ENGELLİ OLAN BİZ MİYİZ?
Vaki olan şudur ki;
Yüce Yaradan’ın dışında hiçbir şeyin "kesinliği" söz konusu değil.
Hele;
İnsanoğlunun hayat koşusunda kâmil olan vücut ve nizam ölçüsünün "kesinliği" yoktur.
Çünkü
İnsan için hiçbir şey bir sonraki günün garantisi olamayacağı gibi, kesin hükme de tabi değildir.
Hani bir söz vardır.
Ki günlük "hayat" akışı içerisinde sıkça da telaffuz ederiz;
İnsanın yarın ne olacağı belli değildir diye.
İşte bu belli olmayacağı gerçeği insanoğlu için salt; "mal-mülk, makam, mevki" için geçerli değil.
Hele, şan-şöhret, para-pul, çoluk-çocuk, çevre.
Ya da,
Hastalık, kaza ve sağlıksızlık.
Velhasıl; daha hayata "ilk bakış" attığında.
İlk "ağlama" sesi duyulduğunda. Daha da öncesi olan; "ana rahmine" intikalinden sonra.
Olabileceğin ve olabileceklerin; "kesinliği" yoktur.
Anlayacağınız;
Yarın ne olacağı belli değil.
İşte bu "hükmün" içtihadında var olan bir gerçekte şudur ki; "insanın" sağlıklı yapısı.
Onun da "sağlıklı" olabilme anlamında; kesinliği yoktur.
Yani demem o ki;
"Engelli" olmak ya da engelli doğmak "hayat" gerçeğidir.
* * *
Evet!
Bugün; Dünya Engelliler Günü.
Bu vesileyle; yazıya böyle "satır arası" beyinde fikir fırtınası yaratan sözleri sıraladım.
Engelli olmak!
Allah'ın takdiridir; "insanoğlu" için hayat koşusunda bu yönde bir duruma vaki olmak.
Ama siz hiç düşündünüz mü;
Ülkemizde, Bölgemizde ve tabi ki Diyarbakır’ımızda "engelli" olmak nasıl bir şeydir diye?
Doğrusu;
Üstü örtülmüş derin bir yaradır "engelli" sorunu.
Ve devlet nizam-ı ile ahali bakışı açısından, hayli farkındalık bilgisinin fakirliğine sahibiz.
Şöyle ki;
Onların da "toplumun" bir parçası olduklarını.
Rahat yaşamaları, mutlu ve huzurlu olmalarını sağlama açısından; yaptığımız ne?
Yapılan ve yaptıklarımız şu;
Onların önüne yüzlerce engel geliştirip, yaşamdan bıktırdığımız gibi bir de akla ziyan şekilde dışlıyoruz.
O engelli "diye".
Bir önemli; ayıp ise onlara yönelik "acıma" duygusu.
* * *
Hatırlıyorum; üç yıl önceydi.
Tıpkı bugün gibi; yani Dünya Engelliler Günüydü.
Ziyaretime gelen engelli dostlardan biri ifade etti;
"Acıma duygusuyla bize bakılması hançer gibi yüreğimizi yaralıyor. Bize kimse acımasın, bize imkânlar tanısınlar ve bizim varlığımızı kabul etsinler."
Acı bir dram bu; "üstü örtülü" derin yara hadisesi.
Diyarbakır'ın resmi "engelli" sayısı rakamsal açıdan elimde yok.
Ama sayının hayli yüksek olduğunu söyleyebilirim.
Ve tabi ki biliyorum ki; birçoğunun da "imkânsızlıklar" içerisinde daha kahredici bir yaşam sürdüğünü.
Tekerlekli sandalyeyle yaşamak.
Ya bir de; engelli olup da "tekerlekli" sandalyeye sahip olamamak.
O zaman; dört duvar arasında hapis yatmak!
Şöyle bir düşünüyorum;
Eğitime müsait olan tüm engelli vatandaşlarımızdan yüzde kaçı okuyor ya da okumuş?
Veya da; "okuma" imkânına sahip!
En önemlisi; "eğitim ve öğretimleri" açısından ülke genelinde yeterli mekân ve donanıma sahip miyiz?
Sanmıyorum.
Eğer;
Eğitim ve öğretimleri açısından ülke nizamında samimiyet hâsıl olsa idi.
Lise düzeyine gelmiş;
Engelliler için her ilde mutlaka bir Engelli Okulu olurdu?
Ama maalesef yok.
Hatta Diyarbakır'da olmadığı gibi inanır mısınız Güneydoğu ve Doğu Anadolu’nun hiçbir ilinde yok.
Daha da ilerisi;
"Engelliler" için tahsis edilmiş bir "Lise" sınıfı dahi yok.
* * *
Pazartesi günüydü;
Üyesi olduğum İl İnsan Hakları Kurulu toplantısı vardı.
Orada; Bu vahim eksikliği gündeme getirdim.
Tabi vesile olan; Burhanettin Yıldız Endüstri Meslek Lisesi'nde bulunan "Engelli" sınıfının uzman öğretmensizliğiydi.
Düşünebiliyor musunuz;
Okul değil, çok sınıflı da değil.
Sadece bir engelli sınıfı açmışsınız; oraya o lise çağındaki çocuklara eğitim ve öğretim verecek bir tek uzman öğretmen vermiş değilsiniz.
Okuldaki normal öğretmenler derslere giriyor.
O da; "göstermelik" dostlar alışverişte görsün misali.
Yazık.
İşte; Engellilerimize verdiğimiz değer ve önemin gerçekçiliği bu resim ele veriyor.
Peki ya;
Engellilerimiz içinde bakıma muhtaç olanlar nasıl yaşıyor?
Bizler.
Ya da etkili ve yetkili zevat, sorunlarını biliyor mu?
Kaç kişi biliyor, en önemlisi devlet biliyor mu?
Ne yazık ki; cevapsız sorular?
* * *
Hele hele;
Ekonomik dişliler her döndüğünde insanımızı ezerken, ekonomik durumu bozuk olan engelli vatandaşlarımız ne yapmaktadır?
Ne zorluklarla geçinmektedirler?
Bir de; Yolların ve kaldırımların "engellilere" özgü uyarlanmaması.
Ne yollar normal, ne de kaldırımlar.
Bir söz var; hepsi "himalaya" dağları gibi.
Kısacası fiziki koşulların uygun olmadığı ülkemizde engelliler için, atılan adımlar binde bir bile değil.
İş, aş ve mekân temini!
Bırakın; Devletin ve milletin bakış açısını, Engelliler için hüküm olan yasalar bile "batakta".
Bugün; Devlet kurumlarında olması gereken "engelli" kadroların yüzde 85'i resmi verilere göre boş.
Özel sektöre getirilen yasal düzenlemeye rağmen; engelli kadrosu "yok" denilecek düzeyde uygulanmıyor?
Ve ülke nizamı açısından;
Türkiye Sosyal-Hukuk Devletidir diyoruz.
Takdir edersiniz ki;
Sosyal devletin ana ilkesi vatandaşlarına normal hayat şartlarını oluşturmak ve sahiplenmektir.
Maalesef; Laf'tan öteye değil.
* * *
ENGELLİ OKUR'UN, BİZMİYİZ MAİLİ!
Bakın;
Engelli bir okurumun gönderdiği mail'de biz sağlamların ne kadar "engelli" zihniyete sahip olduğumuzu satırlarıyla yüzümüze vuruyor.
Şöyle diyor;
Bazen deriz ya bir bakışın, bir gülüşün, bir salınışın yeter diye...
Hani ya yapamıyorsak bunları...
Ya anlatamıyorsak derdimizi.
Beden diliyle bizde.
Hiç düşündük mü acaba gören gözler görmeyeni ne kadar anlar.
Yürüyen ayaklar durduğun yerde durmanın ne demek olduğunu tam manasıyla nasıl bilebilir.
Duymayan kulaklar sessizliğin uğultusundan rahatsız olur mu?
Bence hiç.
Peki, biz olduk mu hiç rahatsız...
Nefes almanın değerini bildik mi?
Hayır.
Bir şey yapmasak bile yaşamın tadını sonuna dek çıkarabildik mi?
Doya, doya baktık mı yaşadığımız bu şehre.
Soğuk olsa da, yorgun olsak ta sonuna dek yürüdük mü bu kaldırımlarda, caddelerde.
Elimizde olan ama bizim değerini bilmediğimiz o kadar çok varlığımız var ki, her biri işlenmemiş bir maden değerinde.
İşlenmemiş ham haliyle bile çok fazla...
Ya işlenmiş olsaydı!
* * *
Gerçekten bazen çok gamsız ve duyarsız oluyoruz, hem kendimize hem de karşımızdakine...
Elimizde olanın değerini bilmiyoruz.
Maalesef sahip olamayanlara sahip çıkmıyoruz.
Sahip çıkmak demek illa bakımını üstlenmek demek değil.
Onu korumak, ona sevgiyle bakmak, ne eksikliğini ona hissettirmek, ne de duyarsız olmak?
Yardım etmek ama ona bunu yaparken de onu ezmemek...
Onlara ürkütücü bakışlarla bakmamak, yadırgamamak, küçümsememek
Tek yapmamız gereken onları normal bir insan gibi kabul etmek.
Ama normal insandan daha duyarlı davranmak!
Eksiklerini değil fazlalıklarını görebilmek ve gösterebilmek...
Sahi çok şey mi bunlar?
Ya biz de o halde olsaydık demek.
Klişeleşmiş sözler sarfetmek istemiyorum.
Ancak yine de söylemek zorunda hissediyorum kendimi, ya o halde olsaydık.
İlla olmayınca. Yâ da kaybedince mi anlayacağız; yürümenin, görebilmenin, konuşabilmenin değerini...
Bunların hepsini yapabildiğimiz halde değerini bilmiyoruz ya.
Şimdi yarım olan eksik olan biz miyiz yoksa onlar mı?
Böyle olmak onların isteği ve seçimi değil
Ama böyle duyarsız ve tatminkârsız davranmak bizim seçimimiz...
Bir kez düşünelim şimdi; engelli olan, arada engelleri olan, onlar mı?
Yoksa bizler mi?
Evet.
Bizleriz; üstünü örttüğümüz gerçek yaranın engellileri.
Hayırlı Cumalar..