HALEPÇE KATLİAMI 21 YAŞINDA!
Yıllar geçse bile. Daha dün gibi; ter-ü taze.
Yüreklerde "hançer" misali.
Vahşetin, ihanetin, kalleşliğin ve soykırımın "abidesi" olarak.
Küllenme olsa dahi, kalplerde "acısı" devasa.
Tam bundan 21 yıl önceydi.
Siyonizm’in "maşası" Saddam.
İran'la giriştiği savaşın 8'inci yılıydı.
"Gözü" dönmüş piyonu olduğu güçlerin "komutasıyla" Kürtlere yönelmişti.
Gerekçesi İran'a "destek" ve kendisine "Başkaldırı".
Bir günün sabahında; "çöreklendi", binlerce Kürt'ün yaşadığı Halepçe’nin üzerine.
Dünyanın "gözü önünde" işlendi; "soykırım" vahşeti.
Beş binin üzerinde insan "zehirli" gazlarla gark oldu.
Binlercesi bir daha "iyileşemez" şekilde yaralı ve sakat kaldı.
***
Çeyrek asır geride kaldı. Ama hala "izleri" bıçak gibi.
Kanatıyor. Sakat doğan çocuklar, yeşermeyen topraklar.
Bugün; dedelerin, ninelerin, bacıların, teyzelerin, anaların, babaların "yüzünde".
Soykırımın "nişanı" var. Yanıklar, vücuttaki yaralar 'işte kanıt" diyor.
Evet. Halepçe’yi "bir yazıyla" anlatmak mümkün değil.
Olamaz da.
Çünkü Halepçe'de yaşanan "o soykırım" karşısında Uluslararası "hukuk ve nizam" suskun.
Ne sorgulayan oldu. Ne de hesap veren!
Döktüğü kanda boğulan ve bir gün boğazına geçirilen iple "idam" edilen Saddam'dan bile sorulmadı.
Halepçe'deki "Kimyasal" vahşeti neden yaptın diye?
Ne korkunç bir şey.
Ama şu bir gerçektir ki; Diktatörler, zalimler gün gelir kendi zulümlerinin kurbanı olmaktan kurtulamazlar.
Er-geç "o kanda" boğulurlar. Tarihe de; "Cani Diktatör" diye yazılır.
Umuyorum ki; yeryüzündeki Liderlere "Bir ders-i ibret" olur.
Özgürlüğün "sembolü" soykırımın da "sessiz tanığı" Halepçe’yi yüreği yanık bir şekilde anıyoruz.
Ruhları "şad" olsun.
***
EKONOMİNİN PATRONU ŞİMŞEK?
Gelelim Diyarbakır'ın iç siyasetine. Yani Mahalli seçimlerin "hareketliliğine".
Dün siyasi trafik diğer günlere oranla daha bir hareketliydi.
Çünkü Tarım Bakanı Mehdi Eker ve Ekonominin Patronu Mehmet Şimşek misafirdi.
Hızlı bir koşuşturma ve dolu bir program vardı.
Öğleden sonraki hareketlilikte Bakan Şimşek'le bir araya geldik.
Söz TV’deki "canlı yayın" programı münasebetiyle.
Önceden tanışmışlık olması münasebetiyle; öncelikle ifade edeyim.
Kendisini bir hayli yorgun gördüm.
Yüzünden de belli ediyordu. Sordum; "bu ne hal" diye?
Hissettirmese de "İMF"nin trafiği der gibiydi.
Son günlerde "Yurtdışı" gezileri yoğun. Dün akşam Türkiye'ye geldim.
Bugün sabah da Diyarbakır'a. Bu tempoya vücut dayanır mı?
Tabi bu esnada yarı espri-yarı ciddi; "Siz de çok yorgun görünüyorsunuz?" dedi.
Ama biz; "gece-gündüz" çalışıyoruz dememe fırsat vermeden, "siz de bizim gibi koşuşturuyorsunuz?"
Hal-hatır faslından sonra sorduk Ekonomi'nin gidişatındaki "belirsizlik".
Ve buna paralel olarak; "çığ" gibi büyüyen "işsizlik" Ne olacak diye?
***
Şimşek net konuştu diyebilirim.
Hani "gelebilecek vahim" tabloyu gizlemeden.
"Bu krize ne Türkiye'nin katkısı vardır, ne de bu krizi Türkiye tek başına çözer"
Bunu ifade ederken, G–20 zirvesindeki gelişmeleri de aktardı.
Orada alınan kararların neler olduğunu ve bu kararların Türkiye'ye yansımasının ne olacağına ilişkin?
"Mesela bizim gibi gelişmekte olan ülkelere fon akışı kurumuş durumda. Yani gelişmekte olan ülkelerden bir miktar sermaye kaçışı var. Eskiden gelen özel sermaye akışlarından da ciddi azalma var. Biz IMF kaynaklarının 2'ye katlanması kararını verdik. Yani 250 milyar dolardan, 500 milyar dolara çıkarılması kararını verdik. Bunu gelişmekte olan ülkelerin sadece ödemeler dengesi ihtiyacını karşılamak için değil, bütçe açığını karşılamak üzere artırdık.''
Şimşek "parasal" sirkülasyonu aktarırken altını çizerek "dışarıda durum çok kötü".
Yani; özellikle "küresel krizin" dış ticaret boyutunun vahim derecede tahribat geliştirdiğini ve bunun üstesinden gelinmesinin de zaman alacağını ifade ederken, uyarıyor.
'Ama şunu da kabul etmek lazım. Bu krizin çok boyutu var. Dış ticaret boyutu var. Dışarıda durum çok kötü. Talep azalıyor, bunun yansımaları var. İşin finansman boyutu var. İşin bir de güven boyutu var. Bu çok önemli''
''Bakın maalesef kötümserlik bulaşıcıdır" diyen Şimşek Türkiye için şu analizi yapıyor.
"Vah yandık, öldük, bittik" türünden yaklaşımlarda vatandaş daha içe dönük oluyor.
Tüketimi ve yatırımları erteliyor.
Şimdi onu da engellemek için o etkiyi de azaltmak için ne yaptık.
Tüketimi teşvik için birkaç gün önce yeni bir paket açıkladık.
O paket uygulamaya girecek.''
***
İşsizlikle alakalı olarak Şimşek "küresel krize" rağmen karamsar bir tablo çizmedi.
Güven verici bir açılım ortaya koydu.
"İş-aş bizim işimiz" diyerek. Tabi küresel krizle gelişen işsizliği de inkâr etmeden;
"Küresel kriz ile yeni iş imkânlarının bulunamaması nedeniyle işsizlik oranında hızlı bir artış var"
Bunu aktarırken "çözüme" yönelik hamleyi de söyledi.
"Bizim buna 3 aşamalı bir çözümümüz var. Bizim eğitime daha fazla kaynak aktarmamız lazım"
Ve geçmişe yönelik "eğer" diyerek şöyle dedi:
"Eğer bu imkânlar 70'li, 80'li ve 90'lı yıllarda ayrılmış olsaydı, mesleksizlik problemi ile karşılaşmamış olurduk. İnsanımız sadece Türkiye'de değil, bütün dünyada aranan niteliklere sahip olurdu"
Uzun süreden beri AK Parti hükümetinin "dillendirdiği", Bölgesel Kalkınma Projeleri.
Bunla alakalı olarak da Bakan Şimşek şu açılımı yaptı. GAP'ın tamamlanması halinde diyerek;
''Çünkü bu proje çok kapsamlı projedir. Bu işin içerisinde ulaştırma, eğitim, turizm, kültürel ve diğer boyutları var. Eğer bu proje tamamlanırsa ki; biz 2012 yılında tamamlamayı planlıyoruz.
3 milyon kişiye istihdam imkânı doğacak. Üretim ikiye katlanacak, bunun beraberinde getirdiği ticaret, ihracat ve istihdam ile bunların dolaylı etkisi muazzam olacak. Muhtemelen bölge Batı'dan daha göç almaya başlar.
Çok abartılı değil, iki milyon kişiye istihdam imkânı çıkarsa bu bölgede refah seviyesi yükselir, işsizlik büyük ölçüde azalır ve diğer bölgelerden bu bölgeye belki istihdam akışı olur.''
***
NEVRUZ'UN SEÇİME ETKİSİ?
AK Parti İl Başkanı Ahmet Öcal.
Onunla da; "seçim arifesini" konuştuk.
Öcal Diyarbakır "ölçeğinde" bir hayli iddialı idi.
"Ben diyor, çıtayı 22 Temmuz'un üzerine taşıyacağım".
Özellikle "esnaf" kesiminin kendilerine "teveccühünden" söz ederken şöyle dedi:
"Diyarbakır değişim ve gelişim istiyor. Ve bunu özellikle esnaf istiyor. Huzur, güven ve istikrar diyor".
En büyük açmazın "seçmen" üzerine "korku sendromunun" geliştirilmesine yönelik faaliyetler olduğunu.
Bunların "demokrasiye" ve demokratik anlayışa "yakışmadığını".
Bilakis "zedelediğini" söyledi.
Nevruz'dan "bir gerginlik beklemiyoruz" diyen Öcal, bu günün "anlam ve önemine" uygun bir şekilde kutlanmasını istedi.
Sordum; "Nevruz" 29 Mart seçimlerine bir ölçü "teşkil eder mi" diye?
"Hayır" cevabını verirken, "Tek gaye ve amacımız vardır. O da Diyarbakır hak ettiğini alsın"
Evet. Özellikle Nevruz DTP için önemli bir "gün".
Ve önemli bir "konsept". Buradan çıkacak tablo; 29 Mart'ın resmini çizer.
Her ne kadar; AK Parti "Nevruz hepimizin bayramı" deyip "Seçime etkisi olmaz" düşüncesini taşıyorsa da.
DTP geçmiş yıllarda Nevruz'u her zaman "siyasi kazanım" çerçevesinde işlemiştir.
Onun için de; 21 Mart Nevruz günü, DTP'nin bir ölçüde "gövde" gösterisine sahne olacak.