HAYAT NELERE KADİRDİR

Bugünü öyle 'sayalım'! Gürültü ve patırtıdan uzak.  Siyasal ve mideye kramp getirten 'sıcak' gündemdi 'öteleyelim'.
Biraz içsel bir duyguya yönelelim. Uzun zamandır da 'böylesi' bir düşünce içerisinde 'hafta sonunu' geçirmemişiz.
Sanırım uygun bir zaman. Çünkü 'olup-bitenler' anlamında paranoyak hal aldık. İşte bizleri 'gürültü ve patırtıdan' uzaklaştıran iki; içsel iki mevzu.
İkisi de 'zamanın' birinde yaşanmış; 'hayatın' ahlaki ölçütüne atıf geliştiren vaka. Taktir edersiniz ki; İnsanoğlu için en önemli etken "yaşam" ahlakıdır. Fazla söze gerek yok; şöyle diyelim ve ""ders-i ibret"" mevzuya kulak verelim. Bakalım; hayat insana neleri öğretiyor.

***

Bir öğrenci, bir öğretmeni "iç dünyasına" alıp; hayat dersi verebilir mi? Ya da; bir padişah kendi şaşaalı hayatı için, ahalisine "zulüm" etmeyi, keyif sayar mı?   Okuyalım, ona göre de "hayat" ahlakımızı kendi iç dünyamızda sorgulayalım. Biz nerdeyiz? Ya da nerde olmalıyız? diye. Buyrun.
Evet. Günün son dersinin sonuna gelinmişti. Artık zil çalıp, öğrenciler eve doğru koşacaktı. Öğrenciler sabırsızdı. Son hazırlıklar yapılıyordu. Defter ve kitaplarını çantalarına koydular. Zil çalar çalmaz, dışarı çıkmak için. Yalnız, Ali hazırlanmamıştı.  Gecikmek için de elinden geleni yapıyordu. Nihayet zil çaldı. Öğrenciler bir anda kapıya yöneldi. Ali, yerinden kalkmadı. Ağır ağır eşyasını topladı. Bir yandan göz ucuyla öğretmenine bakıyor.

***

Öğretmeni, onun bu hâlini fark etti: Hayrola Ali, dedi. Eve gitmeyecek misin?
Ali, son arkadaşının da çıktığını görünce cevap verdi: Sizinle konuşmak istiyordum öğretmenim.
Peki, dedi öğretmeni. Ne söyleyeceksin bakalım?
— Ahmet arkadaşımız var ya...
— Evet, ne olmuş Ahmet'e?
— Durumları pekiyi değil galiba. Annesi, beslenme çantasına pekiyi şeyler koymuyor.
— Ee?
— Ona yardım etmek istiyorum. Ama benim yardım ettiğimi bilirse üzülür.
Günde bir simit parası biriktirip her hafta size versem, siz de ona verseniz?  Cebinden bir avuç bozuk para çıkarıp öğretmenin masasının üzerine koydu.

 

Nurhan Öğretmen, paraya dokunmadı. Sandalyesine oturup düşündü. Ali hakkındaki bilgilerini yokladı.  Bildiği kadarıyla ailesinin durumu pekiyi değildi.
Bu çalışkan ve sevimli öğrencisi, ne kadar da iyi niyetli ve düşünceliydi.  Zengin bir ailenin çocuğu değildi. Buna rağmen yardım etmek istiyordu.
Üstelik yardım ettiğinin bilinmesini istemiyordu. Nurhan Öğretmen:
Dur bakalım Ali, dedi. Bildiğim kadarıyla sizin de maddî durumunuz pekiyi değil. Yanlış mı biliyorum?
— Doğru biliyorsunuz öğretmenim. Babam gündelikçi. Çoğu zaman iş bulamıyor. Ama ben de çalışıyor, para kazanıyorum.
— Nerede çalışıyorsun?
— Simit satıyorum.

***

 

Nurhan Öğretmen yine durup düşündü. İyiliğin bu kadarına ne demeliydi şimdi. Bunun gerçekleşmesi zordu. Onu, bundan vazgeçirmek için bir çare bulmalıydı. Bunu yaparken, sevimli öğrencisini de kırmamalıydı.  Onunla biraz daha konuşursa, belki bir yolunu bulurdu.
Nurhan Öğretmen, Ali'ye döndü:
— Büyüyünce ne olmak istiyorsun, diye sordu.
— Çok zengin bir işadamı...
— Niçin?
— İnsanlara daha çok yardım etmek için...
— Güzel, dedi Nurhan Öğretmen. Bak şimdi Ali, Ahmet'in ailesinin durumu pekiyi değil; bu doğru. Ama sizinki de bundan pek farklı değil. İstersen acele etme; çok zengin olduğun zaman insanlara yardım edersin. Olmaz mı?
— Olmaz, dedi Ali. Şimdi yapmalıyım.
— Neden olmaz?
— Üç sebepten dolayı olmaz.

***

Birincisi: Bu para zaten benim değil. İyilik ettiğim için Allah, beni insanlara sevimli gösteriyor. İnsanlar da bundan etkileniyor, daha çok simit alıyorlar. Bu sayede gün boyu çalışanlardan bile fazla simit satıyorum. Hele mahallede Hasan Amca var, her gün iki simit alıp güvercinlere veriyor.
İkincisi: ""Ağaç yaş iken eğilir."" deniliyor. Şimdiden iyilik yapmayı öğrenmezsem büyüdüğümde hiç yapamam.
Üçüncüsü ise daha önemli: Büyüdüğüm zaman çok zengin bir işadamı olmak istiyorum. Zamanında yatırım yapmayanlar büyük işadamı olamazlar.

***

Nurhan Öğretmen, karşısında büyük biri varmış gibi dinliyordu:  Bu sonuncusunu pekiyi anlayamadım, dedi. Biraz açıklar mısın?
Açıklayayım öğretmenim, dedi Ali. Şimdi, çok zengin olmadığım için, ancak günde bir simit parası kadar yardım edebiliyorum. Bundan fazlasını veremem. Allah, Cennet'i gücü kadar iyilik edene veriyor. Şimdi gücüm bu olduğuna göre Cennet'in fiyatı birkaç simit parası kadardır. Eğer zengin olmadan ölürsem birkaç simit parasıyla Cennet'e girebilirim. Bundan daha kârlı bir yatırım olur mu?
Nurhan Öğretmen'in gözleri dolmuştu.  Başını ""Evet"" anlamında sallarken masanın üzerindeki paraları bir bir topladı.
Evet. Ders-i ibret bir mevzuu. Acaba biz; kendi ""iç dünyamızda"" sorgulayan mıyız? Hiç böyle bir düşünceyi ""aklımızdan"" geçirdik mi?

YOKSUL VE KİBİRLİ?

Zamanın birinde 'yoksul' bir köy ve o köyün en yoksul bir ailesi varmış. Ailenin 'yoksulluğu' kelimelerle ifade edilemez bir hal de.
Öyle ki; 'ev ahalisi' çok ender yemek yediği gibi; pişirir miş. Su bile 'içmezlermiş'! Ne malları ne de mülkleri varmış.
Tabi 'çocuk' desen bin bereket; çok. Hani derler ye 'bir süzgecin' delikleri kadar. Ailenin 'tek şanslı ve bereketli' görülen bir kız varmış.
Akıllı ve bilgili. Her şeye aklı yeten bu kez hem 'kardeşleriyle' ilgilenir, hem de onların 'eğitimini' sağlardı.
Gün gelmiş yoksul köyün beri tarafındaki Zengin Köyün 'ağası'; köyü gezerken 'ailenin' durumuna acımış.

***

Çağırmış ailenin 'ebeveynlerini', çocuklar da etraflarını sarmış. Seslenmiş; 'açlıktan öleceksiniz. Size şu tarlayı veriyorum, üzerine ev yaparsınız.
Geriye kalan araziyi de ekip-biçer geçinirsiniz. Çocuklarınıza ekmek çıkartırsınız.' Bulunmaz bir nimet.
Yoksul ailede bir sevinç rüzgarı esmeye başlamış. Geceyi bile zor etmişler. Herkes 'rüya' alemi içerisinde güzel yarınları düşlemiş.
Doyunca 'ekmek' alıp yiyebilecekler. Hatta 'satıp' da para kazanacağız diye.
Ertesi gün yoksul ailenin reisi tarlaya yönelmiş. Elinde kazma-kürek. Başlamış 'ev yapmak' için arazide temel kazmaya.

***

Kızgın güneşin altında 'hiç soluklanmadan' derin bir çukur oluşturmuş. Artık karanlık bastığı için 'eve' dönmüş. Tabi o devasa 'çukurun' üzerini kapatmamış. Çukur öyle açık.
Geçenin bi vaktinde komşunun ineği çukura düşmüş ve orada telef olmuş. Tabi yoksul köylü 'duruma' bir hayli üzülmüş. Ama elden ne gelir.
'Çukuru kapatmak gerekirdi ama yapamadım. Gece kimse uğramaz diye düşündüm'.
Komşu 'ineğin' bedelini istemede ısrar etmiş. 'Bedelini vereceksin' diye. Köylünün 'verecek' bir kuruşu bile yok.

***

Hani deriz ya 'haktır ama yoktur'! Derken Ağanın huzuruna çıkmışlar. Ağa iki tarafı da dinlemiş ve iki tarafa da hak vermiş.
Ve şu üç suali sormuş. Tabi üç suali bilen 'davayı' kazanır demiş. İneğin sahibi de, yoksul köylü de 'duruma' razı olup sor demişler?
Birinci soru; 'Dünyanın en şişman şeyi nedir? İkinci soru 'En hızlı şey nedir?' Üçüncü soru da; 'En iyi şey nedir?'.
Bu üç soruma cevap vermeniz için size üç gün düşünme fırsatı veriyorum diyerek, onları huzurundan göndermiş.
İneğin sahibi 'çok kibirli' bir o kadar de 'peşin' hükümlü biri olması münasebetiyle 'nasıl olsa' yoksul bilmez demiş.

***

Telaşa girmeden, eve dönmüş. Yoksul köylü ise 'kara kara düşünmeye başlamış', nasıl cevap veririm diye.
Eve gelmiş; köşeye sinip, düşünmeye başlamış. Büyük kızı babasının neye sıkıldığını sormuş. O da hepsini anlatmış.
Ve kız baba merak etme 'Ben sana yardım ederim'! Ve kız gerçekten yardım etmiş. Üç gün sonra 'huzura' çıkmışlar.
Kibirli ve peşin hükümlü ineğin sahibi; birinci soruya yanıt demiş; 'Benim beslediğim domuz, çok şişman. Her tarafı yağ keratanın'.
Yoksul köylü de birinci soruya cevap diyerek; 'Dünyanın en şişman şey hepimizi besleyen topraktır"

***

Ağa birinci sorunun cevabını aldıktan sonra, peki ikinci soruya cevabınız nedir? İkinci soruya Kibirli köylü şudur demiş cevabım;
'En hızlı şey atımdır, rüzgar gibi gider'. Yoksul köylü 'öyle değil', En hızlı şey 'düşünmedir, düşüncedir' demiş. Ve son soruya gelmişler.
Kibirli zat ayağa yaltaklanarak diklenmiş; 'En iyi şey bu dünya da 'iyilikseverliğimizdir' demiş.
Yoksul köylü 'güzel de', Bu dünyada en iyi şey 'doğanın' kendisidir ve bizlere iyiliğidir. Bi bak; o kadar kötü şeyler yapıyoruz.
Ama yine de 'yaşamaya' devam edebiliyoruz." Ağa yoksul köylünün yanıtlarını beğenmiş ve bu davayı o kazanmış.

***

İşte size 'hafta sonu' keyfini gürültü ve patırtıya kurban 'verdirmeyen' hayata dair iki mevzuu. Ben yazarken; 'çok düşünce' geliştirdim.
Sanırım siz de okurken; 'değişik' düşüncelerin 'alemine' vaki olmuşsunuzdur. Bilmeliyiz ki; 'her mevzu' bir sonraki günün yaşamına 'ders-i ibrettir'
Güzel bir hafta sonu dileğiyle.