KADİM KENT ŞİDDETLE ANILMASIN
Önemli ve Ağır;
Misafirimizle alakalı "sohbete" dahil olmadan önce, bir not düşmek istiyorum.
Sorun,
Eğer insanoğlu "eksenli" ise, çözümü kaçınılmazdır.
Önemli olan, "sorunun ve çözümün" idrakine ve doğruluğuna inanmaktır.
Şayet,
İdrak sağlanırsa, vaka da doğru algılanırsa, çözüm için de samimiyet hâsıl olursa "o mevzu" çözülmüş demektir.
Çözüm, onun için artık kaçınılmazdır!
Lakin;
Uzun yıllardır ülkenin ve bölgenin "bir dizi" başlık altında mevzi alan sorunları hepimizin malumudur.
Neler olduğunu hepimiz çok iyi biliyoruz!
Ne var ki;
Çözüm ve çözüme kavuşturma babında, hep "samimiyet" sapması olduğundan dolayı, "acı ve sorunlar" hep katmer katmer olmuştur.
Sosyal mi, siyasal mı, ekonomik mi, kültürel mi?
Velhasıl günlük yaşam bile kendi ekseninde "tarumar" vaziyette kangrene dönüşmüştür.
Demem odur ki;
Samimiyet "kazanımın ve sorunların çözümünde" engelleri aşan en önemli adımdır.
Hele bir de;
Buna "sevgiyi" ardından "vicdanı", peşindeN "insanlığı", "adalet ve hukuku da" ekledin mi, işte o zaman "kazanılan", bilumum zenginlik olur.
İşte bu anekdotu;
Cumhurbaşkanı Gül'ün dün bize hissettirdiği "samimiyetine" binaen düşürdüm.
Ve pek tabiî ki; bizim de kendisine gösterdiğimiz samimiyet sevgisi!
* * *
Evet!
Misafirimizi ağırladık.
Ağırlamaya da devam ediyoruz.
Çünkü bugün de, akşam saatlerine kadar bize misafir.
Dünden notlar derseniz; misafirperverliğimize "samimiyetimizi" gösterdik.
Engellere,
Yasaklara ve kralcı kesilen "güvenlik" çemberine rağmen.
Gül döktük yollarına.
Karanfiller uzattık, kucak açtık sevgiyle ve asırlardır süre gelen "kardeşlik" duygusuyla.
Biz samimiydik.
O da samimiydi.
* * *
Havaalanında,
Sayın Mehmet Ali Altındağ'la karşılamaya katıldık.
Tokalaştık, bir kaç saniyelik de olsa, sohbet etme imkânı bulduk.
Valilik,
Kolordu ve Belediye ziyaretlerini haber merkezinden takip ettim.
Organize Sanayi Bölgesi,
Gece de İl Valisi Mustafa Toprak tarafından onuruna verilen Akşam yemeğindeki konuşmasını yakından dinledim.
Gül'ün, dün topyekûn bize çektirdiği resim neydi?
Gülen yüzü,
Açılan sevgi kucağı,
Çocukların yanağına kondurduğu öpücük,
Sıcak ve samimi yaklaşımı,
Samimiyet çizgisinde "dik mi" yoksa "dostlar alışverişte" görsün müydü?
Doğrusu;
Kim nasıl yorumlar bilmem.
Ama benim, gördüğüm, hissettiğim ve tanık olduğum resim, "samimiyetin" ötesinde bir "dürüstlüktü"
* * *
Sanırım,
Bu duygu yaygınlığından olsa gerek Gül'e genel olarak güven ve sempati hayli yüksekti.
Çünkü,
AK Parti'ye ve Milletvekillerine ekstra bir iş düşmedi.
Kalabalık bir seyr-ü âlem oluşturma noktasında.
İnsanlar yığınla.
Yani kendi inisiyatifiyle halk oraya akın etmişti.
Cadde üzerindeki coşku. Yoğun sevgi gösterisi.
Bu da,
Gül'ün işgal ettiği makam ve kendisinin bugüne kadar ihtiva ettiği "dik" duruşlu fikriyatının eseri.
Nitekim;
Gül "daha önce" Diyarbakır'a gelip "saman altında" su yürüten isimler gibi hareket etmedi.
Ne,
Üç yıl önce Cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturduğu ilk günlerde.
Ne de,
Dün Diyarbakır'da yaptığı konuşmaların içeriğinde.
Öyle,
Burnuna yumruk yiyen siyasiler gibi;
"Avrupa'nın yolu Diyarbakır'dan geçer."
Demirel'in;
"Kürt realitesini kabul ediyorum" sözü.
Ecevit'in,
"Sorun belli, çözüm gerekli."
Ve,
Başbakan Erdoğan "Kürt sorunu benim sorunum".
Gül,
İşte bu ifadeleri çağrıştıran, benzerine ivme getiren bir söylemin içerisinde olmadı.
Ancak,
Şunu alenice ve altı çizili bir şekilde ifade etti.
"İyi şeyler olmaya devam edecek..."
* * *
Gül'ün,
Büyükşehir Belediyesi Başkanı Osman Baydemir'i ziyaretine gelince.
Anlam,
Ve beklentiler açısından, özellikle "tansiyonu" düşürme noktasında mesaj içerikliydi.
Tabi ki;
İki taraf için de; önem arz edici.
Baydemir'in, Gül'e "siyasi gündem" oluşturacak bir hediyesi oldu.
"Kürtçe lügat".
Baydemir
Bunu sunarken bir de şu ifadeyi kullandı.
"İki dilli" hayatla alakalı.
Dedi ki;
"Sayın Cumhurbaşkanım, kabul buyurursanız, içtenlikle mutlu olacağım. Güzel Türkçemizin ve güzel Kürtçemizin lügatıdır. Toplam 40 bin kelimelik bir hazineye sahiptir. Takdim etmekten büyük bir şeref duyuyorum" dedi.
Gül ise şu karşılığı verdi;
"Verdiğiniz lügatı memnuniyetle aldım. Bu da tabi buranın bir sosyolojik gerçeğidir" dedi.
Ve ekledi;
"Son günlerde çok tartışılıyor. Bunu doğru mecrasında koymak isterim.
Türkiye Cumhuriyeti'nin resmi dili Türkçedir, bu böyle de devam edecektir.
Ayrıca devletin ve kamu kurumlarının dili Türkçedir, ortak dilimizdir."
* * *
Tabi,
Gül bu ifadeleri aktarırken bir de "kültürel mirasın" korunması noktasında, mesajı oldu.
Anayasada kültürel mirasın korunması şartı bulunuyor.
Peki, ne demek bu;
Dikkatle düşünülmesi gereken vurgu.
Bence;
"Anayasal bir değer taşıdığını ima etmiş oldu".
2011 seçimlerinden sonra;
Fransız modeliyle denilebilir ki, "Kürtçe kültürel miras dâhilinde" yeniden ele alınarak bir çözüm potasına sokulacak.
* * *
Gelelim;
Diyarbakır'ın "imajına" ilişkin söylemi.
Ve tabi ki;
Diyarbakır'ın sosyo-ekonomik alandaki geri kalmışlığı.
Tabi;
Bu durumun temel nedenini; şiddet, terör, kan ve gözyaşına bağlarken.
Bir de;
Uyarısı oldu, hem iş dünyasına hem de ulusal medyaya.
Yeter;
Diyarbakır'ı hep "terörle, şiddetle, siyasetle" gündeme getirmeyin.
Eğer;
Diyarbakır bu "imaj" ve şiddetle anılma, girdabından kurtulursa.
Ve tabiî ki;
Demokratik standartlar da yükseldikçe "sorunlar" bir bir çözülmüş olur.
* * *
Gül'ün,
Diyarbakır'ın "özeline" ilişkin ifadelerini özetlersek.
Şu notlar; satırlara düşmektedir.
* Sıkıntılar farklı farklı tezahür edebilir.
* Bunların çözümü, Türkiye'nin topyekûn demokratik standartlarının yükseltilmesi ve Türkiye'nin en gelişmiş ülkelerdeki hukuk ve demokratik standartlara kavuşmasıyla hallolacaktır.
* Bu problemleri ideolojik, etnik yapılar, mezhep yapıları üzerinden ve siyasetle çözmeye kalkarsak, şiddet girerse, terör girerse, silah girerse, kan girerse, biz o zaman kendi bünyemizi zayıflatmaya ve kendi halkımıza zarar vermeye başlarız.
* Kesinlikle silah, şiddet, terör gündemimizin dışında olacak.
* Burada sadece siyasetin konuşulması doğrusu Diyarbakır'a haksızlık.
* Bu insanlara iş bulmayı, aş bulmayı konuşmadan sadece siyaset olmaz.
* Diyarbakırlı iş adamlarının çoğu başka yerleri tercih ediyor. Ben sizi suçlayamam açıkçası.
* Fabrikanız yakılırsa fabrika açmazsınız, dozerinizin önüne taş konursa öbür dozerinizi getirmezsiniz.
* Diyarbakırlıların bunu görmesi gerekir
* Devletin herkese para dağıtmasıyla insanlar ne zengin olur ne de mutlu olur ancak asgari ihtiyacını giderir.
* * *
Sonuç itibariyle;
İnsanlık tarihi.
Takdir edersiniz ki, aynı zamanda "farklılık" tarihidir.
Nasıl ki,
Aynı ana-babadan geldikleri, insan olmanın temel özelliklerini muhafaza edip, ortak değerleri paylaştıkları halde.
İnsanlar, zaman içinde çeşitli etkenler sebebiyle farklılaşmış, çeşitli kültür ve medeniyetler oluşturmuştur.
Bu farklılaşma, insanlık tarihinde gelişmenin ve ilerlemenin de temelini teşkil etmiştir.
Ama en büyük kazanım ve gelişme, farklı düşüncelerin yarattığı zenginliktir.
Yeter ki;
Herkes ama herkes "bu zenginliğin" kazanım ve yaşanmasında samimiyeti ortaya koyabilsin.
Yoksa;
Bizim çığlıklarımız, sizlerin acılarınız, büyüklerin söylemi 'pek' sonuç yaratmaz.
Ta ki;
Herkes "dik" ve samimi bir duyguyla, gerçeklerin de idrakiyle "olup-biteni" anlayabilsin.
Ve her daim söylediğimiz gibi;
Peygamberler, Şehitler ve Sahabeler diyarı, kadim kent Diyarbakır "terör ve şiddetle" artık anılmasın.
Hayırlı Cumalar.
* * *
Not;
Gazetemizin dünkü manşet başlığı ve yazımın başlığında yer alan;
"Hûn bi xêr-ü xeşi hatın!" Kürtçe ifadesi, çok sayıda okurumuz tarafından beğeni aldı.
Bizleri arayıp,
Duygularını ifade eden "gönlümüzden geçeni" söylemişsiniz diyen tüm okurlarımıza teşekkür ediyoruz.