ESNAFIN ÇIĞLIĞINI DUYUN?
Dün çarşı esnafını gezdim. Hem ziyaret, hem ticaret misali.
Bir taraftan alış-veriş yaptık. Beri tarafta esnafla "sohbet" etme imkânı bulduk.
Bilirsiniz. Fırsat buldukça "esnafa" gider sohbet ederim.
Ne var, ne yok?
Ülkenin ve Diyarbakır'ın gündemine ilişkin "ne düşünüyorsunuz" diye?
Onların koyacağı tepki, gündeme ilişkin analizleri önemli.
Çünkü sokağın nabzını en güzel "onlardan" alabilirsiniz.
Lakin onlar hem sokaktaki vatandaş.
Hem de sokaktaki vatandaşla hasbi halleri olandır.
Onun için de; fikirleri bir ölçüde "ülkenin" düşüncesidir.
***
İşte bu minvalde dün biz de alış-verişimizi tamamladıktan sonra "sohbet" molası verdik.
Dağkapı’da bir dostun "işyerinde". Çayımızı yudumlarken sordum; "Dünkü olayları nasıl karşılıyorsunuz" diye?
"Biz de gazete ve televizyonlarda izledik. Dün pazardı. Ama tasvip edilecek bir görüntü değildi".
Tabi fazla "deşmiyorlardı".
Ama olup-bitenden ciddi bir şekilde rahatsız oldukları hemen hissediliyordu.
Zaten "ketum" oluşları da bundandı.
Onlar bu kez sordu; "Mahalli seçimler nasıl gidiyor?".
"Başbakan Diyarbakır'a hafta sonu geliyor. Neler vaat edecek?" diye.
Buarada; geldiğimizi duyan çevredeki esnaflar da gelmeye başladı.
Bir anda; işyeri doldu. Oturulacak yer yok.
***
Tam da; "gelen sorulara" ilişkin siyasi analiz yapacaktım ki, bir esnaf çıkıştı.
Hatta bir değil, üç-dört esnaf.
Tabi bu çıkışları bana değil, "siyasi gündemi" soran kendi meslektaşlarına.
'Bırakın. Ömer bey'in bu yöndeki analizlerini zaten köşesinde ve Tv’den okuyup, dinliyoruz. Biz kendi sorunumuzu anlatalım".
Araya girdim. Buyrun gelin oturun. Sizi dinlemeyeceğim de kimi dinleyeceğim esprisiyle, yanıma oturttum.
Sağolsun diğer esnaflar de hemen kendisine yer verdiler. Oturması için.
Oturur oturmaz dedi ki;
"Bir Devlet Kurumu bir dilekçeye 6 ayda cevap vermez mi?"
Nasıl olur?
***
Şöyle geriye çekilip, "bakın size hikâyeyi anlatayım" dedi.
Buyrun dedim. O da, kesintisiz bir şekilde başladı "yaşadığı" sıkıntının macerasını anlatmaya.
Öyle derinden anlatıyordu ki; "bürokrasiye" beddua etmemek elde değil.
Bundan 5 yıl önce SSK İl Müdürlüğünde yapılan bir müfettiş incelemesi sonucu Diyarbakır'da SSK ile anlaşmalı Optik Gözlükçülerin hemen hemen hepsinin anlaşmaları feshedilmiş.
O dönemin sorgulamasını bugün için yapmak mümkün değil.
Ancak; şunu da belirtmek isterim ki; o soruşturmanın da pek sağlıklı yürütüldüğünü sanmıyorum.
Bu yönde pek çok serzeniş var.
Her neyse saadete gelmek gerekirse bu gün için konuşmak lazım.
Çünkü esnaf hayli dertli.
Bir dokun, bin ah işit misali.
***
9.7.2004 tarihinde anlaşmaları müfettiş İ. Hakkı Kaderli'nin vermiş olduğu yasal ceza süre bitimine müteakip SGK İl Müdürlüğüne giderek, tekrar anlaşma yapmak için müracaat eder.
Zaten buraya kadar problem yok.
Çünkü sözleşmeleri feshedildiği dönemde tabi oldukları hükümlerin biri de şu yönde:
"Anlaşması feshedilen gözlükçü, mahkemesi devam etse de yasal cezanın bitiminde tekrar müracaat ederek sözleşme yenileyebilir"
Lakin Esnaf Diyarbakır SGK İl Müdürlüğüne dilekçe ile başvurduğunda karşısına yeni bir sözleşme çıkarılır. Ve denilir ki; "sizin anlaşmanız feshedildiğinde tabi olduğunuz sözleşme hükümleri ile yeni sözleşme hükümleri birbirinden farklı. Sizin aldığınız 4 yıllık ceza bizi ilgilendirmez. Bizim için önemli olan yeni sözleşme hükümleridir"
Taktir edersiniz ki esnaf şaşırıyor. Yeni sözleşme hükümleri çerçevesinde bir uzlaşı arama yoluna giderek dilekçesini SGK’ya sunuyor.
***
İşte bundan sonrası trajikomik bir hal alıyor.
Tabir-i caizse Levent Kırca parodilerini bile gölgede bırakacak bir tutum sergileniyor SGK tarafından.
Klasik tabiriyle "Bugün git, yarın gel".
Her seferinde farklı cevaplar verilerek "adeta" esnaf baştan savılıyor.
Çünkü çözüm yoluna gitmek yerine vaka "Arap saçına" dönüyor.
Bilmece misali.
Ve her ne hikmetse, olumlu ya da olumsuz bir türlü cevap verilmiyor.
Ankara'ya soruluyor. Yazışmalar yapılıyor, fakslar çekiliyor, görüş isteniyor, görüş alınıyor.
Fakat ne var ki; çözüm yine yok.
***
Esnaf kendi çabasıyla olaya çözüm bulmak için buradaki İl Müdürlüğünden umudu kestikten sonra Ankara'ya gidiyor.
Bu sefer orda kapılar aşındırılıyor. Alınan cevap ne biliyor musunuz?
Diyarbakır SGK İl Müdürlüğü çalışanları nerdeyse "günlük ihtiyaçlarını gidermek için bizden görüş istiyorlar. Kardeşim orası İl Müdürlüğü, hatta Bölge Müdürlüğü. İnsiyatif kendi ellerinde. İsterse sizinle anlaşma yapıyoruz, isterse sizinle yapmıyoruz diyebilirler. Bunun için ikide bir bizden görüş istemelerinin anlamı yok" diye.
Buyrun buradan yakın. Gerçekten vahim bir durum.
Birden çocukluğum aklıma geldi.
Kış ortasında "kırılan sınıfın camını yaptırmak için Ankara'dan olur bekleyen yöneticiler" misali.
20. Yüzyıl'da bu tür muameleyle karşı karşıya kalmak gerçekten acı.
Çünkü bürokrasi yükünün azaltılması gerekirken maalesef giderek sorunlar yumağına dönüşen devlet kurumlarıyla karşı karşıya kalıyoruz.
Liyakatin ve ehil olmayan yıllardan beri bu kurumların başına çöreklenmiş, sömürmekten başka bir düşüncesi olmayan kişileri, siyasi hesaplarla bu kurumların başına getirmenin sonucu bu olur.
***
Buradan çağrım var. Optik Güzlükçüler adına.
Çağrım İl Valisi Hüseyin Avni Mutlu'ya,
SGK İl Müdiresi Yasemin hanım'a
Sağlık İşleri İl Müdiresi Habibe Polat'a.
Bir dilekçenin cevabı 6 ayda verilemiyorsa, kusur kimde?
Dilekçeyi veren vatandaş mı yoksa muhatabı olan kurum mu?
Mağdur olan, nerdeyse kepenk indirecek düzeye gelen esnaf mı?
Yoksa sıcak koltuğunda oturup, sorumluluk vasfını yerine getirmeyen zat-ı muhteremler mi?
Aslında bu konuyla ilgili çok konuşulması gerekir.
Ki dünkü Diyarbakır Söz'ün "Manşetten" köşesinde yine böyle çarpık ve keyfiyet arz eden bir vaka işleniyordu.
Üçer gün arayla verilen iki farklı cevap.
"Tilki kurnazlığı" misali.
Önce "yok" diyor. Sonra vatandaş belgesini sununca "pardon varmış" diyor.
İşte bu kadar acziyet içerisinde olan kurumlarımız mevcut.