İKİZLERİ ÖLÜME KİM İTTİ?

Öyle ya; ikiz kız çocuklarıydı!
Bundan tam 21 yıl önce aynı gün, aynı saatte doğmuş.
Ve birlikte hayata merhaba demişlerdi.
Tıpa tıp ta birbirlerini benziyorlardı!
Aralarında sadece 'saniyelerin' farkı vardı.
Hayat bu!
Yıllar çok çabuk geçiyordu.
Artık 21 yaşına basmışlardı.
İkisi de; 'gelinlik' çağının evresine dahil olmuş hatta bölgenin profiline göre çoktan aşmıştı.
'Kuş olup' gideceklerdi; herkes kendi yuvasını yapmaya.
Hayal de etmiyor değillerdi; 'telli duvaklı' sevdiğine gelin gitmeyi.
Ve onunla bir ömür geçirerek; kendi yuvasını kurmayı.

* * *

Kısmet bu!
İkizlerin 'saniyeler' farkıyla büyüğü Hediye'ye talip vardı.
Hem de İstanbul'dan.
Diyarbakır'dan 'göç' etmiş bir ailenin çocuğu Bülent.
Çınar'a bağlı İncetepe köyünde kendileri oturdukları için; 'görücülük' usulünü yerine getirmek için;
Bağlar'da oturan Ağabeyinin evinde karar kılıp; buluştular.
'Birbirlerini' gördüler.
Hani derler ya; 'bir bakışta'!

* * *

Öyle oldu!
Sözleştiler; 'hayatlarını' ebediyen birleştirmeye.
Önce kendi aralarında 'söz' kestiler.
Sonra da nişan-düğün için de gün kararlaştılar.
Düğün salonu bile tuttular. Tarih; 25 Ocak 2010 diye! 
Sayılı günler 'tez biter' derler ya; gün yaklaştı.

* * *

Onun için de; İkizi Kadriye, Baba ve aile fertleriyle köyden şehre geldiler.
Bağlarda oturan ağabeyinin evine;
Bir taraftan gelinlik-giyim kuşam ve çeyiz hazırlığı.
Diğer yandan; kimlerin davet edileceği!
Yani son hazırlıkların 'rütuşları' yapılıyordu.
Hediye için her saniye bir umut ve yarınlara ilişkin düşünce içeriyordu.
İstanbul'da 'kuracağı' yuvası için.

* * *

Ne vardı ki; ne kendisinin ne de aile fertlerinin akıllarına getirmedikleri ve düşünmedikleri bir 'feodal' anlayış vardı.
Bilmiyorlardı, daha doğrusu beklemiyorlardı 'bu düşüncenin' onların önüne; 'acı ve ölüm' getireceğini.
Lakin içten içe pişirilmişti.
Birilerinin bu evliliğe 'Olamaz! diyeceğini.
Hediye dayısının oğluyla evlenmeli. Elin kapısına nasıl gider?' diye.
Ki bu düşünce Nişan gününe 48 saat kala; kapıya dayandı.
'Bu düğün ve nişan olamaz'!

* * *

Önceki gün Aile ve yakınları toplandı!
Hediye 'yıllarca kardeş gözüyle bakıp-birlikte büyüdüğü' dayısının oğluna 'gelin' gitmeli; diye ısrar edildi.
Ya dayıoğluna ya da toprağa.
Saatler sürdü; Dayı-yeğen ve amca arasında tartışma; 'nasıl olur, nasıl olmaz, olması gerekir' gibisinden.
Ve sonunda; karar verildi.
Hediye 'görücü' usulüyle de olsa görüp kendince gönlünü verdiği kişiye değil.
Köydeki dayısının oğluna; eş gidecek.

* * *

Hüküm verildi!
Haber saldılar; nişan-düğün hazırlığı içerisinde olan karşı aileye.
"Hediye'den vazgeçin. Nişanı geri atın, o dayısının oğluyla nikâhlanacak"?
Hatta bir rivayete göre de; 'tehdit' edilmişler.
Derken 'şantaj-tehdit ve dedikodu' ve baskılar üzerine; Hediye'nin 'büyük umutla' beslediği;
Bülent ve ailesi 'biz yokuz' dediler.
Yani pes edip; nişanı geri verdiler.
İşte bu haber ve pes ediş 'Hediye'ye' yıkım oldu.
Umutlar besleyerek; telli-duvaklı gitmeyi düşündüğü 'gelinlik' ona kefen oldu.
İsyan etti!
Pes etmedi ve ölümü seçti.
Sabah ezanında kaldıkları binanın beşinci katından kendini 'boşluğa bıraktı'!

* * *

İkizi Kadriye ardından koştu; kendisinden saniyeler önce dünyaya gelen kardeşi Hediye'yi durdurmaya!
Çabası yetmedi.
Tıpkı doğumda olduğu gibi; aralarında 'saniyeler' farkı vardı.
Balkondan ardından baktı; kardeşinin 'hayata' isyan ederek nasıl yere çakıldığını.
Ve bir anda; o da kendini boşluğa bıraktı.
Giden ikizinin ardından!
Neden?
Kadriye yerde çakılı olan Hediye'nin bedeninin üzerine düştü.
İkizi ölmüştü. Kadriye ise ağır yaralıydı.

* * *

Çığlıklarla dışarı fırlayan aile ve bina sakinleri; kanlar içerisinde iki genç kızı gördü.
Son bir umutla; Kadriye hastaneye kaldırıldı.
Doktorların müdahalesi ve çırpınışları 'hayata' döndüremedi.
Kader mi; yoksa başka bir neden mi?
Her ne ise; Hediye ve Kadriye!
Aynı gün 'hayata merhaba' dediler.
Ve ne yazık ki aynı gün; 'hayata küsüp' elveda dediler.
Arkalarında; 'cevap bekleyen onlarca' soru bırakarak.

* * *

İkizlerin cenazeleri önceki gün 'doğup-büyüdükleri' Çınar'ın İncirtepe köyünde; toprağa verildi.
Yan yana açılan ikiz 'mezara'!
Polis hadiseyle alakalı kapsamlı soruşturma başlattı.
Dün, Demirel ailesinin fertleri ile Hediye'yle nişan-düğün yapma arifesinde olan Bülent Süer 'polise ifade' verdi.
Süer polise;
"Aile içinde çeşitli dedikodular ortaya atıldı.
Bu dedikodular üzerine ben nişandan vazgeçtim.
Bu kararımızı da kızın ailesine bildirdik.
Ondan sonra neler yaşandığını bilmiyorum" dedi.
Talat Demirel ise 'dedikoduları' yalanlarken şöyle dedi:
"Ben bir genç kızın geleceğiyle niye oynayayım.
Hiç bir şekilde hakkında dedikodu yapmadım"!

* * *

Ne diyebiliriz ki; bu ifadelere karşı.
Ama hepimizin kafasında şu soru;
Peki, Hediye'yi 'intihara', Kadiriye’yi de ardından 'ölüme' sürükleyen kim?
Burada suçlu, özetle katil kim?
İlk etapta 'kişilere' odaklanabiliriz.
Ki dün bu yönde bir hayli bilgi aktı.
Öyle ki;
Kimi 'genç kızın' bir bakışta gönül verdiği sözlüsü.
Kimi de; 'dedikodu ve şantajı yapanlar' dedi.
Bana sorarsanız 'hepsi' olduğu gibi; en büyük katil ve sorumlu 'cehalet'!
Ve bölgede 'hüküm' süren feodal anlayış.
Yani; Eğitimsizlik!

* * *

İşte bu sorgulanmalı.
Çünkü bu düşünce ve atmosfer var olduğu müddetçe daha nice Hediye ve Kadriye’ler 'ölüme' atlayacak?
Ya da; 'infaz' edilecek.
Nice; 'genç kızlar' hayal ettikleri gelinliği 'kefen' diye giyecek.
İşte birileri buna dur demeli. 
Bugüne kadar 'cehalete ve feodalizme' karşı sürdürülen mücadele demek ki yetersiz.
Onun için beli kırılmadıkça; 'düzeni' yıkılmaz diyorum!