DEMOKRASİ VE STATÜKO SAVAŞI!

Türkiye 'Cumhuriyet' tarihinin en önemli açılımını geliştirme anlamında 'mevzuunun' olgunluk evresini icra etmektedir.
Kürt Sorunuyla alakalı 'yol haritası' belirlemeye çalışıyor. 'Değişim' nasıl sağlanır diye? Yani 'açılımı' hangi stratejiye göre; işletebiliriz?
Yer küresinin 'ekseriyetinin' sarılıp hayat verdiği 'Demokratik' yapıları güçlendirmekle mi, yoksa yılların vesayetiyle büyüyen 'Statüko' anlayışının var olmasıyla mı?
Evet! Mevzuu'nun eksenindeki yapı 'Yüz yılın' planı. Getirisi de, götürüsü de, 'var olabilecekleri de', ciddiyet istediği gibi hassasiyeti de önemlidir.
İşte bu minvalde Siyasal İktidar bugün 'kararlılık' arz eden bir stratejiyle ülkeye ve millete 'değişimi' ifade etmektedir.

***

Aslında özü itibariyle 'Tarihin' en önemli adımındaki 'kıskaç' yani çatışma tamamen iki eksende yürümekte. Demokrasi ve Statüko!
İki farklı anlayış, iki farklı 'yönetimsel' rejim! Taktir edersiniz ki 'statüko' zihniyetinde hakimiyet ve varlık 'tek çizgidedir'!
Kriteri şudur. Olmazsa olmaz dediği ana şart ve hüküm; 'ne olursa olsun' önemli olan 'kendisine' ihtiyaç duyulmasıdır.
Onun için dünya konjöktörü değişmiş, ya da Türkiye değişim 'evresi' içerisinde bulunuyor. Hiç biri onun için 'önem' arz etmez.
Yeter ki 'mevcut' varlığı hissedilebilinsin, 'baki ve dokunulmaz' olabilsin. Yaşam 'damarlarına' kan pompalayan 'içtima-i' sisteme dokunulmasın.
Siyasal iktidar ve devlet kurumları 'daima' kendi 'yol haritalarına' göre icraat ve siyaset geliştirsin.

***

Ne yazık ki ülke olarak 'yıllardır' bu vesayetin altında bulunuyoruz. Her ne kadar bazı düşünceler 'inkara' eğilim gösterse de tarihi bir gerçektir.
Ergenekon yapılanması aslında 'Statüko' anlayışının 'resmidir'! Bakınız seküler bir grup tarafından icra ediliyor 'statüko' anlayış.
Kararlar ve hükümler 'tamamen' kendileri tarafından icra edilmekte. Her şeyi bilen, her şeyi gören, her şeye karar verendir.
Onlar için hiç bir zaman halkın ya da sokaktaki vatandaşın 'istem ve talebi' önem arz etmez. Bilakis 'tehlike' olarak görür.
Özgürlüğün, İnsan Haklarının, Hukukun ve Bağımsız düşüncelerin 'hayat' bulması ve icra edilmeye çalışılması onlar için 'vatan hainliğidir'.
Dahası 'dış güçlerin', sömürgeci devletlerin ülkeyi 'bölme-parçalama' gayreti ve hainliği olarak görülüp, gösterilmektedir.

***

Daima hazır kıta olan 'modu' kendini koruma ve kollama hissiyatıdır. Ve rejim üzerinde, ülke insiyatifinde 'varlığının' zorunlu olduğunu kanıksatmaktır.
Siyasal irade üzerinde 'ağır ve altı' çizili derin kriterler dayatılır. Olmazsa olmaz diye. Ve sindirmeye dayalı vakaları sürekli 'kapalı kapılar' ardında icra ettirir. Ülkeyi de, toplumu da 'derin' düşüncelerin batağına yöneltir ki; 'çözümü' orada görür. Tıpkı denize düşen yılana sarılır misali.
Bulanık havayı 'körükler' egemenliğin de icrasını 'vesayetsiz ve kimliksiz', rejimin 'düşmanı' diye gösterir. Özellikle de 'yasaklar'!
Korucu ve kollayıcı bir 'kalkan' olarak yasakları gösterir. Kurumlara özellikle 'nemasını' sağlayan devlet yapısına öylesine 'yücelik' getirir ki.
Nakşettiği 'kimlik', dokunulmaz, bahsedilemez, 'teklif' dahi edilemez bir misyon yükler. 'Bahsi', bölünme ve bölücülük diye 'derdest' edilir.

***

İşsizlik, yoksulluk, sefalet ve geri kalmışlık. Eğitimsizlik, sağlıksız ve sosyal dağınıklık. Haksızlığın, hukuksuzluğun ve adaletsizliğin icrası.
Pek 'muteber' vakalar değil. Orman kanunlarının geçerliliği 'olabilirliktir'! Güçlü olan 'yaşasın'! Bakın 'insani' değerleri ayaklar altına alan.
Ekseninde 'çözümlerin' gerekli olduğu ifade edilen bu mevzuuların konuşulması, tartışılması ya da zikri bile 'kabul' görmez.
Bilakis 'ülkenin bütünlüğüne ve birliğine(!)' dinamittir. Bölücülüğün 'ta kendisidir'! Farkındalık! Veya dil, din, ırk.
Onların varlığını ifşa eden Resmin 'bütünlüğünü' göstermektedir. Uzlaşı 'istemediği' gibi sürekli 'provokasyona' dayalı körüklemeyi işletir.
Ne yazık ki yıllardır 'bu esareti' Türkiye yaşadı ve yaşatılmaya çalışıldı. Ergenekon'un bu kadar devasa bir yapı kazanması nedendir?

***

Nitekim Cumhuriyet tarihinden bugüne kadar geçen zaman sürecine bakıldığında; 'statüko' anlayışının ne kadar 'derinlik' arz ettiğini görürüz.
Daima 'yenileme' evresi içerisinde olmuştur. 'İhtilaller' hep bu eksende; gelişme göstermiştir. Olağanüstü haller 'hep' kapı önünde vuku olmuştur.
Hiçbir şeye 'dokunmayın', ya da dokunamazsınız! Yoksa 'rejim' değişir. Sıradan bir ifade haline geldi; 'irtica' gelir.
İşte tüm bu 'yaşanılan' ve yaşatılma gayesi güdülen 'statüko'nun varlık dalları bugün 'Demokratik Açılım' ya da 'Kürt Açılımı' ekseninde 'hizip' içinde.
Özellikle son dönemlerde; 'belli düşünce ve kalemler' fikir üretiyor. 'Toplumsal Barış' ülkenin ve milletin 'bölünmesine' yönelik bombadır.
Hükümet 'değişim' adı altında; ülkeyi 'bölüp-parçalamaya' dış güçlerin mezesi haline getirmeye çalışıyor.

***

Aslında; şu anki sürecin işlerliğindeki ana kıstas 'Demokrasi ile Statüko' anlayışının çatışmasıdır. Ve birbirlerini 'alt etmeye' yönelik mücadeledir.
Önceki gün önemli bir kurumun iki önemli yetkilisi misafirdi. Anne’min vefatı nedeniyle 'Başsağlığına' gelmişlerdi. Yıllık izinde oldukları için; 'ancak gelebildik' dediler. Özürlerini de ifade eder. Sağ olsunlar. Konumları itibariyle 'isimlerini' vermek istemiyorum. Hani şu 'devlet memuru 657'ye tabidir' sözü var ya; 'ondan' dolayı bir icraat gelişmesin diye vermiyorum. Neyse! Çay sohbetiyle; söz "Kürt açılımına' geldi.
Zaten son günlerde ülkede, sokakta ve medyada en çok konuşulan ve tartışılan 'mevzuu bu'! Sordum 'Gidişatı nasıl görüyorsunuz?'!
Yetkili zevatın biri mevcut siyasal iktidarla 'limoni' bir yaklaşımı olduğu için; 'soruma' vereceği cevabı çok merak ediyordum.

***

'Cesaret verici bir adım. Türkiye 'kabuk değiştiriyor'! Özellikle de; var olan 'statüko' zihniyetini artık 'tedavüle' çıkarıyor. Fikirler ve zikirler ne olursa olsun; herkesin 'omuz' vermesi ve desteklemesi gerekir.'
Tabi bir de; 'mevzuunun geri tepmesine de' dikkat çekerek, şöyle dedi: 'Bu işin iki ucu var. Biri kazanım, diğeri yıkım. Burda kararlılık ve güven en önemli koşul. Hükümet kararlı olacak, mevzunun tarafları da güven verecek. Kişiselleşmenin 'girdabına' girilmemeli. Girildiği taktirde; 'çözüm' çözümsüzleşir. Sorun salt Abdullah Öcalan değil. Kuzey Irak'taki PKK yapılanması da değil. Sorun coğrafik ve toplumsaldır. 20 milyona yakın Kürt'ün 'ortak' istemine ilişkin; hamledir'!

***

Onun için de 'olup-bitenin' iyi okunması gerektiğini söylüyor. Dikkat çekiyor; 'Devletin dokunulmaz olarak görülen' kurumlarının sessizliğini.
'Askeri' cepheden henüz 'yorum' yok. Her ne kadar İçişleri Bakanı Atalay 'görüşüyoruz, görüşmeye de devam ediyoruz' diyorsa. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül de aynı minvalde 'düşünce' beyan ediyorsa da. Bugünkü MGK'da 'yapılacak' görüşmeler ve sonrası bildirgeye yansıyacak ifadeler; 'önemli'... Mevzuuda 'yeni' bir cephe ve yol 'haritası' geliştirebilir. Doğru bir düşünce. Hak verirken, özellikle DTP'nin 'şahin' kanadına 'atıfta' bulundu. 'Hassasiyet' isteyen bir süreçte, 'üslup' ve kullanılacak 'ortak barış dili' çok önemlidir. Bu noktada; DTP'de 'iç çekişme' görünüyor.
Uzlaşı'nın 'siyasi tarafında', ortak dil kullanılması gerekir.

***

Diğer misafir araya girerek 'uzlaşı' sağlanırsa, 'Toplumsal Barış' ivme alırsa, olabilecek 'ekonomik' gelişmeye atıfta bulunarak, 'Güneydoğu' Avrupa 'olacak'? Tutana aşk olsun. Düşünün diyerek sordu? Her yıl 'onlarca milyar' dolar terörle mücadele adı altında harcanıyor. Bu para bölgeye 'yatırım' olarak akarsa. Milli 'gelirin' yapacağı tavan. İşsizliğin ve geri kalmışlığın 'yok' edilmesi. Kalkınmadaki 'gelişme'! Bölgeyi 'yenileyeceği' gibi; 'tutulamaz' olur.
Zaten Güneydoğu'da yıllardır 'akıtılan kan ve döktürülen' gözyaşı, patlatılan silahların 'varlığında' nemalananlar olduğu içindir ki; 'hep körükleme' yapıldı. Tıpkı bugün 'Demokratik açılıma' karşı fikir üretenler gibi. Çünkü onlar da bu mevzuda sürekli 'nemalanmışlardır'.

***

İkisinin de son sözü şu oldu; 'Demokrasi ve Statüko' anlayışının savaşını izliyoruz. Bakalım; 'özgürlüğü' benimseyen 'Demokrasi mi kazanacak? Yoksa 'yasakları' savunan statükocu zihniyet mi galip gelecek. Ama hepimizin gönlünde; 'Demokrasinin kazanımı' var'.
Bu anlatımlarla 'Devletin' konuşmaz denilen kurumları da, o kurumların tepesindeki zatlar da 'artık' gerçekleri' gizlemiyorlar. Alenileşmesini ve konuşulmasını ve çözüme kavuşturulmasını istiyor. Sokakta konuşulanla, kurum içerisinde konuşulan 'birbirinden' ayrı olur mu? Yani ülkede; iki farklı düşünce olur mu? Resmi görüş gayri resmi görüş. Tıpkı Havaalanından Şehre gelirken, 'Taksicinin' yabancı gazetecinin sorusuna verdiği cevap gibi; 'Resmi düşüncemi mi istiyorsunuz yoksa gayri resmi düşüncemi mi?'.

***

Evet! Bugün 'İlk teravih' namazını kılıyoruz, gece de sahura kalkıyoruz. Ve Mübarek Ramazan-ı Şerif'e 'hoş geldin' diyeceğiz.
Bu münasebetle hepinizin 'Ramazan-ı Şerif'i hayırlı ve uğurlu geçmesini temenni ediyorum.
İşte bu hayırlı ve mukaddes günlerin vesilesiyle 'inşallah', 'yanan ateşi' söndürmeye yönelik girişilen 'hamle' mükâfatla son bulsun.
Dün Diyanet İşleri Başkanı Ali Bardakoğlu bu minvalde güzel bir açıklamada bulundu.
"Şiddet, terör, ülkelerin işgali, ülkelerin, insanoğlunun acımasızlığı, sosyal dengenin alt üst olması, maddi değerlerin hep öne çıkması ve hazzın en üst sıraya oturmasının, insanların umudunu tükettiğini ifade ederek şöyle dedi:

***

''Dinler bile bu hengâmede stratejik araçların, yayılmacılığın, uluslararası hesapların en genel geçer aracı haline geldi''  
İşte bizlerin bugün yapması ve omuzlamamız gereken de; 'bu hesapları' bertaraf edip, bin yıllık 'geçmişin' kültürüyle yeniden 'barış ve kardeşlik' havasını estirelim. Haklar, hukuklar ve nizamlar 'insani' zihniyetle donansın.
Demek ki yapılması gereken; 'korkulardan' arınmamızdır. Var olan sorun, silahla, barutla, bombayla, tankla tüfekle değil. Açılımla 'ortak paydayla' aşılabilinir. Bakın; 'Kürt sorununu' ülke ve millet konuştukça, tartıştıkça 'çözüme' mesafe alınıyor, var olan korkular da bir bir yok oluyor.
Üstadın ifade ettiği gibi 'Güzel şeylerin olması, güzelliklerin bilinmesiyle mümkündür'!
Unutmamamız gereken de; 'demokrasi' özgürlüktür, Statüko ise 'özgürlüklere' yasak getirendir.