HAFTANIN SIKINTISI MI?

Haftanın ilk günü.

Aslında bu yazım "bir pazar" yazı niteliğinde.

Ama olsun diyerek;

"Krizlerin" hakimiyet kazandığı.

Sinsi senaryoların "üretildiği"!

Dengelerin sürekli "değişim" gösterdiği...

Belirsizlikle belirlilik arasında "farklılığın" oluşmadığı.

Yarından ürken, tedirgin olan, karamsarlık batağı içinde olmanın dramlaştığı.

Siyasal "alanda" baş döndüren çatışmaların yaşandığı bir havayı soluyoruz.

İşte bu nedenle haftanın ilk gününde; böylesi bir tabloyu size "yeniden" yaşatmak ve hatırlatmamak için.

Kısacası "yaraya" tuz basmak anlamına geleceğinden dolayı; fikri bu alana çevirdim.

Biraz düşünebilelim diye.

Biraz felsefi takılalım diye.

Belki o zaman "temiz bir ruh haliyle" hayatın "yaşam" koşullarını değerlendirir ve değerlendirme önerilerinde bulunabiliriz... Ya da; bizleri yönetenler, söz sahibi olduklarını düşünenler. Evet. Kendi kendimizi "sorgulamalıyız"!

Garip ama gerçek.

Çünkü yaşadığımız toplum içinde insanlarla ilgili tanımlar yapıyoruz.

Sürekli olarak dışımızla uğraşıp, pek çok şeyi tenkit ediyoruz. Ayrıntılar içinde boğuşuyoruz.

Gerçeği idrak etmeden. Kendi öz benliğimize yönelmeden. Enerjimizi son süratle tüketiyoruz.

Umursamaz bir tavır içerisinde.

Tenkit etmeye yanaşmadığımız bir kişi var, o da "kendimiz". O da neden derseniz?

Biliyoruz ki, temelde her şey, insanın kendini tanımak istemesiyle başlar.

Bu isteğin merkez olması gerekir.

O halde ne yapmamız gerekiyor?

Bu sualin cevabı çok sade ve açıktır.

Tartışma götürmez bir gerçektir.

* * *

Peki; nedir?

Dünya hayatının icaplarından biridir; Hata…

Ya da hatalarımız.

Ruh denen varlığın hata yapması çok doğaldır.

Deneyim noksanlığı hatalarımızın sebeplerinden biridir.

Hatalarımızla birlikte acısını da yaşıyoruz.

Onun içinde; kendimizden hareketle ve yaşam içinde gelişme imkânları elde etmenin çabası içinde olmalıyız.

Çok defa başkalarının yanlışlarına, ters davranışlarına karşı saygı göstermek, fikir ve fiiller karşısında kırıcı ve alaycı olmadan, yumuşak ve şefkatle hareket etmek gerekliliğini duymak, hoşgörülü olmaktır.

Ancak insanın kendi kanaatlerini terk etmesi ya da onları ortaya koymaktan, savunmaktan, bir fiil çıkarmaktan sakınması şeklinde anlaşılmamalıdır. Her çeşit şiddet ve hile yollarını kullanmaktan kendini alıkoymalıdır.

* * *

Varlıklar birbirlerine saygı duymalıdır.

Ama bu saygıdan dünyasal kariyer ve yaş büyüklüğüne saygı duymak gibi kavramlar anlaşılmamalıdır.

Her varlık kendi görgü, bilgi ve tecrübesi oranında fikir ve fiile sahiptir.

Ve bu görgü tek bir doğuşla, tek bir laboratuarda (Dünya'da) kazanılamaz.

Hayatı anlamak için bir çabamız olmalıdır.

Yetişkin insanlar olarak, yaşamımız farklı seviyede bir oyundur. Varlıklara değişik okullar ve okulların öğrenim devirleri içinde imkânlar verilir. Her varlığın içinde bulunduğu realitenin kendine özgü arzu ve isteği vardır.

Bu doğrultuda hakikat nedir?

Tekâmülü kavrayış ve bu gidişin farkına varabilmek.

Değişik süreçler içinde her şeyin mümkün olduğunu kavramak önemlidir. Hakikate yakın olanların, olmayanlara iyi niyet, anlayış, şefkat ve sabır ile muamele etmesi gerekir.

Gerçek hoşgörü burada başlar. “Bilenle bilmeyen bir olur mu?” denilmiştir.

Bilenin bilmeyene gösterdiği sabır, bir bilgiye dayalıdır.

Varlık yalnız bunu öğrenmek için defalarca, tekrar tekrar doğmak durumundadır.

* * *

DÜNYA İNSANLAR GÜNÜ!

Şermin Özdemir adlı okurumdan gelen bir mail.

Kendince "kaleme" aldığı ama kelimelerin "değer" bulduğu bir yazı.

Tabi bir de; kendine özgü "Dünya İnsanlar Günü" diye bir gün ilan etmiş.

Bunu yaparken de; "insani" bir resim çiziyor.

Ve şöyle diyor Şermin Özdemir isimli okurum.

"Kendimce bir gün icat ettim;

Bu gün "DÜNYA İNSANLAR GÜNÜ" diye.

Ve herkese hediye hazırladım hepimiz mutlu olalım diye.

Küçük, büyük, zengin, fakir fark etmez.

Bu güne ve bu hediyeye hepimizin ihtiyacı var.

Bir kutu dolusu yaşam gönderiyorum size, sade bir kurdeleyle süslenmiş, çözün kurdeleyi ve kaldırın yavaşça kutunun kapağını.

Mavi bir gül koydum içine; "Ebedi sevgiyi görün, yaşayın ve hissedin" diye...

Kocaman bir fırça ve bin renk koydum kutuya.

Bir cennet resmi yapıp içine girelim diye...

19 yapraklı papatyalar yerleştirdim.

Falında "şansa yer bırakmayalım" diye.

Düşler serpiştirdim gizlice, düş kurmayı unutmayalım diye... Bir tanede elma şekeri yerleştirdim, içimizdeki çocuğu yeniden tadabilelim diye.

Güneşin batışını, billur suyun sesini, kırmızı gelinciklerin saflığını, taze ekmeğin kokusunu ve bir gülümsemenin sıcaklığını da sığdırdım.

Ruhlarımız aç kalmasın diye.

Kutuya biraz da sevecenlik koydum, güçlü olalım diye...

Çünkü acımasız olan güçsüzdür.

Bir buket sevgi, bir yudum aşk ve yarım bir elma da koymadan edemedim.

Paylaşmayı hatırlayalım diye.

Sevdiklerimize onları sevdiğimizi söylemek için yarını beklemeyelim, hemen şimdi bunu yapalım diye...

İçtenliği, umudu, neşeyi, bağışlayıcılığı, hoşgörüyü, saygıyı, özgüveni ve açık yürekliliği unutmadım.

'Ben'' in dışına çıkıp bize ulaşabilelim diye...

* * *

Son olarak bir kart iliştirdim kutuya.

Bakın bu kartta neler yazıyor.

'Bu kutunun kapağını her kaldırışta yaşamla ilgili yepyeni şeyler keşfedeceksin. Yaşamak için yarını bekleme, al yaşamı kollarının arasına ve sımsıkı sarıl, yaşamdan sadece almak yerine ona birşeylerde ver. Unutmayın yaşam dokuması henüz tamamlanmamış, olağanüstü güzellikte bir duvar halısıdır. Ve size ait olan boşluğu yalnız siz doldurabilirsiniz. Kimseyi kırmamak ve üzmemek şartıyla her şeyi dene.

Bir gün sonsuzluğun bulutlarına oturduğunda, ne aklınız kalsın geride, nede kırık bir yürek'

Artık kaldır bu kutunun kapağını.

Görelim gerçekleri ve sevelim sevgiyi.

Bırakalım duygularımızı serbest kalsın, sevgi ırmağına set çekmek niye?

Sevgi bir sonsuzluktur kullanıldıkça artan, paylaşıldıkça katlanan... Bırakalım onun musluğunu aksın, kazanan biz olacağız. Dolduralım stresten, kinden, kibirden, bencillikten kararmış kalbimizi, fazlasını bırakalım taşsın.

Bunlarla mavi, kırmızı ve rengârenk güllerin yer aldığı bir "Sevgi Bahçesi" yapalım...

Belki 7 renkli gülü de burada yetiştiririz.

Her zamanki sevgiyi kucaklamak dileğiyle.

* * *

Şermin Özdemir'in maili böyle.

Demem o ki; toplumsal "bütünlüğün" oluşması ve aynı çatıda bulunmamız için; "sevgiyi" kucaklamamız lazım.

Ki; "belirsizlikler" cenderesinden kurtulabilelim.

Evet. Güzel ve mutlu bir hafta dileğiyle.