İTİDALLİ DAVRANMAK!

Eski bir deyim vardır; "itidal"!

Soğukkanlı, sağduyulu, ılımlı, ölçülü ve hoşgörülü olmak.

Yani kendini "kontrol" edebilmek, aşırılıktan kaçınmak.

Aslında lafta kolay gibi görünüyorsa da; "yaşama" uyarlamak zordur.

Cambaz misali.

Kıl kadar ince bir ipin üzerinde "düşmeden" yürümesine benzer.

Düşmemek için gösterdiği "cehde eş" zorlukta bir hayat tarzıdır; "itidal"!

Çünkü hayatın her alanında "hissiyat" ve "fikriyat" cephesinde bir cebelleşme vardır.

Onun için de; "itidal" bu cebelleşmenin bir ölçüde "uzlaşı" mekanizmasını teşkil eder.

***

İnsan tek saniye olsun kendisini yalnız bırakmayan, her dem kendisini orta yoldan saptırmak isteyen.

Kendisi ile uğraşan bir düşmanla daima "karşı karşıyadır"!

Tabi itidal sınırları içerisinde kalabilmek, bunun cehdini göstermek de bir sabır işidir.

O da "erdemliktir".

Önünü görebilmek, bir adım sonrasını "düşünebilmektir"!

Peki; "düşünebiliyor muyuz?"

Ya da; hissiyat ve fikriyatımıza "uyarlayabiliyor muyuz?".

Maalesef bu soruya evet demek çok zor.

Günlük hayatta daha bir zor.

Çünkü son dönemlerde yaşadıklarımız ve yaşattıklarımız "bizlerin" bu düşünceden ne kadar uzak olduğumuzu gösteriyor.

Ve "bizleri" derin bir şekilde tahrip ediyor.

Giderek de "hizipleştiriyor"!

***

Son olarak; 15 Şubat "vakası"! Salt Diyarbakır'la alakalı değil.

Bölgenin hatta "ülkenin" tüm kesiminde "yankı" buldu.

Olumlu-olumsuz bir şekilde.

Kimi katılır, kimi katılmaz. Destek veren de var, vermeyen de?

Ancak benim; üzerinde kurgu geliştirmek istediğim, olayların "gidişatı".

Ve gidişatla gelişebileceklerin "yaratacağı" vahimlik.

Taktir edersiniz ki; Hoşgörünün olmadığı, Sağduyunun benimsenmediği, soğukkanlı davranılmadığı, ölçülerin "kaçırıldığı" her ortam "yıkımdır".

Çatışmadır, şiddettir, terördür. Güçlerin "orantısız" kullanımıdır.

Diyarbakır üç günden buyana "bu havayı" soluyor.

Hem de "derinliklere" kadar.

 

***

Dün 15 Şubat "vakasıyla" alakalı üç farklı gelişme yaşandı.

Biri DTP cephesinden.

Diğeri AK Parti cephesinden.

Üçüncüsü de; devletin kendisinden.

Önce DTP'nin "söylemine" bakalım, "yaşanan" olaylara ilişkin ne diyor?

Sinevizyonla önce "15 Şubat'ta yaşanan orantısız güç" yansıtıldı.

İsrail'in "Gazze" halkına yönelik giriştiği "harekâta" benzer bir girişimler yaşatıldı diye anlatıldı.

Doğrusunu isterseniz "görüntüler" ilk olarak haber merkezine ulaşınca "irkildim"!

Hele DTP İl Binasına "Gaz bombası" atılması gibi "olayları" körükleyen bir girişim.

***

Bu kadar "aşırılık" olmamalıydı.

Çünkü hassas ve kritik bir zaman dilimi içerisinde; "olabilecek" ölçülerin kaçırılması.

Yarın için "telafisi" mümkün olmayan tavırların süreklilik kazanmasına neden olur.

Bu anlamda; "profesyonel" bir yaklaşım sergilenmediğini söyleyebilirim.

Tabi burada; "Yürüyüşün" izinsiz oluşu.

Ve bunda "ısrar" edilmesi doğru bir karar mı?

Tartışılır.

Ancak; "gösterinin" organizatörleri mevcut mekânla "yetinebilirlerdi". Olmadı.

Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir "yaşananları" anlatırken şöyle diyor;

"Bu görüntüleri Acele Posta Servisi (APS) ile Başbakan’a ve milletvekillerine göndereceğiz. Vicdanları varsa bir tavır koyarlar. İnsani duruş ortaya koyarlar. Başbakan ne diyecek acaba?"

Sanırım; Başbakan 21 Şubat'ta partisinin Diyarbakır'da organize edeceği "Miting"de bu mevzuya değinecek. Görüntülere "mutlaka" gönüllerin beklentilerine cevap verici bir açıklama yapacak.

Yapmak zorunda.

Çünkü "hiç bir insan" orantısız gücü "kabul" görmez.

***

Peki, AK Parti "cephesi" olup bitene ne diyor?

Diyarbakır "kalesinde" kılıçların çekildiği.

Tansiyonun "doruğa" çıktığı. Sinirlerin "bıçak gibi keskinleştiği" bu dönemde.

Tarım Bakanı Mehdi Eker gazetecilerin sorularını yanıtlıyor.

"Tabi bunlar çok üzücü. Diyarbakır'da seçimin huzur, güven ve barış ortamında geçmesi bizim temennimiz, dileğimiz, çabamız ve gayretimizdir''

Eker "Herkesin çok hassas davranması lazım" çağrısında bulunurken;

"Kimsenin hiç bir şekilde kışkırtıcı bir davranış içerisine girmemesi lazım".

DTP'nin ve AK Parti'nin "15 Şubat Vakasıyla" alakalı görüşleri özetle böyle.

Peki, "Devlet" ne diyor?

Onu da İl Valisi Hüseyin Avni Mutlu "akşam" saatlerinde düzenlediği basın toplantısıyla aktardı.

Hem DTP Milletvekili ve Belediye Başkanının "kendisiyle" alakalı suçlamalarına.

Ve Polisin "orantısız" güç kullanmasına ilişkin iddialara "cevap" verdi.

"Yürüyüş izinsizdi?" Bu yönde "resmi bir başvuru" yoktu"

***

DTP İl Binasına "gaz bombası" atıldığı iddiasını ise kesin bir dille "red" ediyor.

Ve şöyle dedi:

"Hiç kimse 'kendi kanunumu kendim belirlerim’ mantığı içerisinde hareket edemez.

Böyle bir ortamdan sadece anarşi doğar güvensizlik ve istikrarsızlık doğar.

Bu şehrin insanlarının talebi huzur ve istikrardır. Hukuk çizgisi dışına çıkmak kimsenin hakkı değildir. Böyle bir şey topluma ve bireylere karşı ciddi bir haksızlıktır. Vatandaşın haklarına karşı da bir tecavüzdür. Açık ve net olarak ifade ediyorum.

Kim ki bu şehrin bu güvenliğini huzurunu istikrarsızlaştırmaya çalışırsa 850 bin nüfuslu Diyarbakır halkına karşı haksızlık etmiştir.

Buna da hiç kimsenin hakkı yoktur.

Devletin görevi de vatandaşın hakkını hukukunu korumaktır.

Devletimiz bütün güçleriyle bütün kamu personeliyle ve bunu talep eden bütün vatandaşlarının kendisine verdiği yoğun destekle net bir şekilde kanunsuzun karşısında durmaya devam edecektir."

***

Taraflar böyle diyor.

Ancak her üç taraf için de; şunu söylemek istiyorum.

"Görünen köy kılavuz istemez" misali.

Yapılan da, edilen de "demokrasiye, hukuka, çağdaşlığa ve Diyarbakır'a" yakışmıyor.

Yakışmadığı gibi; Diyarbakır'ı da "öcü" gösteriyor.

29 Mart'ta yapılacak seçimlerin de; "şeffaflığına" gölge düşürür.

Kuşkular geliştirir.

Onun için de; "İtidalli" olmak.

Hoşgörüyü, soğukkanlılığı ve demokrasiye olan "inancı" elden bırakmayalım.

Kör kuytuda bekleyen ve diş bileyenlere de "fırsat" vermeyelim.

Çünkü "onların" tek düşüncesi ve gayesi "hizipleşmenin" körüklenmesidir.

Olup-biteni "hissiyat ve fikriyat" noktasında; böyle değerlendirmeliyiz.

Sanırım sizlerin de düşüncesi budur.