İYİ AVUKAT ADAMI İPTEN ALIR!

Taktir edersiniz ki her mesleğin kendisine özgü 'zor' yönleri olduğu gibi; sorumlulukları da kaçınılmazdır.
Aslında her meslek 'kolay' icra edildiği gibi 'sorumsuzluk ise' hiç kabul görmez.
Ondan dolayı da yapısından ve görev alanında kendisine has bir 'zorluğu' vardır.
İcra gördüğü alanla alakalı da 'etik' yapıya dayalı 'sorumluluğu' mevcuttur.

***

O nedenle; 'meslekler' farklı alanları teşkil etse de. 'Zor ve sorumluluk' kavramları benzerdir.
Seyyar satıcıdan, esnafa kadar. Hemşireden, Hasta Bakıcısına. Gazeteciden, siyasilere, ülke idarecilerine kadar.
Hepsi belli bir 'katmanda' zor ve sorumluluğa haizdir.
İşte burada önemli olan 'işin' ehliliği ve sorumluluk bilincinin 'kesintisizliğidir!

***

Bakınız Avukatlık mesleğine! O da diğer mevcut meslekler gibi; onun da icrası 'mesleğe' dayalıdır.
Zorluğu çok. Ama icra alanındaki 'sorumluluğu' zorluğundan daha fazla. Ne var ki toplum nezdinde 'ikilemi' çok.
Mesela; çoğu zaman 'doğru olduğuna ya da haklı olduğuna inanmasalar da', ücrete mukabil dava alırlar.
Ve o davada 'sanık' sandalyesindeki müvekkilini savunurlar. Hem de 'inanılmaz' bir savunma derecesiyle.

***

Öyle ki 'sanık sandalyesindeki' suçluya ve haksıza 'masum'  bir görüntü kazandırıyor. O kişi kurtuluyor.
Hem hapis yatmaktan, hem ceza almaktan, kimi zaman da 'müebbetten' beraat alıyor. Ya da hafif bir cezaya bitiyor.
İşte bundan dolayı da insan beyninde şu ikilem oluşuyor. O icra edilen 'zorluk' ne için? Mesleğin 'gereği mi?'.
Yoksa 'sürekli' ikilemi canlı tutan düşünceden midir?

***

Tabi bu 'zorlu ve sorumluluğun' bir yönü. Diğer bir yönü ise 'işin' ehli. Yani 'profesyonel' olabilmek.
Birçok dava biliyorum. 'Suçsuz ve haksız' yere işlem gördüğünü. Bakınız geçtiğimiz haftaydı.
Ulusal bir kanalda yayınlanan ve gazetelerin de birinci sayfasında; iri puntolarla yazılı. 'İki yıl suçsuz yere yattı'!
Düşünün 'hiç yoktan' size bir suç isnat ediliyor. Ve hemen 'derdest' edilerek, demir parmaklıkların arkasına atılıyorsunuz.

***

Bir süre sonra 'suçsuz' olduğunuz sabit görülüyor ve serbest kalıyorsunuz? Şimdi ‘serbest’ kalarak özgürlüğe kavuşmanın ‘keyfi mi’?
Yoksa demir parmaklıklar arkasında geçirdiğiniz yıllar mı? Sizi 'hayatla' barışık kılıyor.
Hesabını kim verecek? Burda diyebilirsiniz ki 'Devlet, Yargı ve Yargıçlar' müsebbip. Suçlu ve sorumlu onlar.
Peki, burada 'avukatın' ehli konumu tartışma götürmez mi?

***

Burda tam bu mevzuuyla alakalı 'iyi avukat adamı ipten alır' hikâyesi aklıma geldi.  Batman Barosu'nun hazırladığı 'dergiden' okumuştum.
Hikâyeyi size aktarmak istiyorum. Hem 'İyi avukat adamı ipten alırmış' sözünün de nerden kaynaklandığını öğrenmiş oluruz?
İşte size o tarihi 'vaka' ve Avukatın 'ehil' kişi olması gerektiği.

***

Bir tarihte varlıklı bir İngiliz "ağır bir suç" işlemiş. O suçun cezası da "idam".
Adam hemen ülkenin en ünlü avukatını tutmuş. 'idamdan' kendisini kurtarması için.
Uzlaşmışlar 'mahkemede' müvekkilliğini yapmak için. Ve o ünlü Avukat demiş ki:
— Merak etme... Ben seni kurtarırım.
Mahkeme başlamış. Avukat savunmasını yapmış. Ve hâkim kararını açıklamış;
—İdam!
Avukat hapishaneye gitmiş müvekkiliyle konuşmuş:
—Merak etme! Seni kurtarırım.
—Nasıl?
—Bu işin temyizi var... Temyiz idamı bozacak.

***

Dava dosyası temyize gitmiş. Temyiz mahkemesinin kararı:
—Mahkeme kararının onanmasına... İdam!
Adam "hani beni kurtaracaktın" diye avukatına çıkışmış. Avukat hala sakin:
—Merak etme. Seni kurtarırım. Daha her şey bitmedi. Konu Avam Kamarasına gelecek.
Gerçekten dava Avam Kamarası'na gelmiş. Konuşulmuş. Sonunda parmaklar kalkmış:
—İdam!

***

Adam sinirli mi sinirli. Avukat da sakin mi sakin:
—Merak etme. Seni kurtarırım. Lortlar Kamarası idamı geri çevirir. Endişen olmasın.
Lortlar Kamarası toplanmış. Olayı incelemiş. Kararını vermiş:
—İdam!

***

Adam elinden gelse avukatı bir kaşık suda boğacak. Ama avukat hiç oralı değil:
—Merak etme. Seni kurtarırım. Kraliçe onay vermeden hiçbir idam cezası infaz edilmez. Kraliçe bu kararı bozar.
Dosya kraliçe'nin önüne gelmiş. Kraliçe imzayı basmış:
—İdam! Ve 'idamın infazı' gerçekleşsin.

***

Londra'da bir meydanda idam sehpası kurulmuş. Hâkim, savcı, avukat. Güvenlik görevlileri, halk orada.
Adamı idam sehpasına çıkarmışlar. Adamın avukata dönük bakışlarından alev fışkırıyormuş.
Avukat ise adama "sus" işareti yapmaktaymış; "Merak etme seni kurtarırım" gibisinden.
Ve cellât " yağlı ilmeği" adamın boynuna geçirmiş. Alttaki iskemleye de tekmeyi vurmuş.
Adam ipte sallanmaya başlarken avukat yerinden fırlamış cebinden bıçağı çıkarmış ve adamın boğazındaki ipi kesivermiş.
Adam zar zor nefes alır bir halde yere yuvarlanmış.

***

Hemen hâkimler, savcılar koşup gelmişler:
—Avukat... Sen n’aptın?
Avukat cebinden İngiliz Ceza Yasasını çıkarmış:
— Yasada müvekkilimin işlediği suçun cezası idam. Siz de onu idam ettiniz. Ama yasada "idam edilerek öldürülür" diye bir hüküm yok.
Bu durumda ceza infaz edilmiş sayılır. Bunun üzerine İngiltere'de bir hukuk tartışması başlamış.
Kraliçe avukatın bu becerisinden dolayı adamı affetmiş. Ve İngiliz Ceza Yasası'nın idamla ilgili maddesi yeniden düzenlenmiş.
—İdama mahkûm edilen kişi "asılmak suretiyle öldürülür" biçiminde düzenlenir.

***

Demek ki; 'zorluktan ve sorumluluktan' önce mesleğin 'ehliliği' önemli.
Nitekim 'ehil' olmayan er kişi, ne zorluğun ne de sorumluluğun 'mesleğin' etik yapısında var olduğunu bilmez.
Çünkü henüz 'mesleğin' icrasına sahip değildir. Böylesiler için İnsanlar,"yarım hekim candan, yarım imam dinden eder" derler.
Evet! Avukatlarımızı seviyor ve sayıyoruz.
Tabi ki; 'mesleğinin' ilkesinden, etik kurallarından ve sorumluluklarından 'ödün' vermeyenler.
Güzel bir hafta sonu dileğiyle.