DİYARBAKIR LAYIK OLDUĞU YERDE DEĞİL

Öyle ya!
Muhteşemliği 'isimlerinde' bile saklı.
Amed!
Ya da Diyarbekir.
Veya Diyarbakır!
Derler ya;
Peygamberler şehri.
Sahabelerin mekânı.
Ve Mezopotamya’nın başkenti.
Dinlerin ve dillerin 'buluştuğu', beşeriyetin 'yetiştiği ve yaşadığı' toprak.
Surları, Kaleleri, Burçları ve Bazalt taşlarıyla 'örülmüş' avlulu evleri.
Camiler, Kiliseler, Havralar ve Türbeler.
Nice 'fetihler' yaşamış, nice 'kraliyetlere' ev sahipliği yapmış; padişahlar diyarı.

***

Anlayacağınız! Tarih ve Kültür 'kokan' bir şehir Diyarbakır!
Aslında bu özellikleri 'daha' nice satırlarla teferruatlı bir şekilde sıralayabiliriz.
Çünkü 'gıpta' ile bakabileceğimiz, yaşayanı olarak daha gezip görmediğimiz birçok zenginliği var.
Çok farklı 'dine' ev sahipliği yapmış;
Ulu Cami mi?
Dört Ayaklı Minare, Ali Paşa, Behram Paşa, Arap şeyh, Silvan'da Selahaddin Eyyübi Camii.
Hazro'da Camii Kebir. Çermik'te Abdullah Paşa Medresesi..
Sur içinde Muslihüddin Lari Medresesi.
Saraykapı'daki Hazreti Süleyman ve Sahabelerin mekânı mı?
Ali Paşa Medresesi, Hatuniye Medresesi, Zinciriye Medresesi.
Ergani'de Zülkifil Peygamberin türbesi mi?
Eğil'de Nebi Elyasa Peygamberin türbesi.

***

Malik-i Ejder Türbesi mi yoksa Aktepe köyündeki Şeyh Hasan Nuran-i türbesi mi?
Ya da; Lice’deki Eshab-ı Keyf Mağaraları mı? Hindi Baba türbesi mi?
Sarı Saltuk, Seyfülmülük, Seyda Baba Türbesi.
Sur içindeki Sinagog!.. Çermik'teki Havra.
Ermeni Katolik Kilisesi, Keldani Katolik Kilisesi.
Veya Saint George Kilisesi, Süryani Kadim Meryem Ana Kilisesi.
Süryani Protestan Kilisesi.
Bunlar sadece 'aklımda' kalan isimler. Ya bir de; 'tozlu raflardaki' kitaplarda.
Ha bir de; Diyarbakır Salnamesi. Şevket Beysanoğlu'nun kitapları.

***

Ne diyebiliriz ki; Amed'e, Diyarbekir’e ve Diyarbakır'a 'tarihi ve kültür' dokusuyla alakalı.
Hani derler ya; 'her şey ulu orta' yerde!
Görmediysen, ilgilenmediysen, sormadıysan, ondan 'kazanım' sağlamadıysan; kabahat kimin?
Bu kadar 'kültürel' zenginlik içinde; bu kadar 'fakir' bir duruş! Kabul edilemez.
'Varlık içerisinde, yokluğu yaşamak' misali!
Demek ki; kabahat bizde!
Diyarbakır bu kadar yeryüzündeki bir çok kente nasip olmayan 'tarih ve kültür' zenginliğine sahip.
Ve içinde 'doyasıya' yaşatan coğrafyaya sahip iken bunu 'önemsememesi' ve kazanıma dönüştürmemesi;
'En büyük' kayıp olduğu gibi varlığa da ihanettir.

***

Bugün! Diyarbakır'ın 'bacasız fabrika' olarak görülen 'inanç' turizmi noktasında 'pastadan' aldığı pay nedir?
Daha açıkçası; Diyarbakır bu eksende 'ne kadar' turist çekiyor ve bunların 'tanıtımıyla' alakalı hangi faaliyete sahip.
Hatta bu gıpta ile bakılması gereken 'mekanların' kalıcı ve ayakta kalmalarını sağlama anlamında; 'misyon' üstleniliyor mu?
İnanın! Hepsine verilebilecek cevap her ne kadar farklılık arz etse de; özü itibariyle 'nettir'.Çok zayıf ve gerilerde.
Hepsine 'evet' diyemiyoruz. Anlayacağınız; sahipsiz!
İşte bu sahipsiz ve ilgisizliğe hafta sonu bir kez daha şahit oldum.
Şöyle ki; daha önce buradan bahsetmiştim.
İl Müftüsü Ali Melek'in 'girişimiyle', Dini Değerler ile Diyarbakır' isimli kitabın kaleme alındığını.
Ve burada; Diyarbakır'ın 'inanç' kültürüyle alakalı tüm tarihi yapılarının 'konu' edilerek, tanıtım geliştirildiğini.
Herkesin 'kitaplığında' yer alması ve her Diyarbakırlının okuması.
Her gelen 'turistlere de' bir âdetinin hediye edilmesi gerektiğini.
İşte bu kitabın 'tanıtım' kokteyli vardı hafta sonu.

***

Cumartesi günü akşam Sayın Mehmet Ali Altındağ'la birlikte; biz de davetliydik. Beraber gittik.
İl Valisi Hüseyin Avni Mutlu ve Emniyet Müdürü Mustafa Sağlam. Az sayıda da; 'Diyanet Camiasından' isimler!
Hani; Diyarbakır'ın adı geçtiğinde 'kül tabağında'(!) kül biriktirenlerin hiçbiri yoktu. Hatta bu alanda; 'faaliyeti' olanlar dahi!
İlgisizlik ve sorumsuzluk vakiiydi!
İl Valisi Mutlu'nun konuşması 'anlamlı' olduğu gibi; "iğneleyiciydi'!
Tabi bu 'ifadeler', Diyarbakır'ın 'olması' gerektiği yerde olmayışına yönelik 'sitemdi'!
'Diyarbakır layık olduğu yerde değil' diye.
Diyarbakır için istenilen 'tanıtım' yapılmıyor.
Ve en önemlisi 'bu yapılara' hayat verecek olan 'huzur ve güven' ortamının yeterince benimsetilmediği.
Doğru söze ne denilebilinir ki?

***

Çünkü
Eşsiz kültürel ve doğal değerlerin 'yadsınamayacak' sayıda turist çekmesi gerekirken; 'tek' turist yok!
Yanı başımızdaki 'Mardin'! Ya da; Şanlıurfa. Elazığ ve Adıyaman.
Sahip oldukları 'kültürel potansiyeli' düşündüğünüzde; Diyarbakır'ın çok gerisinde. Çeyreği bile etmez misali.
Ama; 'bacasız fabrikadan' yararlanmasına gelince; Diyarbakır onların 'çeyreğinin' altında.
Anlayacağınız! Mirası 'plansız-programsız', sensiz-bensiz, hesapsız-kitapsız 'hoyratça' heba ediyoruz.
Yukarıda; 'dinlerin ve dillerin' kısacası medeniyetlerin yeşerdiği Diyarbakır'ın 'zenginliklerini'
Yazıyı kaleme alırken, hatırladıklarımı aktardım. Bunların daha yüzlerce katı var.
Şöyle bir çevremize ve hafızalarımıza bi bakalım; 'hangisini' bugüne kadar samimiyetle 'tanıtmışız'!
Ya da; 'tanıtılmaları' için; etkinlik yapmışız, hatta 'bilgi broşürleri' bastırmışız.
Gelecek bir 'turiste' buyurun; 'işte bu yapıtın' tanıtım broşürü.
Diyarbakır'ın 'tarihi mekanlarının' şehir haritası.
Yok!

***

Görünenle-yaşanılanı 'mukayese' ettiğimde üzerimize sinen 'karamsarlık' tablosu, aslında koollektif bir yapılanma ve hamleyle 'bertaraf' edilebilinir.
Çünkü İl Valisi Mutlu'nun 'bu minvalde' 2010 yılının 'Kültür ve Tarih' açısından Diyarbakır için 'açılım' yılı olacağını söyledi.
Ve bir dizi, Vakıflar Bölge Müdürlüğü, İl Valiliği ve GAP 'ekseninde' projeler hayata geçirilecek.
Dicle'de, Eğil'de 'baraj' altında kalma ihtimaliyle; 'taşınan' tarihe mekânların 'dokusuna' özgü yapılanmaları.
Ve 'cennet bahçesi' olarak adlandırdığı Hazreti Süleyman ve İçkale'yle alakalı 'projenin' 15 Ocak'tan itibaren; 'hayata' geçirileceği.
Yani; bir tarafta yokluk, diğer tarafta güzel şeyler.

***

Sonuç itibariyle demem o ki;
Özellikle 'inanç' turizmi noktasında Diyarbakır 'sektörel kazanımda' hak ettiği yerde değil.
Kollektif ve samimiyet, özgüven ve huzurlu atmosfer oluşturma planlamasıyla; 'çok şeye' ivme kazandırılır.
Yerli ve yabancı 'turist' sayısında 'artış' olabileceği gibi; bu sektörle ciddi istihdam alanları geliştirilir.
Yeter ki; Devlet bazında ve yerel düzeyde 'aktif' bir katılım gerçekleşsin.
Tüm kültürel ve doğal değerlerin sürdürülebilir koruma anlayışı ile turizm amaçlı değerlendirilsin.
Düzgün ve yönetimsel sorunları olmayan bir planlamayla;
Amed'i, Diyarbekir'i ve Diyarbakır'ı 'yeniden' Güneydoğu'nun Paris’i yapabiliriz.
Ve 'medeniyetlerin' beşiği olma 'ünvanını' yeniden yeşertebiliriz.

***

Çünkü Diyarbakır artık 'Şiddetle, terörle, kan ve gözyaşıyla'.
Sokak çatışmalarıyla, işkence ve baskıların 'mekanı' olmakla.
Faili meçhul cinayet ve yargısız infazlarla, gencecik bedenlerin 'bombalara',
Üniversiteli fidanların 'kör kurşunlara' hedef olmasıyla 'gündeme' gelmesin.
Artık;
Huzurun, güvenin, istikrarın, demokrasinin, insan haklarının,
Yeryüzüne kültürlerin, dinlerin, medeniyetlerin 'dağıtımıyla' buluşmasıyla gündeme gelsin.
Çünkü Diyarbakır 'tarihte' böyle bir kent değildi.
Sevgili Eczacı A.Kadir Gördük'ün deyimiyle; 'Yazığım geli Diyarbekir'e'
Cumartesi günkü yazımda, 21 kıtalık bu şiirini sizinle paylaştım.
Ama her şeye rağmen ben; 'Seni çok seviyorum Diyarbakır'. "Ez te pir hez dikim, Diyarbekir'.
İşte bunu genel anlamda dediğimizde; inanın 'özümüze ve sözümüze, geleceğimizin bütünlüğüne' döneriz.
Aksi taktirde; 'var olan' atmosfere yeni 'istenilmeyen' havalar enjekte etmiş oluruz.
Zaten birilerinin de 'isteği' hep bu olmamış mı?
Tüm bu temennilerin 'hayat' bulması dileğiyle; mutlu ve huzurlu bir haftaya merhaba.