KURMAYLAR NADASA MI?
Sahi;
Başbakan Erdoğan'ın 23. dönemin "son grup" toplantısındaki konuşmasını izlediniz mi?
Ben izledim. Tabi "basına kapalı" bölümle alakalı detaya da ulaşma fırsatını buldum!
Sanırım; ekseriyetiniz de izlemiş ve muhtevasından haberdar olmuşsunuzdur?
Partinin,
Kurmayları ve "omurgasını" teşkil eden isimlerin "bu dönem" Milletvekili aday listelerinde yer almayacaklar.
Yani; "Kurmaylar" bu dönem için nadasa bırakılacak?
Tabi;
Bu nadasa bırakma hali, Başbakan Erdoğan'ın "önümüzdeki dönem" size ihtiyacımız olacak, sözünden çıkıyor.
Doğrusu; bu son dakika "manevrası" ahaliye yönelik farklı bir sirayet ihtiva ettiğini söyleyebilirim.
Çünkü Toplumsal yönde "sürpriz" oldu.
Ak Parti, eşrafları arasında ise "şok" yaratıcı.
Tabi bir kesim içinde; "olması gereken" de bu oldu.
* * *
Biliyorum ki;
Bugün birçok kalem "Başbakan'ın" bu manevrasıyla alakalı, fikir beyan edecekler?
Kimi; AK Parti "kurmayları" geri plana bırakmayla büyük oranda "kan kaybına" uğrayacak?
Ve partide "küskünler" bloğu oluşacak.
Bu da, AK Parti'nin 12 Haziran'daki seçimlerinde "önemli" oranda, oy kaybı yaratacak.
Kimi de; AK Parti "parti olma" babında ilk kez toplama değil, kendi "tabanından" gelişecek?
Yani, İki dönem sonrası "Parti" artık, oradan-buradan-şuradan gelen eski siyasilerle değil.
Daha genç. Ve AK Parti'yle "siyasetin yüzüyle" tanınmış zevatla, yenilenmek isteniyor.
Tabi birde; eklenilecek "bu zevatın" liyakat haline mi bakılacak, yoksa "sadakat" yapısına mı?
* * *
Malum;
Başbakan'ın "iki dönemdir" Milletvekili olanları kast ettiği bu fikrinin tekabül ettiği sayısal rakam 180.
Ne demek bu. 180 Milletvekili 12 Haziran'daki seçimlerde "liste" dışı kalacaklar.
Hani bir söz var; "Kim kala kim öle".
Her ne kadar;
Başbakan Erdoğan bu kesim için Parlamento dışında "sivil siyaset" görevi vereceğini de ifade ediyorsa da.
Az önceki ifadem bir hayli "iki dönem" vekillik yapanların beynini kemiriyor.
Başbakanın,
Siyasi zekâsı ve kendi ifadesiyle çıraklık ve kalfalık dönemini bitirdik. Artık "ustalık" dönemine girdik sözünden hareketle.
* * *
Bu değişim bana şunu söyletiyor.
"Bir taşla; iki kuş vurma hamlesi.
Hem;
Seçmenler arasında ciddi manada itibar kaybedenleri parti içerisinde "ayıklamak".
Hem de; Başkanlık sisteminin hayata geçirilmesi esnasında!
Olası, Abdullah Gül'le "anlaşmazlığa" düşmek!
Ve meclisteki aritmetiği; Kendi "safında" sadakatle tutabilmeye yönelik "hizip yaratıcıları" dışarı atmak.
Çünkü;
Başbakan Erdoğan ve Cumhurbaşkanı Gül'ün "arasını" bozacak tek makam; "Başkanlık" makamıdır.
Her ne kadar; "Makamı" birbirlerine ikram etmede vefa sahipliğinden söz eden ve ilk bakışta görüntü hakim ise de.
Bilinmelidir ki;
Başbakan Erdoğan bu "makamı" her tartışmaya açtığı esnada; Çankaya sakini "olumsuz" tavır koyuyor.
* * *
Düşünüyorum;
Bülent Arınç, Cemil Çiçek, Abdulkadir Aksu, Hüseyin Çelik, Salip Kapusuz, Mehmet Ali Şahin, Ömer Çelik, Akif Gülle, Beşir Atalay, Recep Akdağ,
Hayati Yazıcı,
Ve daha sayabileceğimiz onlarca isim..
Bu isimler; uzun bir iktidar dönemi süresince "Parlamento" dışında kalma düşüncesini "nasıl" hazmedecekler?
Diyeceksiniz ki; "Mezara kadar mı, milletvekili olacaklar?"
El hak. Doğru.
Ama velâkin; "Siyasete" aşina olma ve bağımlı hale gelmek zevat için "siyaset mezara kadar" oluyor.
Velhasıl; Bu nadas düşüncesi "kuraklık" ihtiva etmesin?
* * *
Buarada;
Diyarbakır'la alakalı gündeme getirdiğimiz "Anketör rezaleti" haberine.
Kurumsal ölçekti;
"Sessizlik" hâkimiyeti, midemi ciddi manada bulandırıyor diyebilirim.
Çünkü önem arz edici noktada" töhmet" altında kalanlar var.
Birileri; "ketumluğu" bırakmalı.
Bir de;
Dün ziyaretime gelen "aday adaylarından" birinin, mülakat komisyonunda muhatap kaldığı bir sorudan söz etti ki.
Ayıbın da ötesinde;
"Çirkin ve rezalet" ihtiva ettiğini söyleyebilirim.
"Beyaz Türk ya da Beyaz Kürt" diye bir tanım var mı ki; "etnik" kimliklere böyle bir sınıfsal renk getiriliyor?
Ne diyebilirim ki; söyleyen için.
Tabi; "Türkiye-Yunanistan" maçında, Kürtler Yunanistan takımını destekler diyen zihniyet AK Parti'de hala "makam" işgal ediyorsa.
Ben daha; ne diyebilirim ki?
TUZ KOKARSA NE ÇARE?
Bi önemli nokta da; "Yargı" içtihadıyla alakalı, yaşananlar.
Sahi; "Et kokmasın" diye ne yapmak lazım?
Elbette ki,
Kokmaması için doğal olarak "et tuzlanır" yani, tuz kullanılır.
Peki, ya "tuz" kokmaya başlamışsa.
Siz o zaman;
Nasıl bir önlem almanız gerekir ki "tuzun" kokusu giderilebilinsin!
Galiba!
Bu hal-i durum için "sözün" bittiği yer diyebiliriz.
Demek ki;
Durum bedbaht bir hal almış. Ne etten bir hayır kalmış.
Ne de, Et'in "tuzunda" bir keramet.
Çözümsüz; bir noktaya gelinmiştir vaziyet.
* * *
Hiç kuşkusuz ki,
Yaşamın "sosyal ve siyasal hatta kültürel" dokusu için.
Olabilecek,
Envai kokuşmuşluğa "çözüm" getirici noktada çare vakidir.
Ki çağın;
Yönetimsel anlamda formülü de "Demokrasinin" hayat iksiri olan Yargı erkidir.
Çünkü;
Çürümüşlüğü de, çözümsüzlüğü de, uzlaşmazlığı da, giderek tek etken Yargı hükmüyle icra eden Adalettir.
* * *
Onun için; Yargı dediğimiz mekanizma "sistemin" tuzudur.
Hayat membası olduğu gibi; rejimin de "toplumsal" bütünlükte, adil ve adilane yönetim anlayışıdır.
Rejim her ne kadar "toplumsal" bütünlükten sapmış olacaksa olsun.
Kokmuş bir hale gelse de;
Düzene ve kokuşmuş haline "Yargı" erkinin adalet hükmüyle çözüm getirici olunur!
Ama Demokrasinin;
Olmazsa olmaz dediğimiz tabiri caizse nizamın "tuzu" olan Yargı erkinin "adalet" anlayışında kokmaya başlamışsa.
İşte o zaman; "Tuz" kokmuş bir vaziyet almıştır.
Sahi o zaman; nasıl bir organizasyon "duruma" düzen getirir?
Galiba; Yasama erki, Demokratik rejimi koruma kollama noktasında!
Yargısal; Reformu "kaçınılmaz" bir meşakkatle icra etmelidir ki.
Kokma hali; daha vahim süreçlere yelken açabilecek atmosfere kavuşmasın.
Bilir misiniz; Sokrat'ın "ölüme" mahkûm edilişinde, eşine söylediklerini.
Sokrat,
Ölüme mahkum edildiğinde.
Eşi; "Haksız yere öldürüyorsun" diye ağlamaya başlayınca,
Sokrat; Ne yani, demiş. Birde haklı yere mi öldürülseydim.
Ne yazık ki, Yargı güven duygusu noktasında, harap vaziyette.
* * *
AVUKATLAR GÜNÜ!
Dün, Avukatlar günüydü.
Öncelikle, Avukatların bu gününü kutlar. Daha özgür ve daha çağdaş bir "hukuk ve yargılama" nizamına kavuşur dileğiyle.
Evet.. Baro Başkanı Emin Aktar şu ifadeyi kullandı:
"Son dönemdeki yargı uygulama ve kararları ne yazık ki toplumda adalet ve hukuki güvenlik duygusunu zedelemekte ve yargı kuvvetler ayrılığı içerisinde bir erk olmak yerine, bir iktidar haline dönüşme eğilimi göstermektedir".
Yani,
Yargı "içtihat" itibariyle vahim derecede "taraflar" bazında ele geçirilme çemberinde.
Kimi noktada,
Yargı kendi nizamında "vesayet" kurumu olma gayretinde.
Kimi noktada,
Siyasal iktidar "yargıyı" ele geçirme, arayışında.
Kimi noktada,
Muhalefet ve diğer bazı oluşumlar "kendi yandaş" grubunu oluşturma, mücadelesinde.
Onun için; "Tuz" kokarsa çare ne, sorusu "sözün bittiği" nokta oluyor.
* * *
Çünkü,
Hukuk, Adalet... Ve Yargı mekanizmasının işleyişi belli bir anlayışa "indirgenemez".
Hele, Keyfiyet "icra" edici, bir işleyişe sahip olamaz.
Velhasıl;
Hukuk, yorum açısından her türlü görüşe açık olmalıdır.
Yargının, "Adalet" hükmü ise, "güven duygusunu" zedeleyici nüanslara sahip olmamalıdır.
Onun içindir ki,
Baro Başkanı Aktar "yargının güven duygusunu" yitirme noktasında.
Son dönemdeki,
Uygulama ve kararlarının "erk olma yerine iktidar olma" eğilimi içerdiğini söylüyor.