DEĞERLERİMİZİ YİTİRİYORUZ!!
Öncelikle; Geçmiş Kurban Bayramınızı tebrik ediyor.
Barışın, kardeşliğin, hoşgörü ve sevginin daim olması temennisiyle;
İnşallah Bayramın zaman dilimini "gönlünüzce" hoş bir seda içerisinde geçirmişsinizdir.
Bayram süresi içerisinde gelişen "siyasi" mevzuulara.. Gelip-giden siyasilerin "söyledikleriyle" sizleri meşgul etmeyeceğim.
Sizleri; "Bayramın ulvi değerleri" ve hayatın gelişen menbasını "düşünce" trafiğine alacağım.
Ki yarınları daha "aydın" görebilelim diye..
Takdir edersiniz ki; Bayramları bayram yapan "ona" yüklenen misyondur. Ve o misyonun ahali tarafından yerine getirilmesidir.
Gelenektir, görenektir, örf ve adettir.
Eğer biz kendi iç dinamiklerimizle, ahlaki değer ve dünya düşüncesiyle "ona" yüklenen misyonu layıkıyla idrak edebiliyorsak.
Ve onun içini doldurabiliyorsak. Ne mutlu bize.
Demek ki "Bayramı" yaşamış oluruz. Yani dolu dolu bir bayram geçirmiş oluruz.
***
Ancak ne var ki; "hayatın" zorluğu mu?
Yoksa "bayram" düşüncesini evlatlarına aşılamayan biz büyüklerin suçu mu?
Ya da; dünya değişiminden mi, yoksa kültürel yozlaşmadan mıdır?
Bilemiyorum. Ama hepsi "mevcut" yapının erozyona uğramasında birer damla.
Çünkü Kurban Bayramı "süresi" içerisinde gördüklerim, sohbetine nail olduğum ortamların ekseriyeti maalesef; "acı" bir dram misali.
Hiç de Bayram'a ve Bayramlara "yakışmayan" tablolar gördüm. Yaşadım, hissettim ve aile sohbetlerinin de ana konusu ettim.
Sanırım salt ben yaşamadım. Birçoğunuz yaşamışsınızdır.
Az sonra ifade edeceğim mevzular karşısında "evet ben de yaşadım ve yaşıyorum. Ama bu kadar acı bir dram olacağını beklemiyordum" diyeniniz de olacak. Hatta boş ver diyeniniz de.
Ama ekseriyetiniz hak verecek. Çünkü öylesine bir millet olmuşuzdur ki; illaki birileri "gerçekleri" görebilmemiz ve idrak edebilmemiz için "kafamıza tokmak" indirmesi gerekir. Ya da şamar atması lazım.
"Eee vallaaah. Doğru söylüyorsunuuuz" diye.
***
Öncelikle safımızı belirleyelim.
Biz büyükler olarak. Yani Bayramı veya bayramları "tatil ve eğlence" olarak mı görüyoruz.
Yoksa ulvi değerleri "yaşayıp, yaşatan" mukaddes zaman dilimi olarak mı görüyoruz?
Evet, veya hayır demeye gerek yok. Hangi safta olduğumuzu anlamanın yolu basit.
Öncelikle Bayram denince "aklınıza" ne geliyor.
Ya da hangi hayalleri düşünce hazinenize "KDV" olarak aktarıyorsunuz.
Bunu bir düşünce terazisine alalım. Ve sonra evdeki 15 ila 18 yaş arasındaki evladınıza sorun.
Tabi bu sualler ve gelebilecek cevaplar "bizlerin de bayramı ne kadar evlatlarımıza doğru bir inanç ve değer ölçüsüyle aşıladığının da" bir göstergesi olacaktır.
Onun için; vaziyeti iyi tahlil etmek gerekir.
***
Eğer büyük olarak bizler sorulara verdiğimiz cevap ile evladımızdan gelenle bir bir örtüşüyorsa. Oooh ne güzel.
Örtüşmüyorsa; o zaman "kusurluyuz. Tedirgin olmamız gerekir"
Şayet çocuğumuz; "Bayramı" tatil olarak algılıyorsa. Yani okuldan uzak kalmanın keyfinden ve zevkinden bahsediyorsa.
Ve gün boyu; bilgisayarın başında. Play-station'un karşısında. Göz kırpmadan "şiddet içeren" oyunlarla meşgulse.
Zamanı böyle tüketiyorsa. Eve gelen-gidenden habersiz.
El öpmenin, büyük ağırlamanın "değer" ölçülerinden uzak bir diyarı yeğliyorsa.
Bilin ki; kusur" büyük olduğu kadar vebali ve günahı da bir o kadar büyüktür.
***
Bir elinde cep telefonu, diğer elinde volkmen. Kulaklık kulağında, volüm sonda.
Yazmaya bile üşenmiş vaziyette. Şablonlarla; mesajlaşıyor.
Onunla "bayramlaşma" duygusunu yaşıyor. Aslında onun bu yaptığı, bizim aynı binada oturan komşularımızı tanımama.
Gidip-gelmeme. Varlar mı, yoklar mı?
Hasbi hali yaşamıyor olmamız. Hatta Aile içerisinde bile "Bayramlaşma" seremonisi yapılmıyorsa.
Büyüklerin elleri, küçüklerin de gözleri öpülmüyorsa?
"Karı-koca" birbirleriyle bayramlaşmıyorsa. Ki böyle bir hayat nizamı içerisinde cebellenmiyor değiliz..
Hem de dik alası debeleniyoruz. Demek ki; "kusur" başka yerde değil. Bizde; hem de çok derin bir şekilde.
***
Ramazan Bayramı'nda "nerde o eski bayramlar" diye bir vecize kullanmıştım.
Artık kullanmıyorum. Çünkü o kelimenin arkasına sığınarak; aslında hem kendimize hem de gelecek nesillere "büyükler" olarak kötülük ediyoruz.
Üstadın dediği gibi "Ne ekersen onu biçersin".
Mahsül eğer bugün "eleştiri" alıyorsa.
Bilinmelidir ki; eken sorumludur. Sonuç itibariyle "tatminsiz, sorumsuz, ilgisiz" bir nesil yetiştiriyoruz.
Onun için de; "değer ölçülerimiz" hep erozyon geçirmekte.
Çünkü "çocuklar" bayramı tatil. Biz büyükler "dinlenme".
Ailenin diğer efratları da; "fırsat bu fırsat" kaçışta. Yani; Bayramı "bayramın" tadından çıkarmış durumdayız.
***
Öyle ki; "hayrı da, sevabı da" artık önemsemez hale geldik.
Kurban "kesimi" diye; vahşet görüntüler lanse ediliyor.
Bir kilo et için kuyruklar. İnsan onurunu ayaklar altına alan "sözde yardım" organizasyonları.
Kısacası; "değerlerimiz" kadar, benliğimizi de hızla kaybediyoruz.
Yoksa; bugün ahali olarak.
Barıştan, kardeşlikten, hoşgörüden, sevgiden, özgürlükten, birlik ve bütünlükten.
Demokrasiden, insan haklarından, bireyin ve toplumun temel yargılarından neden "yokluk" noktasından yakınalım.
Neden; kardeşin kardeşe kırdırıldığı.
Şiddetin, terörün, kanın, gözyaşının "durmak" bilmediği bir coğrafyaya mahkum olalım.
Açlığın, sefaletin, işsizliğin, yoksulluğun, geri kalmışlığın "alın yazısı" olarak kabul edelim.
Milli değerlerine sahip olmayan bir toplumun "her türlü" fitneye müsait olduğu kaçınılmaz bir gerçektir.
Onun için de; "sen-ben" değil, biz siz ve onlar.
Ama hepsinin ortak paydası; "millet".
Yani; ne zaman millet olarak "hepimiz" bir olursak.
İşte o zaman; biz varız demektir. Bunu hayata geçirecek ilk adım ve çekirdek kadro da "aile".
Ve ailenin "değer ölçüleri" karşısındaki bütünlüğüdür.