek.
Tüm bu empatinin sonucunda şu ortaya çıkmaktadır.
BDP'nin; 3 Eylül beklentisi "pek" getiri icra etmez.
Öyle ise; ne yapacaklar?
Boykot'ta "kesin kez mi" diyecekler.
Yoksa son günlerde önceden kendi tabanları olarak gördükleri kesimin "oy rengini" açıklaması.
Bölgede yüzde 90'ların üzerine çıkan evet’e karşı "yeni bir konsept mi" geliştirecek.

***

Doğrusu; aldığım bazı duyumlara göre.
BDP "kaygan" bir yapıya sahip olan gönüldaşlarını düşünerek.
"Kemikleşmiş" oyları da; hesaba katarak bir "gevşeme" trendine girecek.
Ve 12 Eylül'e kısa bir zaman kala;
"Demokrasi" vurgusuyla "evet"e meyil veren bir düşünceyi ifade ederek "sandık serbest" diyecek.
Ki bana sorarsanız "böylesi" bir politika BDP tarafından icra edilirse!
Hem siyasal iktidara.
Hem de eveti isteyen Güneydoğu'nun ekseriyetine söyleyecekleri olabilir.
"Siz istediniz biz yaptık.
O zaman gelin; Anayasa'yı topyekûn sivilleştirip değiştirelim.
Kürt sorununu da masaya yatırıp, "sivil" irade ortaya koyup çözelim" diyebilecek.
Aksi takdirde;
Ne siyasal iktidara söyleyebilecek bir sözü olabilir.
Ne de; Güneydoğu'daki 12 Eylül darbesinin mağduru olan Kürtlere bir şey diyebilir.
Güzel bir hafta sonu dileğiyle.