KCK VE DEMİRBAŞ'IN HASTALIĞI?
Unuttuk galiba; KCK ne oldu? PKK'nın "Şehir" yapılanması.
Operasyon, gözaltı ve tutuklamalar "sene-i devriyesini" tamamladı.
Suç ve suçlar!
Şu an cezaevinde "KCK" bağlantılı 1483 kişi bulunduğu rivayet ediliyor.
Sanırım; sorgu ve soruşturma evresi henüz tamamlanmış değil.
Çünkü hala "suç" isnadıyla alakalı iddianame hazır'da yok.
Bitmiş değil.
Yani hadiseyle alakalı olarak belge, bilgi ve delil toplama süreci işliyor.
Yargıdaki bu "sürecin" işleyişi nasıl bir sonuç verir. Neyi gösterir bilmem!
Zaten mümkün de değil.
Onu önümüzdeki zaman dilimi içerisinde hep birlikte göreceğiz.
Kim suçlu, kim zanlı- İsnat edilen "suç"un muhtevası nedir?
* * *
Neyse sohbetimiz zaten "bu evreyle" alakalı değil.
Bu tamamen "hukuki ve yasal" bir işleyiş.
Buna ne bizim, ne de başkasının "olumlu-olumsuz" tavır geliştirmesi.
Eleştiri "okları" yönetmesi, mümkün olmadığı gibi; doğru da olmaz.
Ancak şunu ifade etmek gerekirse;
"Adaletin kestiği parmak acıtmaz" sözünün yanı sıra karşı bir de söz var.
"Geciken adalet adalet değil" diye.
İkisi 'önemli' tespiti gözardı etmemek lazım.
Çünkü "Adalet ve Hukuk" toplumun hayat dengesidir.
Bütünlük ve ülke mozaiğidir.
* * *
Ne müdahaleye. Ne keyfiyete.
Ve ne de hasıma ne düşünce ve hükme kabil değildir.
Böylesi "dokuya da" yapı olarak gelmez.
Ancak şu noktayı da "insan-i duygu" ölçüsünde görmek gerek.
Hak, hukuk ve adalet "mağduriyetle" işlem görmez.
Bu noktada; "sene-i devriyesini" tamamlamış bir sorgu ve soruşturmanın henüz tamamlanmamış olması.
Doğal olarak düşünce ve dillerde "neden" diye bir 'kavrak' kıvılcımı çakar.
Gerek; "suç isnat' edilen kişi cephesinde.
Ve gerekse onların yakınları nezdinde;
"Bir yıldır cezaevindeyiz hala suçumuz nedir?"
Bunlar "Neyle suçlanıyor?" sorusu, gelişmiyor değil.
* * *
Galiba bir süre daha bekleyeceğiz!
Şu anki; "duyumlar" bunu söylüyor.
Gelelim hadiseyle alakalı 'önemli' bir ayrıntıya.
Sur Belediye Başkanı Abdullah Demirbaş'ın "akıbeti".
Malumunuzdur; "Ölümcül" bir hastalığı var.
Cezaevine "girmeden" önce kendisine sirayet etmiş bir hastalık.
Zaten bu durumu da bilmeyen yoktur.
Onu tanıyan birçok kişi gibi ben de; "tutuklandığında" aklıma hastalığı gelmişti.
Cezaevinde bu hastalıkla "nasıl" mücadele edebilecek?
* * *
Çünkü "sürekli hekim kontrolünde" olması gerektiği gibi; tedavisi hiç bir şekilde kesintiye uğratılmamalı.
Yani "mapushane" şartları bu hastalığı ve tedaviyi kaldırmaz.
Nitekim Demirbaş'ın bu durumu son günlerde hayli tartışılır vaziyette.
Şöyle ki; 20–25 günden buyana Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Araştırma Hastanesinde 'tedavi' görüyor.
Durumu "bir hayli" ağır.
Önceki gün "sağlık durumuyla" ilgili heyet raporu ve son teşhis-tetkikler elime ulaştı.
İnceledim; bir dizi 'Tıbbi terimler' var.
Zaten; Avukatları "ölümcül" hastalığıyla alakalı bugüne kadar 5 kez "tahliye" talebinde bulunmuş.
"Müvekkilimizin cezaevinde bulunması hayati tehlikedir" diye.
* * *
Son sağlık raporunda, "hastalığıyla" ilgili özet ifadeyle şöyle deniliyor;
"Hasta pıhtı oluşumuna yatkınlık oluşturan genetik durum ve geçirilmiş tromboembolisi nedeniyle hayati tehlike oluşturan yüksek risk grubundadır".
Ve uyarı notu; "İlgili uzmanlar tarafından yakın takip gerekmektedir".
Raporun altında çok sayıda profesörün imzası var.
05–04–2010 tarihli bir rapor.
3 gün sonra da, bu rapor doğrultusunda 5. Ağır Ceza Mahkemesinde 'tahliye' talebinde bulunuluyor.
Bir gün sonra da; talebin reddine karar.
Gerekçe de;
"Şüpheli isnat edilen suçun niteliği, kuvvetli suç şüphesi, şüpheli hakkındaki soruşturmanın halen devam ettiği ve delillerin henüz toplanmamış olması hususları dikkate alınarak, tahliye talebinin reddine".
Velhasıl! Görünen o ki; KCK hadisesi bir süre daha 'sorgu ve soruşturma' tetkikinde olacak.
Parantezi henüz kapatılmamış. Bir süre daha devam edecek.
* * *
Düşünüyorum!
"Kan pıhtılaşması" hastalığı olan Demirbaş'ın 'ölümcül' durumunu.
Kötü bir durum hâsıl olursa; vebali nice olur?
Şahsına münhasır mı?
Yoksa 'geciken adalet adalet değil' gerçeğine mi; kabul olur?
Her ne ise!
Demirbaş'ın avukatlarına göre; "Hukuk" doğru bir değerlendirmede değil.
Sonuç itibariyle!
Her halükarda 'son sözü' söyleyecek ve hükmü verecek olan;
Adalettir. Hukuktur. Ve Mahkemedir.
Ne diyelim; Başkan Demirbaş'a "acil şifalar' dilemekten başka.
Suçlu da olsa, mağdur da olsa,
Uzun bir dönem Diyarbakır'a hizmeti olmuş bir insan, Abdullah Demirbaş.
* * *
YUMRUK MODASI!
Sanırım son günlerin "moda" hadisesi; "Yumruk" atma oldu.
Baksanıza; "önüne" gelen yumruk atıyor, önüne gelen yumruk yiyor.
Ne garip bir durum değil mi? Ne diyelim; "ülkenin" teamülsüzlüğü bu.
Onun için ben hep şu düşüncedeyim; "Yumruğu atana" bakmayın. Onun düşüncesinin "arka" bahçesine bakın.
Ve kimin "attırdığını" görün. Yoksa 'her yumruk" yeni bir habis ur yaratır.
O hızla büyür. Taki; "neşter" vurulana kadar.
* * *
Dün AK Parti Diyarbakır İl Başkanı A. Baki Aksoy da bu minvalde gündem oldu.
Ajanslarda ilk haber! Aksoy "yumruklu" saldırıya uğradı.
Hem de; Parti İl Başkanlığındaki "makamında" diye.
İlk duyumu alırken; "olamaz" bu kadar "ateşi" körükleyen bir düşünce ve hırs olur mu?
Eğer doğru ise; "Artık" siyasileri değil sokakta. Halk arasında 'görmek" mümkün olmaz.
Herkes meramını "Orman kanununa" göre icra eder.
Neyse ki; bir süre sonra İl Başkanı Aksoy kameraların karşısına geçti.
"Fiili saldırı" yok. Sözlü bir tartışma. Oh be dedim!
* * *
Ama bu kez pirelendim. Hadise "siyasi" değilse; nedir?
Aksoy ve saldırgan olduğu iddia edilen Yılmaz Uçar "arasındaki" anlaşmazlık?
Ve Aksoy'u "polise şikâyet" etmeye götüren; neden neye hikmettir?
Araştırdım; ikilinin arasındaki bu 'kavgaya' varan anlaşmazlık nedir diye?
Her ne kadar!
Aksoy, Uçar için suçlayıcı bir şekilde "Akli dengesi" yerinde değil "ithamında" bulunuyorsa.
Ve buna ek olarak da; "Parti yönetimine" girmek istediğini ifade ediyorsa da.
Bence hadisenin hikmet-i bu değil. Çelişkili bir durum hâsıl.
Genel bir ifadeyle "Ahlak-i" bir durum söz konusu.
Zaten hadisenin altındaki "çapan" oğlanı bugün-yarın ortaya çıkar.
İkilinin makam odasında "baş başa" sohbetin ardından "birbirlerinin" yakasına;
"Neden" yapıştıkları?