HAZRETİ SÜLEYMAN DERNEĞİ!

Ramazan-ı Şerif'in başında ifade etmiştim. Yani oruç ayıyla ilgili ilkyazımda demiştim ki; 'Bu Ramazan'da imkânlar' el verdiğince 'iftar yemeklerine' katılacağım. Ve bu yemeklerin 'toplum' üzerinde ve yarınlar anlamında nasıl bir etki geliştireceğine ilişkin, esen rüzgârı da sizlerle paylaşacağım.
Onun için de dikkat ettiyseniz, 23'üncü günü geride bıraktığımız bu mukaddes günlerle alakalı yazı sayım bir hayli oldu.
Bakın önceki akşam da Altındağ Dinlenme Tesislerinde 'iftar' yemeğine davetliydik.
Yeşillik ve doğanın inanılmaz güzelliğini yaşatan ve hissettiren tesisin meyve ağaçlarıyla süslü muhteşem bahçesinde sofra kurulmuştu.

***

Tabi iftar yemeği her ne kadar Sayın Mehmet Ali Altındağ'ın 'ev sahipliğinde' idiyse de; organizasyon Kayapınar Kaymakamına ait idi.
Zaten yemeği anlamlı ve önemli kılan da 'organizasyonun' kendisiydi. Taktir edersiniz ki 'büyüyen ve özgürleşen' toplumların belli bir enerjisi vardır.
Bitmek tükenmek bilmeyen bu enerji de elbette ki 'Örgütlü toplum' olmaktır. Yani 'Sivil Toplum' olabilmek.
İşte bu paralelde 'yemeğin' önemi ve yazıma konu olması öne çıkıyordu. Bilirsiniz; 'Hazreti Süleyman Camii' ve oradaki sahabelerin kabirlerini.
Diyarbakır'ın 'tarihsel' ve 'inançsal' yönde; ne kadar önem arz ettiğini. Bir de buraların ne kadar 'ilgisiz ve bakımsız' olduğunu da bilirsiniz.

***

Kaymakam Cemal Hüsnü Kansız da "bu ilgisizliği ve bakımsızlığı' ortadan kaldırmak. Çevre düzenlemesi dahil olmak üzere.
Yerli-yabancı 'turistlere', Hazreti Süleyman’ın 'daha doğru' ve mekâna ve Diyarbakır'a yakışır bir tanıtım organize etmek.
Bir ölçüde; Diyarbakır'ın 'inanç turizmine' köprü olabilmek amacıyla; Hazreti Süleyman ve Sahabeler Derneği kurdu.
İşte Altındağ'da verilen yemeğin ana nedeni de; 'Derneğin Kurucu' üyelerini oluşturmak ve imza altına almak.
Hedefleri çok büyük! Buradan kendisini kutluyorum. Ve inanıyorum ki; 'diktiği' bu filiz ağacı bizlerin de sulamasıyla 'kök' salıp dev ağaç olur.

***

Hani Şanlıurfa için derler 'Peygamberler Şehri' diye. Asında hiç de öyle değil. 'Zülküf Peygamber mi, Hazreti Süleyman mı, onlarca Sahabe mi?'.
Sevgili Prof. Dr. Kenan Haspolat hocanın ifade ettiği gibi; 'Peygamberler Şehri Diyarbakır'dır'! En çok peygamber ve sahabenin kabri önce Medine, sonra Diyarbakır'dır. Haspolat hoca, 'ayaklı bir' tarih. Ki Kenan Haspolat Diyarbakır'da hatta Güneydoğu'da bir ilk gerçekleştirdi.
Diyarbakır'ın bugüne kadar 'yeryüzüne' çıkarılmayan ve toplumla paylaşılmayan, hatta bilgisine dahi vaki olunmayan 'tarihi' gün ışığına çıkardı.
İlk kez Diyarbakır'da "1. Uluslararası Nebiler Sahabeler, Azizler ve Krallar Kenti Diyarbakır' sempozyumu düzenledi.

***

Aslında Diyarbakır 'yıllardır' varlık içerisinde yokluğu, zenginlik içerisinde 'yoksulluğu' yaşamıştır. RTÜK Bölge Müdürü dostumun da ifade ettiği gibi.
Kendisi Elazığ'lı. Şöyle diyor; 'Büyüklerim anlatırdı, insanlar Diyarbakır'a, medeniyet öğrenmek için gelirlermiş. Oturmayı, kalkmayı, giyinmeyi öğrenmek için' Peki bugün! Diyarbakır 'kendini kaybettiği' gibi, özünü de artık yaşamıyor.
Kaymakam Kansız'ın altını çizdiği gibi; 'Diyarbakır'ın en büyük sorunu imaj ve kentini tanıtamaması'.

***

Ne yazık ki öyle! Tarihin ve medeniyetin 'beşiği' diyoruz. Sur'ları, Peygamberleri, Sahabeleri, Krallıkları 'bu kadar' yaşayan ve yaşatan kent var mı?
Yok! Olmadığına göre neden bi 'hazineyi' koruyup-kollayıp pazarlamıyoruz?
Mardin'e bu yıl 600 bin civarında yerli-yabancı turist geldiği verisi ortada iken. Diyarbakır'a neden gelen turist sayısı 50 bin.
Galiba bizim biraz daha 'örgütlü' olmamız gerekmiyor mu?

***

GÖNÜL YEMEĞİNİN RESMİ?

Sanırım üç gün önceydi. Diyarbakır Girişimci İşadamları Derneği (DİGİAD)ın iftar yemeği vardı. Dicle Koleji Bahçesinde.
Yemeğe bendeniz de davetliydim. Değerli Başkan A. Aziz Nart'ın;
'İnsanlığın barış, huzur ve kardeşliğine vesile olması için, bir Mevhibe-i İlahiye olarak verilmiş, her anı kutlu bir zaman dilimi olan Mübarek; Ramazan-ı Şerif'in güzel bir akşamını paylaşmak" üzere gelen davetine icabet etme anlamında bir hayli istekliydim.
Ve davete katılma anlamında kısmet ise katılacağımı 'rezerve' etmiştim.

***

Can-ı gönülden arzu ettiğim 'iftar' yemeğinin çok farklı bir 'rüzgârla' buluşacağını tahmin ediyordum.
Çünkü 'davetliler' listesi bir hayli kabarıktı. Dışardan yani il dışından gelen isimlerin de 'ağırlıklı' olması; yemeği cezbediyordu.
Ama ne var ki; 'katılamadım!'. Mesleğin 'zaman ve mekân' en önemlisi de, programlı yaşama 'imkân' vermeyen yapısından.
Ve son dakika gelişen elde olmayan bir meselenin peşinde olma zorunluluğu münasebetiyle 'görevi' icra edemedim.
'Elden ne gelir' diyerek öncelikle siz değerli okurlarımdan özür diliyorum.

***

Tabi bi özür de yemeğe katılacağımı söyleyip katılamadığım için ev sahibine borçluyum. Evet! Siz okurlarımdan özür dilemenin anlamı şu. Orada esen katılımın ve çevreye yayılan sinerji rüzgârından 'mahrum' bıraktım.
Duygularla gelişen 'gönül köprüsünün' gönüllerdeki beklenti ve istekleri 'birebir' sizlere burada aktaramıyorum.
Ancak yine de; eş-dost ve muhabir arkadaşların 'duygu-düşünce ve gördüklerinin' ışığında, atmosferi sizinle birlikte solumak istiyorum.
Öncelikle oradan bana yansıyan ve tabi ki gazete sütunlarında yer alan resim ve haber yorum 'şu' ifadeyi kullandırıyor!
'herkes vardı, her düşünce' , kimi ararsanız masadaydı?

***

Siyasetçisinden, işadamına, bürokratından, eğitimcisine, yazarından, düşünürüne! Herkes ve her kesim; 'geniş bahçedeki' sofrada hazır.
En önemlisi de; bölgemiz açısından anlam teşkil eden DTP'lilerin önemli katılım göstermesi.
AK Partinin de, Devlet Kurumlarının da, Belediye Başkanlarının da dahilde masanın etrafında yer almaları.
Tabi usta kalemlerden Ali Bulaç mı, Hüseyin Gülerce mi, Nasuhi Güngör mü, Salih Yaylacı mı, Nevzat Çicek mi dersiniz.
Onlar 'benim gibi' söz verip gelmeyenlere dahil olmadan, 'atmosferi' soluyanların arasında yer aldılar.

***

Tabi burada sizleri iftar yemeklerinin 'mutatlığını' teşkil eden program gereği kim konuştu, nelerden söz edildi faslıyla meşgul etmeyeceğim.
Nedeni de, bu tür 'toplu' yemeklerin özeli 'sofra sohbetidir'! Oradaki 'etkili ve yetkilinin', elindeki kağıtta yazılanları okuması değil.
Çünkü beyaz kağıda yazılan cümleler 'pek' yürekten ve gönülden, saf ve temiz bir beklentiyle sıralanmıyor.
Onun için hep şu kriteri öncü etmişim. Sofralarda gelişen gönül dostluğu, saf ve temizdir.
Sofrada ayrılıklar, farklılıklar 'önemli' değil. Dilsel, dinsel, renksel hatta fikirsel anlamda; ne kimlik ne de başka bir misyon 'hesap' gütmez.

***

Yemeğe katılan ve ilk kez böylesi bir ortama şahit olduğunu söyleyen sevgili bir dostumun ifade ettiği gibi;
Millet olabilmenin erdemliği 'gönüldaşlıktır'! Zaten; ülke ve millet olarak bugüne kadar 'çıkmaz' sokaklarda yıllar tüketmemiz.
Kan ve gözyaşıyla 'bitkin hale' gelmemiz. Kardeşin-kardeşe 'kurşun' sıkması. 'Ötekileştirme' düşünceleriyle geliştirilen yasaklar.
Özgürlüğü 'bölücü', dine ve ibadette 'irtica' faaliyeti diye 'suç' isnat eden anlayışların varlığı. İşte tüm bunların üreme batağı şudur:
'Erdemliğe ve sevgi birlikteliğine' gönüldaşlık geliştirmememizdir.

***

Ne zaman ki; 'gönül ve duygunun' sevgisini yüzümüze yansıtırsak. Ve bu yansımayı 'salt' kendimize değil, komşumuza istesek.
Birbirimize 'insan' olabilmenin erdemliğiyle bakabilmek. Kardeşi kardeş, dostu dost, yandaşı yandaş görmek.
Hukuku, Adaleti ve İnsan Haklarını. En önemlisi de; 'bunların' hayat bulabilmesi için gerekli olan 'güçlü demokrasinin' gelişmesine, zemin yaratmalıyız.
Bu da; millet, toplum ve ülke bütünlüğünde 'erdemliği ve kararlılığı' ortaya koyabilmektir.
Dicle Koleji Bahçesi'nde, çekilen 'papatya bahçesini' andıran sofranın gönüllere sinen resmin 'bana' ulaşan analizi bu.
Güzel bir hafta sonu dileğiyle.