HAFTASONU YAZISI!…
Pazar demiyorum.. Hafta sonu diyorum.. Eee, bugün Cumartesi ya!..
Öyle..
Bazı okurlarım; "serzenişte" bulunuyor..
"Niye pazar" yazısı yazmıyorsun..
Sizin de.. Bizim de… Zihnimizi dinlendirecek…
Ülkedeki.. Yaşadığımız günlük hadiselerin "geriliminden" kurtulsak..
Yorgunluğu..
Telaşlı halden arınsak..
Velhasıl; "şöyle kahvaltıyı, çayı" keyifle içelim!..
Olmaz mı?!…
Vallah ne diyeyim..
Haklısınız!…
***
Lakin; "ülkenin" mevcut hal-i durumu el vermiyor…
Hele ki, Diyarbakır…
Ki yaklaşan; "yerel" seçimler..
Adaylar..
Aday adayları..
Meclis üyeleri..
Muhtarlar dahil; "hayli siyasi kulisler" söz konusu..
Son günlerin; "kanatılan" mevzusu!..
İşte; Suriyeliler üzerinden; "sokağın" huzurunu bozmak..
Kürt ve Türk "milliyetçiliğini" körüklemek…
Suriye operasyonu..
Ekonomi..
Anlayacağınız; "saat başı" gündem değişiyor…
***
İşte, Sur'daki "satışa çıkarılan" arsa…
Geçmişi…
Tabiri caizse; "enva-i iğrençlik" söz konusu..
Hal böyle olunca; "fırsat" oluşmuyor..
Neyse..
Bugün şöyle herşeyi "rölantiye" alalım..
"Hayata" dair deyip, harman yapalım…
Ama!..
Yaşadıklarımıza; "ders-i ibret" mahiyeti olsun…
***
YÖNETİM DERSİ..
Zamanın birinde.. Merkezi hükümet, bir şehrin yönetimine geçici olarak; birini görevlendirir..
Ki bu anlatım, "Konfüçyüs’e" de uyarlanmış… Ama biz yerlimizi; kullanalım..
Adamın biri diyerek…
Şehrin yönetimini teslim alır.. Hiçbir şeye elini sürmez.. Şehrin genelinde; "olup-bitenleri" izler..
İrdeler..
Ahalisiyle, görüşür..
Ve koltuğuna oturduğu ilk gün; "başkan'dan sonra" gelen memuru görevden alır..
En yüksek memur!...
***
Birileri karşı çıkar.. Merkezi hükümet uyarır.. Kendin ahalisinden; kanaat önderi dediklerimiz…
STK'lar..
Odalar…
İtiraz ederler.. Ve o adama giderler.. Nedenini sormak üzere?
Derler ki…
"Bu adam iyi bir adamdı.. Hırsız değildi.. Haydutluk yapmamıştı..
İşi biliyordu…
Biz ondan razıydık.. Neden bunu yaptınız?.."
***
O adam der ki… Yani Belediye'yi yöneten kişi..
Doğru…
Haydutluk ve hırsızlık yapmamış.. Lakin; "çok daha" büyük suçlar işlemiş…
O da şudur…
BİR.. İyi eğitimli, bilgili, ama "gizlice" kendi fırsatları için kullanıyor..
İKİ.. Aşırıya kaçıyor. Hayat tarsı; lüks.. Ve inatçı…
ÜÇ… Doğruyu söylemiyor.. İnsanları yanıltarak; "hakikati" gizliyor..
DÖRT.. İşlerin "iyi yönünü" anlatmıyor, sürekli kötü yanları hakkında konuşuyor..
BEŞ.. Yanlış olanı, yanlış bildiğini "doğruymuş" gibi gösterip, destekliyor…
***
İşte o memurda tüm bunlar vardı..
Nereye gitseydi..
Hangi cemaate yer alsaydı; "taraftar" topluyordu…
İdareye..
Yönetime..
Şehrin bütünlüğüne karşı "isyanlar" yaratıyordu.. Yani kışkırtıcıydı!..
Gerçek yüzünü göstermiyordu..
Aldatıcı fikirlerini..
Sinsice projelendirdiklerini "parlak" nutuklarıyla gizliyordu…
Doğru'nun yerine yanlışı..
Yanlışın yerine doğru'yu empoze ederdi..
***
Bende düşündüm!..
İzledim…
Şehir halkı için üzülmek yerine.. Halkı bu adamdan kurtarmak; en doğru karar dedim. Ve görevden aldım….
Şimdi; "siz deyin" o memuru görevden almam gerekmez miydi?..
Ülkemizde vaki mi?..
Onu siz yorgun zihinle; mülahaza edin!…
***
O İNSANI DÜZELTTİM!…
Muhakkak ki, okumuşsunuz.. Yani vakisiniz.. Olmayan için, biz bir kez daha aktaralım…
Çalışan bir baba…
Bütün hafta yoğun bir çalışma içerisinde imiş…
Yorgun…
Hafta sonu iyice dinlenirim diye, günü odaklanmış..
Pazar sabahı kalktığında, eşinin hazırlamış olduğu güzel kahvaltıya oturmuş.
Bir tarafta kahvaltı..
Bir tarafta çay ve kahve.. Tabi ki, gazetesini de okuyor..
Derken oğlu koşarak geliyor..
– Baba, sinemaya ne zaman gideceğiz?
Baba duraksıyor.. Öyle ya; "söz vermişti" Pazar günü sinemaya gideceklerdi..
baba..
dışarı çıkma gibi bir niyeti yok.. Yorgunluğun hissiyle nasıl bir bahane bulurum da; çocuğu "vazgeçirebilirim" diye düşünmüş..
Sonra, gazetede haritayı görmüş..
Dünya haritası…
Gazete kağıdını, parçalara ayırmış, "yapboz" haline getirip oğluna uzatmış…
Der ki..
– Bu haritayı eski haline getir, ondan sonra seni sinemaya götüreceğim?… Yoksa gitmeyiz..
***
Baba kendince, "beceremez!" diye düşünmüş..İyi bir coğrafya öğretmeni bile; zor üstesinden gelir diye, söylenmiş..
Akşama kadar uğraşır..
Ben de, yorgunluğumu gideririm der…
Ne var ki, kısa süre sonra çocuk gelmiş..
– Baba haritayı düzelttim hadi artık sinemaya gidelim…
Baba, inanamamış… Haritayı göster demiş.. Göstermiş.. Sormuş nasıl yaptın diye?..
Oğlu cevap vermiş..
– Bana verdiğin haritanın arkasında bir insan vardı.
"İnsanı" düzelttiğim de dünya kendiliğinden düzeldi..
***
Hakikat bu!..
"İnsan'ı" düzelt ki, dünya düzelsin..
Hiç kuşkusuz ki, dünyayı güzelleştiren, kötüleştiren de "dünya'nın kendisi" değil; İnsan'dır…
***
1'İN GÜCÜ!…
Öğretmen mezun olmak üzere olan öğrencilerine okulun son günü son bir ders daha vermek için tahtaya geçiyor.
Tahtaya kocaman (1) bir rakamı çiziyor.
– Bu bir rakamı sizin kişiliğinizdir. Uzun emekleriniz, çalışmalarınız sonunda bugün mezun olmayı başardınız.
Sonra (1) birin yanına bir (0) sıfır koyuyor:
– Bu, başarıdır. Başarılı bir kişilik (1) biri (10) on yapar.
Bir (0) sıfır daha koyuyor:
– Bu, sıfır da okul sonrasında yıllar içinde oluşacak tecrübedir.
(10) on iken (100) yüz olursunuz.
***
Hayatın akışında yetenek, disiplin, sevgi, saygı…
Sıfırlar eklenip böyle uzayıp gider:
Eklenen her yeni (0) sıfır kişiliğinizi (10) on kat zenginleştirir.
Öğretmen sonra eline silgiyi alıp en baştaki (1) biri siliyor.
Geriye bir sürü sıfır kalıyor ve öğretmen dersin son sözünü söylüyor:
– Kişiliğiniz yoksa veya kişiliğinizden ödün vermişseniz sahip olduğunuz tüm özelliklerin bir anlamı kalmaz…
***
MUTSUZ KRAL HİKAYESİ
Zamanın birinde, zengin ama mutsuz bir kral varmış.
Mutlu olmak için ne kadar uğraşsa da mutlu olamıyormuş.
Ülkenin en bilge kişisini huzuruna çağırtıp nasıl mutlu olabilirim diye sormuş.
Bilge:
– Kralım, mutsuzluktan kurtulmak istiyorsanız; mutlu bir adam bulup onun gömleğini giymeniz gerekir.
***
Kral adamlarına emir vermiş…
"Bu mutlu adamı bulun" diye.?
Ülkede aranmadık yer bırakmamışlar.
Lakin mutlu birine rastlayamamışlar.
Kimileri eşinden, kimileri yoksulluktan, kimileri de hayırsız çocuğundan yakınıyormuş...
***
En sonunda çaresizlik içinde saraya dönüş yolunda, kırık dökük bir evin önünden geçerken içeriden birinin şöyle dua ettiğini duymuşlar:
– Allah'ım, sana şükürler olsun.
Sağlığım yerinde, karnım bugün de doydu, bugüne kadar rızkımı eksik etmedin.
Ben mutlu olmayayım da kim mutlu olsun?...
***
Sonunda mutlu birini bulduk diye kralın adamları hemen evin içine dalmışlar…
Adamın gömleğini alıp krala götürelim diye düşünmüşler.
Ancak içeri girince bir de ne görsünler, adamın sırtında bir gömlek bile yokmuş…
***
Yani.. Yanisi şu...
Hayat akarken insan mutluluğu arar durur.
Sahip oldukları ne kadar çok olursa olsun…
Maalesef; hep daha fazlasını ister..
Sahip olduklarıyla yetinmez… Ki kendini mutlu da hissetmez.
Mutluluğu kendi içinde arayan ve kendinden memnun olup haline şükreden; "mutluluğu" bulur..
***
İYİLİK VE KÖTÜLÜK…
Cehalet…
Yaşadığımız çağ açısından..
Hiç kuşkusuz ki, "bilgi" karşısında her zaman daha güçlü bir kimlik almıştır…
Çünkü "cehalet" kabadır, zorbadır!...
Bilgi ise, "nazik.."
Nezaketi, hoşgörü ve birlikteliği, benimser..
Tıpkı; iyilik ile kötülük gibi!…
***
Nasıl ki…
Kötülük, iyilik karşısında daha güçlüdür.
Malum, kaçınılmaz "kaba" gücü içerir.
Kaba gücü yetmezse bile; "hile ve fitne" icra eder…
Sonuç olarak; kötü insan, iyi insandan daha güçlüdür.
Uygarlık tarihine baktığımızda; "hakikat" gün gibi aşikar!…
Velhasıl..
Hayat akarken, iyilik ve kötülük hikayesi hep olacak.
İyi mi – kötü mü olacağımıza, bilgeliğin mi – cahilliğin mi peşinden gideceğimize karar vermek; "bizim elimizde!.?"
Başkasının elinde değil..
Yani, bizim seçimimiz.