GÜLEN PAZARLIK KONUSU OLURSA?
Paralel mi,
Cemaat mi,
Fethullah Gülen mi?
Veyahut da yeni ismiyle, "silahlı terör örgütü mü?"
Her ne derseniz deyin!
Hangi fikri-beyanla mevzuya odaklanırsanız odaklanın…
Serbestsiniz ki kamuoyunda "hepsi" telaffuz ediliyor.
Herkes kendine göre söyleniyor.
***
Zaten Yargının "işlevindeki" cümlelerde bolca yazılmakta!
Hiç bir "sıkıntı" yok!
Tanımlamada herkes özgür!
Nasıl ki siyasal iktidar için pankart açılıyor; "HIRSIZ VAR?" deniliyorsa.
Yolsuzluk.
Rüşvet gibi "gayri ahlaki" isnatlar vaki ise.
Artık, Cemaat için de "terör örgütü" pankartları geçerli olabilecek?
Anlayacağınız; suç teşkil edici bir durum olmadığı gibi, aksiyonu da kesintisiz ikmale geldi.
***
Evet, durum birçok argümana sahip!
Kimine göre kalkan.
Kimine göre gerekçe.
Kimine göre de ülke yönetiminde raconun, "söz sahipliği."
Kimine göre de "eski dost düşman oldu?"
Kimine göre Cemaat "zulme" uğruyor.
Hükümet, kendi "paralel" yapısını devlete nüfuz etmek için bunu yapıyor?
Neyse!
***
Kim hangi kisveyle kendisine meze ederse etsin!
Zaten artık mülahazanın "değinmediği" namahrem alan kalmadı.
Evet, 14 Aralık'ın neticesine gelirsek…
Dün "soruşturma" sonlandı.
Kolluk kuvvetlerindeki sorgulama bitti.
Savcılar da.
Hâkimler de.
Mahkeme de "hükmünü" verdi.
Tabi ki bu ilk hüküm.
***
Gözaltına alınan 31 kişiden tutuklanan sadece dört kişi!
O da Hidayet Karaca ve üç polis memuru.
Sonrası var mı?
Dosyaların muhtevası (detayı) ne gösterir o şimdilik meçhul.
Ama görünen o ki;
Günlerin seyriyle "olayın" yarattığı sarsıntı ve çıkan sonuç pek tatmin edici gelmedi.
Tabi ki bazı kesimler için!
İktidar için.
İktidar ve cemaat kavgasından nemalanan taraflar için.
Hele ki "pusudaki" kurtlar için.
Çok tutuklanan olsaydı, yaygara çok olurdu diye?
***
7.5 şiddetinde bir deprem denildi bu operasyona.
Aynı minvalde, yıkımın da olabileceği beklendi.
Hele ki Ulusal ve Uluslararası; "tartışılır" mevzu bahis olmuşken.
Ankara'nın AB'ye resti.
AB'nin Ankara'ya; "kendine" gel uyarısı.
Nitekim ABD bir taraftan, İngiltere bir taraftan, Fransa bir taraftan yüklendi.
AB desen, yekûnuyla çıkış yaptı operasyon "gayri meşru" diye!
***
Basın özgürlüğü kısıtlanıyor.
Demokrasi askıya alındı!
Türkiye'de dikta bir yaptırım ve yönetim artık iktidarda denildi?
Hükümet "ateşle" oynuyor.
İşte bu yaygaraya karşı herkeste şu konu vardı; "hepsi kodese" sokulacak diye.
Ki en başta Ekrem Dumanlı.
Öyle ya, hükümete ve yargıya "meydan" okumuştu.
Savcının "davetine" icabet yerine, "savcı gelip bir çayımızı içsin" diye çıkışmıştı.
***
İşte bu hararet içerisinde çıkan sonuç, birçok kesim için ki özellikle hükümet için de "Hayal kırıklığı" oldu diyebilirim.
Şu ifade de ikmale birileri tarafından getirilmedi değil.
"Dağ fare doğurdu?"
Nitekim "sosyal medyada" durum "çok yönlü" münakaşa ediliyor.
***
Söylenen şu.
Tıpkı, 28 Şubat'a dair operasyonlar gibi.
Ergenekon.
Balyoz.
17–25 Aralık ve KCK operasyonları dâhil.
O günlerde olduğu gibi şu son dört günde Türkiye uyumadı.
Taraflar ayaktaydı.
Emniyetin.
Adliye'nin.
MİT'in.
Yani, İstanbul dâhil ülkenin dört bir yanındaki resmi güvenlik kurumlarının lambaları yanıktı.
Gece-gündüz ayrı!
***
Aynı minvalde, İçişleri Bakanlığı'nın da.
Başbakanlık.
Cumhurbaşkanlığı da aynı "dertte" gece uyumuyorlar.
Lambalar yanık.
Ya sokak, hareketli ve gergindi!
Paralelin hışmına uğrayan.
Ya da paralele bel çıkan.
Oluşan "flu" ortamdan medet uman yapılar dahil; herkes sokaktaydı.
***
Kısacası hepsinde tarihsel bir beklenti vardı!
Bu operasyon "çok su" götürecek.
Gözaltına alınanların büyük bölümü tutuklanacak diye.
Ülkenin ve milletin tansiyonu tavan yapacak?
Ekonomi darbe alacak?
Peki, yargı sonucu ne oldu?
31 kişiden tutuklanan dört kişi oldu…
***
Dosyaların içeriği şunu açık bir şekilde netleştirdi…
Meselenin; salt, özgür basın kurgusu olmadığını,
Dizi sahnesine bunu kim koyduğunun sorgusunun olmadığı.
Hele ki, STV ve Zaman'ı "susturmak"
Ya da gayrimenkullerine hal-i hazırda hemen el koymak değil.
Tahşiyecilere dair yapılan operasyonun hukuk dışı olduğuna dair şikâyetin kabulü de değil.
Öyle; Polis, Gazeteci-Senarist "üçgeni de" değil.
***
Elbette ki mevzuu "salt" bunlardan ibaret değil.
Böyle görmek; "büyük resmi" kaçırmak olur.
İlk gün ifade ettim.
Ne AK Parti ne de Cemaat, artık ülke ve millet için "samimiyet" arz edemez.
Bu operasyondaki ana amaç; hükümetin hedefe ulaşmada birer merdiven basamağı olarak kullanma gayretidir.
Çünkü, "davanın" içeriği" bu tırmanmayı kısm-i bazda gösteriyor.
***
Asıl ana hedef şudur; "kelle almaktır?"
Ki o kelle de; Nasıl ki, Erdoğan'ın kellesini Paralel yapı almak istiyordu?
Yeter ki, "Erdoğan" gitsin, kim gelirse gelsin önemli değil.
Şimdi, mekanizma aynı işleyişle Gülen'in bizatih-i kellesini istiyor.
Anlayacağınız; "Keser döner, sap döner, gün gelir hesap döner" misali!
Bu hukuki bir mecrada mı, yoksa "hukukileştirme" gayreti içerisinde mi yapılıyor işte o muğlâk bir durum!
***
Operasyondaki ana gaye.
Ve hedeflenen senaryo şu.
Hükümete sinen, devletin kılcal damarlarına nüfus edebilen.
İstediğinde; ülkenin "yekvücut" yapısını felç edebilen,
Gayriyasal olarak Pensilvanya'da kurgulanan.
Üst akılla; "hayata geçirilen" ülkenin derinliğine sızmış yapının "kozmik" odasına girebilmek.
***
Nasıl ki, Erdoğan'ın "mahremiyetine" girildi.
"Başbakanlık Ofisine" sızıldı.
Şimdi aynı operasyonla.
Tabi bu kez, "hukuki" görüntü icrasıyla Gülen'in odasına girilmeye çalışılıyor.
Ana hedef bu.
Şöyle ki, güçlerin birbirlerine karşı "güç" kaybı yaşatıp, alan hâkimiyeti yaratmak hesapları da bu nedenle sürekli çatışıyor.
***
Güçlerin arenası...
Boş alan yaratılmasıyla; "hâkimiyet" sağlamak!
Hal-i hazırdaki; hükümet, cemaat kavgasında ana durum bu!
İşte, durum böyle olunca da satranç oyunu misali; "der demez" bazen karşılıklı hamleler çabucak boşa çıkabiliyor.
Akıllı olan, hızlı hareket edebilen kazanıyor.
***
Velhasıl.
Gülen'e yönelik bugüne kadar "yapılamayan" artık kıvama gelmiştir.
Suç teşkil edici delil oluşturuldu.
Ki bu engel, bu davanın içeriğiyle aşıldı.
Şöyle ki;
Bu operasyona kadar Gülen'e yönelik herhangi bir "suç teşkil" edici dava açılamadı.
Sanık konumuna gelmediği için de; 'aranan" bir isim olmadı.
Ama şimdi, 1. Sulh Ceza Hâkimliği tarafından hüküm verildi.
Gülen artık, "Örgüt Yöneticisi" diye.
Yani, silahla terör örgütü yöneticisi iddiasıyla "şüpheli, aranan kişi?"
***
"Yakalama" kararı istendi.
Dün soruşturmayı yürüten Savcı Hasan Yılmaz, 1. Sulh Ceza Mahkemesi'ne başvurdu.
Talebi değerlendiren mahkeme "isteği" onayladı.
Bu demektir ki;
ABD'de yaşayan Gülen "artık" firari ve aranan bir sanık.
Nitekim Gülen hakkında kırmızı bülten çıkarılması için artık söz Adalet Bakanlığı'nda.
Çıkar mı, bence çıkar.
***
Çünkü Başbakan Davutoğlu bu konudaki görüşünü açıklamıştı.
"Ne gerekiyorsa yargı onu yapacaktır.
Yargı süreci içinde bir talep söz konusu olursa kırmızı bülten ve diğerleri, herhangi bir suç söz konusu olduğunda hangi işlem yapılıyor ise hiçbir ayrım gözetmeden eşit durumdaki bir vatandaşa ne uygulama yapılırsa o yapılır.
Bu konuda da kararlılığımız kesindir"
***
Peki, şimdi ne olacak?
Eğer ki, Gülen'i "üst akıl" yönetiyorsa ki bunu, Cumhurbaşkanı ifade ediyor.
Bu üst akıl da, hal-i hazırda ABD olduğuna göre Gülen "iade" edilir mi?
"Paketlenip", Türkiye'ye gönderilir mi?
Doğrusu, "Küresel" güç dengesi.
Şu ana kadar ki, sergilenen tavır; durum biraz zor dedirtiyor!
Ama iade edilse, bu Türkiye açısından "çok ağır bir pazarlığın" konusu olduğunu gösterir?
***
Çünkü Coni kafası, derin.
Hele ki, Ortadoğu'daki "harita" değişimi evresinde iken.
Veririm, ama bir şartla der.
Tabi, Erdoğan ve Davutoğlu; bu pazarlığı göğüsleyebilir mi?
Türkiye halkı ve muhalefet.
Elbette ki "şart" bir hava değişimi yapar; ama zor görüyorum.
***
Diyeceksiniz ki göğüslenmezse ne olur?
Yani, hal-i hazırdaki 5 bine yakın "kırmızı bültenle" aranan kişiler listesinde kalır.
Ve "Terör Örgütü" davası da, tutuklanan dört kişiyle munsahır ikmal olur.
Gülen, Pensilvanya'daki karargâhında; "bildiğini" icra etmeye devam eder.
Türkiye'deki "elemanları" da aynı minvalde, aksiyon geliştirir.
Hal-i vaziyeti olur ki; bu daha bir vahimlik arz eder.
Tıpkı, sıtma hastalığı gibi.
Eee.
Bu da der demez, doğal olarak; "hükümetin haliyeti ruhiyetini" çarşamba pazarına çevirir.
Sizce?