DEĞİŞİM VE DÖNÜŞÜMÜN HAMLELERİ?

Birileri "farklı" anlamlar yüklese de!
Zihinde "bunaltı" hissettiren söylemlerde bulunsalar da.
Güçler kavgası diye "yaygara" koparılsvgası diye "yaŞ0∏†Şø  da.
ÜlkeninıOvlettin. Ve Hukuk nizamı açısından "bölünüyor" korkusu salınsa da.
Türkiye!
Pek tabi ki; ülke ve millet olarak değişim içerisindeyiz.
Daha açık ifadeyle "dönüşüm" evresi geçiriyoruz!
Çünkü birçok alanda önemli bir "mesafe" kaydedicilik şuan hâkim.
Sosyal mi?
Siyasal mı?
Ekonomik mi?
Kültürel mi?
Veyahut "Demokrasi ve Hukuk mu?".
Yarınların "özgürlüğü" açısından ciddi bir "yenileme" söz konusu.
Özet ifadeyle!
Kabul edilse de, edilmezse de "ortada" var olan bir gerçektir; Türkiye’nin "top yekûn" kabuk değiştirmeye başladığı gerçeği.
Onun için;
Statükocu, faşizan ve pek tabi ki "ulusalcı" düşünce artık gerçekleri görmeli.

* * *

"Gözleri" kapamak!
At gözlüğüyle bakış koymak!
Hiçbir şey olmamış ve olmadığını söylemek; "zekâ" ayıbı olmadan öteye değil artık.
Gerek içte. Gerekse de, dışta! Büyük bir değişim ve dönüşüm özgürlüğü var.
Hatırlayalım!
Ülkenin ve milletin bundan 5–10 yıl önceki siyasi konjekörünü.
Ve yaşadığı travmaları!
O gün için diyebilir miydik; Türkiye "vesayetler" rejimiyle yönetilmiyor diye!
Ya da; Türkiye "iç ve dış" sorunlarda, kendine özgü bağımsız bir icra mekanizmasına sahip mi diye!
Mümkün mü?
Korku, endişe ve tedirginlik hâkim di!
İç siyasette;
"Darbe korkusu" hâkimdi. Asker ve Yargı "vesayeti" hükmediyordu.
Özellikle Güneydoğu'da, "Devlet içerisine" çöreklenmiş; derin devlet yapılarının icra ettiği terör!
JİTEM mi, GLADYO mu, Çeteler mi, ERGENEKON mu?
Bayrak, Millet, Devlet "naralarıyla" icra edilen; toplumsal hizipleşme mi?
İşlenen faili meçhul cinayetler.
Yerden, göğe yükselen; kanlı katliamlar mı?
İşkence mi, terör mü, fişleme mi?
Hepsi!
Bir değil binlerce kez; vuku buluyordu?

* * *

Dış siyaset;
Tam bir güdümlülük hâsıldı.
ABD ve AB "ne isterse" O.
Komşu ülkeler; ne hükmederse O!
Herkes; düşman. Herkes bir plan ve getirim hesabıyla; istediği şekilde "at koşturup" dayatma gösterebiliyordu?
Tıpkı;
Dört bir tarafı "istilacı" devletlerle işgal edilmiş bir harap ülke idi.
Bugün!
Güçler "farklı" bir dönüşüm içerisinde.
Hükümet;
İç siyasetinde ve dış siyasi aktivitesinde "dengeleri" elinde tutucu bir politika icra ediyor.
Yeri geldi mi;
Korku ve endişe taşımadan "resti" çekiyor.
Yeri geldi mi;
Üstünlüğü elde tutup, "hoşgörüyle" tarafları ağına alıyor.

* * *

Şimdi; tüm bunları neden "dillendirmeme" gelince!
Uzun bir süredir;
O birileri dediğimiz zat-ı muhteremlerin ağzında şu ifade var.
Türkiye "Eksen kayması" yaşıyor diye?
Aslında;
Korkular ve statükocu düşünceler üzerine kendilerine dünya kurgulayan "vesayetçi" anlayışın; altında "kayan güç dengesi" olduğu içindir ki koparılan yaygara hep bu eksendedir.
Ülke elden gidiyor "aymazlığı".

* * *

Önceki günden beridir izliyorum!
Toplumda beklenti oluşturan; Hükümet ile BDP'nin "diyalog" kurmasına ilişkin bu zihniyetin neden söylediğine...
Ve bu yönde "ilk" adımın atılmış olmasından çıkarılan fırtına...
Ciddi manada; bir "paranoyak" hâsıl bu "kısır" kesimin beyninde.
Türkiye "bölünüyor".
PKK'nın istediği "özerlik" geliyor; şeklindeki ateş körükleyiciliği içerisinde debeleniyorlar...
Sanırım!
Hükümette, BDP'de bu "bir bardak suda fırtına" koparan zihniyetlerin çirkinliklerini bildikleri için; "konuşmaları" hayli temkinli.
Özellikle; ülkenin bütününde.
Genelliklen de; biz Kürtlerde.
Ve Batı'dakilerde "farklı ve büyük beklentiler" oluşmaması; noktasında "ser verip, sır vermeme" politikası benimsendi.
Bence; olması gereken bir "yol" stratejisi.

* * *

Hatırlarsanız!
Habur'da ortaya çıkan resmi!
Demokratik Açılım "koşusu" bir anda ortaya çıkan bu resimle dondu.
Ki; Özlemin, barışın, kardeşliğin ve buluşmanın, ırak olmanın "hasretiyle" kucaklamanın ürünü idiyse de.
Birilerinin;
Yüklediği "farklı" anlamlar ciddi bir "şiddet" seyrine neden oldu.
Öyle ki;
"Açılım mı?
Demokrasi mi?
Demokratik adımlar mı?" deme korkusu gelişti.
Tecrübe oldu!
O gün;
Hem hükümet açısından, hem BDP hem de, PKK 'açısından' süreç acemiliğiydi.
Selahattin Demirtaş. Ve Cemil Çiçek.
İkisinin de; "siyasi" aktiviteleri malum!
Ciddi bir; "Milliyetçi" profilleri var.
Biri Türk Milliyetçisi. Biri Kürt Milliyetçisi.
Kameralar karşısındaki; "görüşmeyle" ilgili ayrıntı detay verirken "üslup" ve kullanılan siyasi dil; "restçi" değildi.
"Paylaşımcı ve risk düşürücüydü".
Bu bile;
"Değişimin ve dönüşümün" ne kadar; önem ve aciliyet arz ettiğini göstermektedir.

* * *

Evet!
Kürt sorunun çözümü noktasında büyük bir "dönüşüm" yolundayız!
Bir taraftan;
Siyasi diyalog.
Diğer yandan;
İmralı ile görüşmeler.
Kuzey Irak'taki trafik.
ABD ve AB nezdin hâl deki; stratejiler.
Süreç iyi işliyor.
Onun için; desteklemek lazım.
STK'lardan "önemli" bir katkı geliştiği hepimizin malumu.
Bence buna katkı olarak; artık "yerel" düşünceler de; "el atmalı".
İnisiyatif; sahibi olan herkes "çözüm geliştirici" baskı mekanizması olması gerek.
Tabi!
Bir de; "provokasyonları" süreci sabote edici "sinsi" oyunları iyi görmeli ve uyanık olmalıyız.
Dün; STK'ların "Hükümet ve BDP" diyaloguna ilişkin görüş bildirilerinin satır aralarında da bu "uyarı" vardı.
Yani; PKK "eylemsizlik" süresini salt Pazartesi günüyle noktalamamalı. Uzatmalı.
Aysel Tuğluk'un; Pazartesi günü Öcalan'la yapacağı görüşmenin "sonucuna" göre de belirlememeli.
Belki; İlk bu görüşme belli bir "çıta" geliştirmez. Sonraki yansımayı görmek lazım.
Silahı; Denildiği gibi "masaya" koymamalı, arınmalı.
Ve pek tabi ki; BDP'de burada "önemli" rol icra etmektedir.
Gerilimi değil, kucaklayıcı bir süreçle siyasi hava estirmeli.
Hem kendi "elini" güçlendirmeli hem de tokalaştığı eli; "ürkütmemeli"

* * *

BDP;
CHP'den de.
MHP'den de.
Bence; Meclis dışındaki diğer "siyasi aktör ve oluşumlarla" görüşmeli.
Randevu talep ederek; "sorunun çözümüne" riski yayıcı olmalı.
Evet!
Zeytin dalını, barışın elini "uzatalım", kim yaklaşım gösterirse göstersin.
Göstermeyenlerin; siyasi akıbetleri malum!
Çünkü Kürtler de, Türkler de!
Bu ülkede yaşayan 73 milyon nüfusun hepsi; "bir avuç" statükocu ve gelenekçi, ulusal anlayışın dışında "Barış istiyor kardeşlik" istiyor.
Nitekim Referandum'da çıkan "çoğunlukta" bu düşüncenin ne kadar; kabul gördüğüdür.
Onun için diyoruz ki;
Değişiyoruz.
Değişiyorlar.
Değişmeliyiz.
Korku; "değişimi değil" statükoyu dayatır.
Bizim de; statükocu anlayışlardan neler çektiğimiz; hepimizin malumudur.
Değişi