İKİ HADİSE; SON 24 SAAT TRAFİĞİ!

İftar sonrası;
Yudumlamaya başladığım ilk çayın keyfiyle bilgisayarın başına geçtim.
Yazı için de 48 saat önce beynimde kurguladığım iki konu vardı.
Biri;
Zaman aşımı "affına" uğratılan Yüksekova Çetesi davası!
Diğeri de;
Yıllar sonra Kürt İşadamı Behçet Cantürk cinayet dosyasının raftan indirilmesi.
Yazının tüm muhtevasını bu iki hadisenin gelişmesine kurgulamayı düşünüyordum.
Ancak;
Hani derler ya "evdeki hesap çarşıya uymaz" misali.
Bu yöndeki yoğunlaşma hesabı tutmadı.
Çünkü masamda son 24 saate ilişkin biriken onlarca not var.
Hepsi de "zamanla" yarışan konular. Bir gün sonrasına; "Bayatlaşır".

***

O zaman;
Bugüne özgü bir kavram geliştirelim.
Ve son 48 saatin notlarıyla; sohbeti geliştirmeyi uygun buldum.
Önce;
Yüksekova Çetesi'nin "zaman aşımı affına" bakalım.
Malumunuz;
Yasalarımızda "devletin işlediği suçlar" diye bir düzenleme yok!
İşte bu "suç tabiri" olmadığı için de; yıllardır devletin içerisine çöreklenmiş suç şebekeleri "özgürce" faaliyet yürütmektedir.
Çünkü bu zihniyet için;
Devlet için adam öldürmek suç değil.
Devlet için işkence yapmak, katliamlarda bulunmak mubah.
Devlet için isteyen suçlanır, istenen suçlanmaz.

***

Eee!
Böyle bir zaafiyet "suç örgütlerine" iştah kabartmaz mı?
Türkiye'nin ilk karanlık yüzü; Yüksekova Çetesi!
Ardından da; Susurluk!
Sonrası; Şemdinli.
Ve bugün Ergenekon!
Evet! Yüksekova Çetesi'nin "aktörleri" zaman aşımıyla "af" edildiler.
Zaten "kimse" kodeste olmadığı için de; "yargı gidişatı" böyle hüküm verdi!
Düşünün;
Türkiye'nin bu kadar devasa hadisesine Yargı nizamı "zaman aşımı" affı sağlıyor.
Burdaki zaafiyet kimin?
Devletin kendisi mi, yoksa "saç ayaklarını" oluşturan kurumları mı; bu zaafiyetin sorumlusu?
Bence; tüm hukukçuların dediği gibi "Yargı" bu zaafiyeti kabul etmemeli.
Ama ne var ki; öyle!
16 faili meçhul cinayet.
Uyuşturucu. Gasp ve haraç almak.
Bölgelerinde "ölüm mangaları" oluşturup, keyfe özgü "dağa kaldırıp" işkence etmek!
Ve tüm bunlar, binbaşı, yüzbaşı ve alt kademedeki askeri zevat.
Köy korucusu, diğer yörenin "feodal" sahipleri.

**

Suçüstü yakalandılar. Hatta ceza dahi aldılar.
Ama Yargıtay cezaları bozdu. Bir daha ceza yine bozuldu.
Diyarbakır, Yüksekova, Hakkari, Ankara ve Van.
Bu beşgende "dosya" git-gel "Yargı" treninde koşuşturdu.
Ta ki; önceki güne kadar. Ve her totaliter rejimde icra edilen gladyo yapısına getirilen "af" gibi.
Buna da; "zaman aşımı" affı getirildi.
Dosya "imhaya" gönderildi. Sanıklar da ceza almaktan kurtuldu.
Şemdinli'nin akıbeti de; hepimizin malumu.
Savcı iddianameyi hazırladı. Yargılandılar; 39,5 yıl hapis aldılar.
Kim;
İki astsubay!
Baş aktör de Diyarbakır'ın yakından tanıdığı "Mutkili Ali". Astsubay Ali Kaya!
Sonra; Yargıtay ve Askeri Mahkeme arasındaki trafikle "sanıklar" serbest.
Ceza bozuldu.
Tabi cezayı veren de, iddianameyi hazırlayan savcı ve hakimler de "HSYK"nın hışmına uğradı.
"Devlet suç işlemez" diye!

***

Şimdi;
Bu tablo karşısında Türkiye özellikle Yargı ve Yürütme noktasında "değişime" uğraması gerekmez mi?
Vesayetlerin ortadan kalkması için;
Bence referandum'da sadece "HSYK"nın yapısı için olsa bile "evet" denilmeli.
Ki; "Devletin işlediği suç" suç olarak kabul görsün!
Yoksa
Binlerce faili meçhulün müsebbibi olan devletin içerisine çöreklenmiş gladyo yapı "hep" var olacaktır.
Gelelim;
Kürt İşadamı Behçet Cantürk'ün "cinayet dosyasına".
Ergenekon Savcısı Zekeriya Öz dosyayı "mercek" altına aldı.
Sevindirici bir gelişme.
İzmit - Sapanca bölgesindeki cinayetlerin yeniden soruşturmaya alınması.
Düşünün;
Bir taraftan geçmişteki "karanlık" organizasyonların deşifre edilmesine çalışılıyor.
Bir taraftan da; geçmişin karanlık organizasyonlarının üstü kapatılıp, mürur-i zamana uğratılıyor.

***

Ve masamdaki notlar!
Son 24 saat içerisinde; özellikle referandumla alakalı siyasi trafik hayli yoğun bir seyir içerdiğini söyleyebilirim.
İsterseniz önceki geceki iftardan başlayayım.
Tarım ve Köy İşleri Bakanı Mehmet Mehdi Eker'in, Zirai Araştırma'da verdiği iftar yemeği.
Açık alanda yemek!
Yemek faslı sonrasında; Eker konuştu.
"Demokrasiden söz edenler" demokrasiye saygı göstermesi gerekir sözüyle; BDP'ye yüklendi.
Özellikle;
Doğru ile yalan arasında gidip gelen "boykot" tehdidiyle ilgili; sert bir söylemi oldu.
"Halkın iradesine koyulacak ipotek eşkıyalıktır" diye!
Henüz BDP kanadından bu durumla alakalı bir yorum gelmedi.
Ama şunu ifade edeyim;
"Önümüzdeki" günlerde BDP ile AK Parti ekseninde "siyasi söylemlerin" hayli sertleşeceğini söyleyebilirim.
Şimdiden; uyarım!

***

Dün sabah;
Saadet Partisi Genel Başkanı Numan Kurtulmuş Diyarbakır'daydı.
O da;
12 Eylül'ün "vahşetini" ah bir dili olsa da konuşup anlatsa dediğimiz E Tipi Cezaevi önünde konuştu.
Buranının tez elden; "Müzeye" dönüştürülmesini istedi.
"İnsan hakları ihlallerinin, işkencelerin, ölümlerin, sorgusuz infazların olduğu bir mekân olarak Türkiye'nin demokratikleşme çabaları, demokratikleşme tarihine kara bir dönem olarak geçtiğini" savunduğu Diyarbakır Cezaevi'nin "kalıntısı" için bile olsa;
Referandum'a "evet" denilmesi gerektiği isteminde bulundu.
Tabi aynı saatlerde BDP'nin de basın toplantısı vardı.
Kameralar karşısında Selahattin Demirtaş, Osman Baydemir ve diğer parti kurmayları.
Gündemlerinde;
Her ne kadar "Referandumu boykot" etme kararları olduysa da.
İki nokta; sorgulandı.
Biri internet sitelerine düşen; BDP'nin "az önce" ifade ettiğim devlet içerisine çöreklenmiş derin yapılarla bağlantısının olduğu ses bandı.
Diğeri ise;
Diyarbakır'da Referandum'a "evet" diyen STK'lara karşı sert söylemlerinin sonrasındaki gelişme.
Demirtaş;
"Tanımadığımız, kim olduğunu bilmediğimiz birileri daha fazla oy almak için bizim adımızı kullanıyor." dedi.
Demirtaş, BDP'nin Ergenekon tipi yapılarla yan yana gösterilmesinin kendilerine yapılan en büyük hakaret olduğunu söyledi.
Tabi;
STK'larla olan diyaloglarını da şöyle detaylandırdı.
"Siyasette bazen kızmak olur ama küsmek olmaz. Diyarbakır'daki bütün demokrasi dinamikleri önemli ve değerlidir?"

***

Ve iftar yemeği.
Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir'in geleneksel iftar yemeği.
Hayli kalabalık.
Ama dikkat çeken; bir süre önce referandum'a evet dedikleri için BDP'nin tepkisini çeken STK'ların bir kısmının bulunuşu.
Doğrusu;
Yemekte "küskünlük" ortadan kalktı mı, kalkmadı mı demek zor.
Çünkü
STK'lar ayrı masada.
BDP'nin kurmayları ayrı masada.
Yani dağınık bir iftar atmosferi vardı.
Neyse! Bu da küskünlüklerin bertarafı açısından adım.
Ayaküstü;
Önce Baydemir sonra da Demirtaş'la sohbetim oldu.
Tabi özel sohbet!
Ancak şunu kesin ve kararlı gördüm BDP'nin kurmaylarından.
"Ciddi manada" önümüzdeki günlerde "sandıkların" boş çıkması noktasında siyasi hareketlilik içerisine girecekler.
Özellikle de;
Başbakan'ın 3 Eylül'de Diyarbakır'da yapacağı mitingden sonra.

***

Bakalım; Başbakan ne konuşacak!
Ama şunu söyleyeyim;
Başbakan Erdoğan İçişleri Bakanı Beşir Atalay'ın da ifade ettiği gibi.
Benim de üç gün önce buradan vurguladığım gibi;
Başbakan Erdoğan'ın Diyarbakır'da yapacağı konuşmaya "aşırı bir yüklenme" ve beklenti yaratmak doğru değil.
Çünkü "bu seçim" siyasi bir seçim değil, referandum.
Ne vaatler gelebilir, ne de farklı sözler ifade edilebilinir.
Bence; Van'da ne konuştuysa Diyarbakır'da da onu konuşacak.
Aralarındaki fark; yapılan yatırımların parasal miktarı olacak.

***

Bir de notum var;
Sebze Hali’nde önceki gün yaşanan yangın olayı.
24 işyeri yandı.
Her ne kadar can kaybı yok ise de; bir facia.
İki gündür etkili-yetkili ve siyasiler açıklamada bulunuyor.
Bu işyerlerinin "zararlarının" karşılanması gerektiği yönünde.
Dikkatimi çekiyor;
Devlet baba "zararları ben karşılarım" diye bir babalık sergilemiyor.
Acaba neden?
Dün iftarda Baydemir de seslendirdi;
STK'lar, Diyarbakır Halkı ve Belediye.
Yani kentin tüm katmanları "el birliği" yaparak; "zarar-ziyanın" karşılanması gerekir diye!
Tarım Bakanı dün esnafı gezerken; umut verdi.
Zarar-ziyan tespitinden sonra; devletin yetkili birimleri mutlaka üzerlerine düşeni yapar.
Ne diyelim; "darda olana el uzatmak" insan-i vazifedir.
Hele devlet baba için; bu asli görevdir.