FAŞİZAN DÜŞÜNEN KİM?
Öncelikle belirteyim. Siyasal 'iktidarın' savunucusu.
Ya da 'destekleyicisi' değilim. Muhalefetin de 'karşıtı' veya düşmanı değilim.
Bu yazıdan böyle bir anlam da 'çıkarmak' abesle iştigal olur.
Ancak 'yiğidi öldür, hakkını ver' misali.
Olup-Bitenler 'noktasında' önemli gelişmeler var.
Onun için de 'haklı' olanın yanında olmak gerekir.
Doğru 'yapılanı' desteklemek, alkışlamak.
Yanlışa karşı da 'durmak' ve eleştirmek gerekir.
Bizim mesleğin de 'üstünlüğü ve kutsallığı' burada yatmaktadır.
***
Evet. Siyasal Partilerin 'politikalarında' bariz dönüşümler.
Ve inanılmaz 'aktiflikler' söz konusu.
Baş döndürücü bir şekilde; saflar 'yer değiştirdi'.
Muhalefetin 'yerini' iktidar. İktidarın da yerini muhalefet almış.
Şöyle ki; Ülkenin bir çok sorununun 'gündeme' gelmesi.
Kamuoyunda 'tartışma' konusu edilmesi.
Ve bunun paralelinde 'çözüm' üretici hamlelerde bulunulması.
Tamamen 'siyasal iktidarın' aktifliğinde.
Muhalefete baktığınızda, 'iktidarın' çok daha gerisinde.
Var olan soruna yönelik 'hamlenin' eleştirisinde.
'Düşman ve kan davası' güden bir siyasal düşünceyle.
***
Bu ikilemi birçok 'derin' mevzuda görebiliyoruz.
'Kürt Sorununun' çözümüne yönelik tartışma 'en bariz' örnek.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül 'ombudsmanlık' görevini yerine getirerek deklare etti.
"Tarihi bir fırsat"! "Kürt sorununun çözümünde önemli gelişmeler olabilir."
Ne demek? Türkiye'nin "çeyrek" asır deniliyorsa da, nice çeyrek asırlardır var olan bir sorunu.
"Kürt" mevzusu. Güneydoğu'da 'sönmeyen' bir ateş. Bedeli çok ağır.
Bugüne kadar 40 bine yakın 'insan' yaşamını yitirdi.
Bir o kadar insan da 'sakat' kaldı. Yüz binlerce kişi de 'yerinden-yurdundan' edildi.
250 Milyar dolar 'harcanan' milli servet.
Bölgenin ve ülkenin 'sosyal, siyasal, ekonomik ve kültürel' anlamındaki manevi kaybı.
***
Hepsinin "özeti" inkârcılıktan gelmektedir.
Ki yıllardır 'güdülen' inkâr politikaları yüzünden 'ateş' hiç sönmedi.
Ama artık "Yeter' deniliyor. Ne analar-bacılar 'gözyaşı' döksün.
Ne de 'ana kuzuları' kurban gitsin. Kimse de yerinden, yurdundan 'edilmesin'.
Farklı 'kültürlerin' zenginliği içerisinde bir bütün mozaik olalım.
Kardeşçe, hoşgörü ve birliktelik içerisinde.
İşte bu duyguların ifadesiyle Gül 'üstlendiği' misyonla hareket etti.
Siyasal 'iktidar'da arka duruş sergiledi.
***
Ama muhalefete gelince; 'düşman' misali.
Sorunu gündeme getirip, tartışma konusu etmesi gerekirken.
İktidar'a 'neden bu kanayan sorunu çözmüyorsun' sorusunu dayatması lazım iken.
Bölgenin ve ülkenin 'aydınlık' geleceği için; 'fikirler' üretmesi.
Diyalog kapılarını 'açması' gerekirken. Tam aksine.
'Düşman' görme ilkelliğiyle; "vur abalıya" misali.
CHP ve MHP'nin 'sergilenen' siyasal duruşu 'gerilikten' öteye değil.
Küreselleşen 'dünyanın' doğasına aykırı bir tavır içerisinde.
'Doğru' bir adım, atılması gereken bir hamle 'olduğunu' bilmelerine rağmen.
'Kan davası' ve 'düşmanlık' besledikleri için; 'sadece' muhalefet olsun diye.
'Yanlış' deniliyor.
***
İşte son bir örnek. Başbakan Erdoğan'ın Düzce İl Kongresindeki 'itirafı'!
İtiraf diyorum. Çünkü bir ülkenin başbakanı 'yılların' gerçeğini kabul ediyor olması önemlidir.
Ve o gerçeği 'aleni' bir şekilde ifade ediyor olması apayrı bir 'hikmettir'!
O tarihi 'itiraf' şöyleydi: "Farklı etnik kimlikte olanlar ülkemizden kovuldu. Acaba kazandık mı?
Bunların üzerinde durarak bir düşünmek lazım. Ama aklıselim ile bunların üzerinde düşünülmedi.
Bu aslında faşizan bir yaklaşımın neticesiydi.
Bu hatalara zaman içerisinde zaman zaman biz de düştük ama aklıselim ile düşününce şuralarda ne gibi yanlışlar yaptık ki şöyle bir başımızı iki elimizin arasına aldığımızda hakikaten ne yanlışlar yapmışsınız, diyorsunuz".
***
CHP Lideri Deniz Baykal. Beri yanda MHP Lideri Devlet Bahçeli.
Ardı arkası kesilmeyen 'bir bardak suda fırtına koparır' misali.
Eleştirilerin 'tepkilerin', faşizanlıkların 'bini bir para'..
Vay! Sen misin diyen. Türkiye'nin bir Başbakanına yakışır mı?
'Faşizmle' nasıl suçlama getirilir?
Yazık! Zaten Türkiye'nin siyasal tarihindeki en büyük 'yıkım' ve tahribatı.
Politikasını 'inkârcılık' üzerine kurgulamasıdır.
Sokaktaki 'Ahmet’in' özgürlüğüne pranga çekmek.
Üniversite kapısında 'kıyafetinden' dolayı geri çevirmek.
Eğitim 'özgürlüğünü' elinden almak.
İsminden 'dolayı' ötekileştirmek.
Kıyımından dolayı 'gerici' olarak suçlanmak.
Ve daha sayabileceğimiz yüzlerce 'İnsan haklarına' aykırı tutumlar.
Keyfiyet noktasında 'icra' edildiğinde Faşizan anlayış olmuyor mu?
Zaten Kürt Sorununun 'bu seviyeye' gelmesi.
Bedellerinin 'ağır olmasının' temelinde yatan gerçek te.
‘Kürtlerin inkâr’ edilmesine yönelik politikaların uygulanması değil midir?
Bu politika "faşizan' anlayışın dik alası değil midir?
***
Dikkat edilirse. Değişim ve demokratikleşme 'çabaları' yoğunluk kazandığında.
Sosyal değişime paralel olarak 'güçler' dengesi değiştikçe.
Ülkenin 'gerçekleri ve geçmişiyle' yüzleşme erdemliğine ağırlık verilince.
Birileri 'ideolojik tarafgirliğini' konuşturmaya başlıyor.
Ve özgürlükçü anlayışı 'bölücü' olarak görüyor.
Bu paralelde de 'siyasal' zemin geliştiriyor.
Sonuç itibariyle; Türkiye 'çoğulcu demokratik parlamenter' sistemin işleyişinde de 'değişim' geçiriyor.
Faşizan siyasal anlayış 'artık' prim almıyor. Muhalefetin 'düşüncesinde' sadece prim görüyor.
***
Düşünüyorum.
Mevcut zihniyet bugün iktidarda olmuş olsaydı.
DTP'li Milletvekillerinin 1994 yılındaki 'tarihi' ayıbı tekerrür etmiş olurdu.
'Yaka-paça' gözaltı yaşanırdı.
Ve dikkat edin, 'mevcut' şu anki muhalefetin politikasına.
Özgürlükçü demokratik anlayışın 'eşitliğinden' dem vurması gerekirken.
Siyasal 'iktidar' bunu üstlenip savunuyor. Orta yolu nasıl buluruz diye?
Her ne kadar 'ifade krizi' ötelendiyse de. Önemli bir hamle.
Sonuç itibariyle 'tarihi bir fırsat'!..
Bu fırsat 'muhalefetin' iktidarın yapmak istediklerini 'üstlenmesiyle' hayata geçirilebilinir.