HUZUR DİLİ ŞART!
Öyle ya;
Konuşuyoruz.
Söylüyoruz.
Art arda, cümleleri kendimizce kurguluyoruz.
Yazıp-çiziyoruz.
Yersiz, ölçüsüz bir üslupla telaffuz ediyoruz.
Hizipleştirmenin körüğündeyiz!
Sonra mı?
Sonrası kendimizce “kılıf” uyduruyoruz.
Olup-bitenden kendimizi arındırmak için.
Sıkıştık mı deriz; “dilin kemiği yoktur.” diye!
***
Doğru.
“Dil’de kemik” yok.
Et parçası!
Lakin “dilin” kullanım kuralı vardır.
O da şudur;
Sorumluluk ve hesabını vermektir/verebilmektir.
O an bile değilse sonrasında, “hesabı” sorulur.
Kaçamaz-kaçılamaz, unutulamaz.
Hele ki, “bıraktığı” iz tez be tez silinmez!
Çünkü “Dil yarası”…
Vücut ikmaliyle; kurşun yarasından da öte!
***
Evet…
Dilin sahibi…
Telaffuzcu her kim olursa olsun.
Önemli değil…
İster “Şer” noktasında…
İster, “Sulh” ikmalinde kullansın…
Hangi niyete hâsıl olursa olsun fark etmez…
Arz eden…
Ağzından çıkan “kelimenin” hesapkarlığıdır…
Çünkü bilmesi gerektiği gibi, mesuldür…
***
Özen…
Ve hassasiyet göstermeli…
Nihayetinde…
Yanlış bir söz, kurgulanan bir cümle hangi mecrayı hedef alıyorsa alsın.
Salt kendini bağlasa bile.
Bilmelidir ki;
Bireyi de,
Aileyi de,
Toplumu da,
Devleti Âliye’yi de, “çökertebileceği” gibi.
Tarumar da eder...
***
Fitnenin.
Fesatlığın.
Çağımızın ifadesiyle; “provakasyonun” fitilini ateşleyendir; “dildeki” ifade hükmü!
***
Ve yine bilmelidir ki;
Bilmediği,
Anlamadığı,
Sorumlu,
Ve mevcudiyetine kâmil olmadığı,
Yersiz, zamansız, bilgi sahibi bulunmadığı mevzuu hakkında da; “susmalı”.
“Dili” kılıfından çıkarmamalı.
***
Ne demişler;
Biliyorsan “söyle” ibret alsınlar.
Bilmiyorsan “sus” adam sansınlar.
Bakınız;
Peygamber Efendimiz (S.A.V), “insanoğlunu” bu anlamda dili kullanımı açısından, iki kısma ayırmıştır.
Şöyle buyurur;
Selamette olanlar; diline sahip olanlardır.
Helake gidenler; batıl ve boş sözlere dalanlardır.
El hak.
***
En önemlisi de; “dilin” hizmetkârlı…
Elbette ki…
Dil ve akıl, aynı zamanda “duygu”…
Birbirine bağlı üçlü bir mekanizma…
Ayrılmazdırlar!
Akıl, “kelimeyi” vücuda getirir…
Duygu, “hissiyatı” yükleyerek anlamlaştırır…
Dil ise, “onu” alenileştirerek, ifade ettirir.
***
Onun için,
Dil hayat ikmali açısından, “huzur ve fitne” kapısının kilididir.
Yanlış kullanılırsa; “cehennemin” kapısını açar,
Doğru telaffuz edilirse, “cennetin” kapısını açar.
Bireyine ve hizmet ettiği alana “huzur” ikmal eder.
Birey için de,
Toplum için de, ülke için de aynı himmetti sağlar.
***
Bakınız;
Bugünlerde, işte “bu uzvumuza” hayli temkinli bir ihtiyaç hâsıl!
Çünkü nerdeyse çeyrek asırdır, “fitne” dilinden çektiğimiz kadar başka bir şeyden çekmedik.
Artık diyoruz ki; “huzur” dilini kullanalım.
O nedenle;
Herkeste ortak bir fikir hâkimiyeti oluşması, toplumsal can simidimizdir.
Ne olur;
30 yıldan bu yana yaşanan ve yaşatılan; “çatışmalı” sürecin son bulması,
Kanın, Gözyaşı ve şiddetin sonlandırılması,
Silahların susması, Hakların, İstek ve taleplerin özgürlüklerle bütünleşmesi için.
Yani yekvücut halde;
Milletçe “barışla” kucaklaşmak için.
Ne olur, ama ne olur “ayrıştırıcı-itici” dili artık terk edelim!
***
Çünkü…
Şu anki mevcut mevzuu için.
Gelişen atmosfer.
Sahip çıkılan süreç.
Hem de fikir olunan; “yol seyri” açısından.
Kim olursa olsun;
Konuşurken, “fitne” kapısını kilitlemeli, huzur kilidini açmaya çalışmalıdır.
***
İster iktidar olsun,
İster muhalefet olsun,
İster mevzuunun taraftarları olsun,
Herkesi kucaklamak gerekiyor.
Ayırmadan herkesi.
Hele ki barışa ulaşırsak, “başarı kimin hanesine yazılacak” fitnesine düşülmemeli.
Tarihe kim geçecek?
Tarih içerisinde, kim lanetlenecek “hesabını” iyi düşünmeleri lazım.