Diyarbakır’da Öğretmen Olmak Kolay mı?

Okur mektubu! Ya da mektupları.
Tabiri caizse bizler için "veli nimettir."
Çünkü
Okunduğundan haberdar oluyorsun.
Yani yazıp-çizdiğin "kale" alındığını gösteriyor.
Bir de; düşünce maratonunda "farklı fikirler" gelişiyor.
Onlardan gelen; fikirler paralelinde.
İster pozitif ister negatif olsun.
İkisinin de "katkısı" vardır. Onun için; okur mektubu büyük önem arz eder.
Hele günlük gelişmelere ilişkin; olup bitenlerin "perde arkasının" bildirilmesi.
Yolsuzluk, usulsüzlük, rüşvet, suistimal.
Haksız uygulama. Keyfi baskılar, zulüm ve şiddet.
Bu yöndeki olumsuzlukların haberdar edilmesi.
Kamuoyunun vakıf olması gereken bazı sırların deşifre edilmesi.
En önemlisi gerçeklere vakıf olunabilinmesi.
Bunlar ekseriyetiyle; "okurla" olan diyalog sonucunda vuku bulur.
Ama öyle; okur mektubu var ki "ders-i ibret" içerir.
Özellikle de; "vatandaşlık ve meslek" görevi bilincine vakıf olunması.
Velhasıl; okursuz biz, bizsiz okur olamaz.
O nedenle; "karşılıklı" birbirimizi beslememiz gerekir ki "gelişebilelim".
Ve olup-biten tüm hadiselerden "haberdar" olabilelim.

* * *

Bakınız;
Eğitimci bir okurum mektup göndermiş.
Daha doğrusu mail atmış.
Müdavim okurlarımdan biri.
Bağlar ilçemizde; varoş bir semtte olan İlköğretim’de idareci.
Malum!
Okullar yaz tatilinde.
Ama sanırım; kendileri hala mesaide.
Yeni eğitim ve öğretim yılı için; yapılması gerekenler için henüz "yaz tatiline" çıkmamış.
Neyse!
Eğitimci okurum "hal-hatır" sorma faslının yanısıra bir de "uzun" bir yazı kaleme almış.
Okurlarla paylaşmamı istiyor;
"Diyarbakır'da öğretmen olmak kolay mı?" diye.
Duygu ve tabi ki "Gerçeklerimizi" ifade eden bir yazı.
Okudum.
Dileğim o ki, sizlerin de izniyle gelin bir kez de "hep birlikte" okuyalım.
Tabi; öğretmen dostlarım da "okusun".
Çünkü yazının temel felsefesi "öğretmenlerimize" çağrı niteliği taşımaktadır.
Bakınız; Eğitimci okurum Ahmet Özmen ne diyor?

* * *

Öğretmen Olmak Kolay mı?

Göç, şiddet, geleceği belirsiz genç bir nüfus.
Eğitimsizlik, yokluk, işsizlik ve cehalet.
Sağlıksız evler ve sokaklar, çarpık kentleşme.
Kalabalık okullar ve sınıflar.
Yeşil kart kabusu.
İnsan istismarına açık sosyal yardımlar.
İnternet kafe ve kahvehane bolluğu.
Çocuklar için oyun alanı olmayan mahalleler.
Sokakta çalıştırılan çocuklar!
Yaşamın her alanını kaplamış yozlaşma.
Kan davaları, namus cinayetleri, intiharlar.
Gürültü kirliliği.
Kapkaç, adam kayırmanın en alası.
Bulaşıcı hastalıklar, çocuk ihmali ve istismarının en ağır şekilleri.
Ve daha niceler kanayan yara.

* * *

Bu kentte mutsuz olmamız için ne kadar çok nedenimiz var.
Bu kadar sorunun hiç birisinin kaynağı biz değiliz.
Ama hepsi, hatta daha fazlası yaşamımızı olumsuz etkiliyor.
Şehri yaşanmaz bir hale getiriyor. Ve çözüm umudunun olmayışı daha çok acı veriyor insana.
Hadi diyelim kafaya takmayayım, keyfime bakayım dedin.
O da mümkün; belki de dünyanın en güzel yemeklerine ulaşabilirsin bu kentte.
Hatta üstüne üstlük çok paran da olmasına gerek yok bu lezzetleri tatman için.
Öğretmensen, bu kentte zengin sayılırsın zaten.
Alışveriş merkezleri bütün ihtişamıyla senin ve ailenin hizmetindedir.
Üstelik ülkenin diğer kentlerindeki öğretmenler kadar yorulmana da gerek yok.
Kolay yoldan kazanırsın parayı.
Ulaşım sorunun yoktur, okula gitmek istemediğinde sevk hakkın vardır, o da olmadı hangi idareciyle aran iyiyse ona telefon açarsan bedava telefondan, çözülür problemin.
Çocuğunu arka sırada oturttuğu için öğretmeni ile görüşmen gerekiyor olabilir o gün.
Ne de olsa üstün yeteneklerinle sorumluluğundaki sınıfın kaybettikleri zamanı haydi haydi telafi edebilirsin sen.
Bir kere bir öğretim yılında diğer kentlerdeki meslektaşlarından en az dört hafta daha fazla tatil yaparsın.
Üstelik bunun için bahane oluşturmana da gerek yok.
Ne de olsa devlet sınavları erken tarihte yapıyor, öğrenciler okula gelmiyor.

* * *

Havalar çok sıcak, yöneticiler durumdan şikâyetçi değil.
Veli-öğrenci alışmış bu duruma.
Yani anlayacağın en az kusurlu kişi sensin doğal olarak.
Öğrencilerin çoğunun sınav gibi bir derdi yok zaten.
Sen de anlatman gereken konuları anlatmışsın zaten.
Hatta paketini üç liradan aldığın testleri bile dağıtmışsın çocuklara.
Ödev yap demişsin yapmamışlar, kendi aranızda konuşmayın demişsin, konuşmuşlar, bağrışmışlar.
Dersinden kaçıp internet kafeye gitmiş bazı kendini bilmezler.
Veliyi çağırmışsın gelmemiş okula.
Sen ne yapabilirsin ki bu durumda?
Sınıfta bırakmak da zor.
Olur da bir ihtimal vicdanın sızlarsa, kendini sorumlu hissedersen onunda tedavisi mümkün canım;
Sanat sokağında çayını içerken o çocuklardan birinden gevrek bir simit alırsın, bir diğerine ayakkabını boyatırsın, biraz da şefkat gösterirsin olur biter.

* * *

Sevgili öğretmenim;
Gel sen yine de keyfine bakma.
Sen eğitimcisin, zor olan yakışır sana.
Altmış yetmiş kişilik sınıflar senin tercihin değil elbet.
Mucize yaratman da şart değil.
Belki çok klasik ama denizyıldızı hikâyesini düşün.
Her biri bir deniz yıldızı belki bu çocukların.
Ve inan ki ihtiyacın olan güç, enerji, imkân yani her şey o masum çocukların gözlerinin içinde saklı.
Yeter ki bakmayı bil.

* * *

Ellerinden tutmayı dene onların.
Yaşamına dokunduğun her çocukta başka bir enerji yakalayacaksın seni motive eden.
Onların dünyaya baktığı pencereden bakmayı denersen bir kerecik, onlara yaşattığımız travmaları görmeye başlarsan, daha iyi anlayacaksın onları.
Onları anlamaya başladıkça da mesleğinden, yaptığın işten daha çok keyif alacaksın.
Ve belki o zaman bu kentin sorunlarından dolayı yaşadıkları, yaşattıkları yüreğini daha az acıtacak.
O zaman bu insanların sana ne kadar ihtiyacı olduğunu anlayacaksın.
O zaman daha güçlü adımlarla yürüyeceksin bu zorlu yolda.
Evet, işin zor.
Hem de çok zor.
Hadi bakalım kolay gelsin…