LAKİN O CESARET KİMDE?

Dün bazı okurlarım aradı.

Anayasa Mahkemesi'nin Üniversitelerde "Türbanın" serbest bırakılmasına ilişkin yasayı "iptal" etmesi hakkında ne düşünüyorsunuz?

Bu konuyla ilgili fikir beyan edecek misiniz?

Dün fikir beyan etmiş değildiniz?

Neden? Diye sordular.

Evet. Dün mevzuyla alakalı "fikir" beyan etmiş değildik.

Nedeni de; Diyarbakır'ın "ağırlıklı" gündemi CHP Genel Başkanı Deniz Baykal'ın "günü birlik" gezisiydi.

Önder Sav'a yönelik olan tepkiydi.

Tabi Sav'a arka çıkan Baykal'a yönelik öfkeyi de göz ardı etmemek gerekirdi...

Buarada; zihniyete olan çürük yumurtalı ve domatesli protestosu da; durumun ciddiyetiydi...

Ülkenin ve toplumun "kaosa" sürüklenmesinde gerginliğin "körüklenmesinde", ötekileştirmede bu zihniyetin kabahati yok değil.

O nedenle; zorunlu bir durum hasıl oldu.

Fikir beyan etmem anlamında.

CHP açısından 'Diyarbakır'da olup-biteni" ders-i ibret kabul etmek gerekir.

"Halkla düşmanlık ve küfür" olmaz.

Hele baskı yaratmak ters teper.

Değerlerine, inancına, özgürlüklerine, ibadetine, kültürüne, gelenek ve göreneklerine uzanabilecek ele karşı tepkisi serttir.

Sloganı da keskindir.

"İnanca uzanan eller kırılır" diye!

Nitekim Balıkçılarbaşı semtindeki vatandaşlar ve esnaf, CHP heyetine ve zihniyetine böyle seslendi.

***

Gel gelelim sorulan soruya?

Anayasa Mahkemesinin "Türbanla" alakalı verdiği "iptal ve durdurma" kararına!

Karar 9'a 2'yle alındı. Oy birliğiyle değil, oy çokluğuyla.

Demek ki; kendi aralarında da "hem fikir" değiller. Yani; durum "aleni" bir tartışma götürmekte.

Hukukçu ve Bilim adamlarının ekseriyetinin de dediği gibi;

"Karar. Hukuki değil, siyasidir"!

AK Parti Diyarbakır Milletvekili Abdurrahman Kurt'un ifadesine gelince; ona göre karar;

"Cübbeli Darbe!"

Dünkü gazetelerin sür manşetlerine baktığımızda hemen hepsinde "karara karşı" tepki ifade eden başlıklar vardı.

Dış basında da aynı söylemler söz konusuydu.

Hatta iktidar partisine yargı darbesi diye flaş atanlar oldu.

"Mevzuu"nun hukuki bir dayanağının olmadığına ilişkin.

Sonuç itibariyle toplumun tüm kesimi; "karara" olumlu bir yaklaşım göstermiyor.

Hatta mevzuyu Anayasa mahkemesine taşıyan Baykal bile; "Karardan memnun değilim" dedi.

***

Aslında benim için; "Anayasa Mahkemesinden" çıkan karar "sürpriz" olmadı.

Niye diyeceksiniz.

Hani derler ya "Perşembe'nin gelişi Çarşamba'dan bellidir" diye!

Çünkü; AK Parti'yi "kapatma" anlamında açılan davanın "ana teması" Türban'ın "serbest bırakılması" ve ardından yapılan açıklamalar değil mi dir?

"Türbanın Siyasi Kimliğe" dönüştürüldüğünü; söyleyen değiller mi?

Erdoğan'ın "Velev ki" kelimesini; "suç unsuru" diye; kayda alan değiller mi?

Demek ki; durumun "vahimliği" ve hüsranlığı belli.

***

Peki, durumun bu alana gelmesi, yasakların oluşmasının müsebbipleri kim?

Bence; "Türban'a yasak" koyan; Anayasa Mahkemesi'nin "evet" oyunu kullanan 9 Yargıcı değil.

Asıl suçlu;

İnancı "siyasi" malzeme eden, partilerinin "arka bahçesi" olarak gören siyasal zihniyetlerdir.

Ve bunlara karşı "oluşan" alternatif düşüncelerdir.

Bu düşüncelere karşı "ceket ilikleyen" siyasilerdir.

Bunların fikriyatı doğrultusunda "politika" üretenlerdir.

Yasama "yetkisini", korkaklık ve pısırıklık içerisinde; kullanmayarak heba edenlerdir.

Şimdi; tüm bu "müsebbipler" noktasında durumu ele aldığınızda; "suçlu" sadece kararın altına imza atan 9 Yargıcı gösterebilir misiniz?

Hayır.

Demek ki bu ülkenin "kaderini" 9 kişinin eline bırakan "siyasal" zihniyetlerdir asıl suçlu ve müsebbip...

Evet. Öncelikle şunu ifade etmek istiyorum;

Kim olursa olsun, hangi görüş, hangi fikir, hangi ırk ve cinsten olursa olsun.

İnancı da, düşüncesi de farklı olabilir.

Önemli değil.

Önemli olan "özgürlüğünün" sağlanmasıdır.

Kısıtlanması değil.

Bugün; Anayasa Mahkemesi "eşitlik" ilkesi anlamında; "bireyin" inanç özgürlüğünü engellemiştir.

Toplumsal "gerilim" yaratan bu kararla alakalı; birçok fikir ortaya atıldı.

"Suçlayan ve suçlama" getirenler noktasında.

Ancak; "Türban"ın" rejim meselesi haline getirilmesi.

Ve Anayasa Mahkemesinden "yasak" almasının; sorumlusunun "Yargıçlar" olduğunu söylemek doğru değil.

Çünkü bu davanın geçmişi var.

Hatırlarsanız; 411 el Mecliste "Türban" için yükselirken, şunu ifade etmiştim.

"Türban Rejim sorunu" değil ki, mevzuya rejim çıkmazı olarak bakılıyor.

Türban "sosyal yaşamın" felsefesidir.

İnancın da; öngördüğüdür.

Tabi isteyen takar, isteyen takmaz.

Zorunlu da değil.

***

Peki, bugün gelinen çıkmaz neyi ifade ediyor?

O da şu gerçektir. Ki altı çizilerek söyleniyor.

Ne Üniversitelerde?

Ne de kamusal alanlarda artık "Türban" sorununu çözmek "kolay" olmayacak.

Ama imkânsız da değil.

Yeter ki; "Özgürlüklere" dayalı sistemleri ve beklentileri bir rejim sorununa dönüştürmemek...

Bakınız size çok vahim bir "not" aktarayım.

Daha geçtiğimiz hafta yaşanan iki ayrı vakanın notu bunlar.

Biri;

—Türbanlı olduğu için 5 yıldızlı otelin kapısından kovularak, kapı dışarı edildi.

Diğeri de;

—Gavura içki var, Müslümana yok.

Demek ki; inanç ve özgürlük öylesine "dengesizleştirildi ki bu ülkede keyfi zihniyet iklimi oluştu.

Kısacası "toplumsal" bir dengesizlik söz konusu.

***

Bundan sonra ne olur?

İşte asıl düşünülmesi ve hassasiyet gerektiren nokta da burasıdır.

Bundan sonraki zamandır.

Yasama, Yürütme ve Yargı!

Devletin üç temel organı artık "kuvvetler ayrılığı" vasfında; inatçılığın tehlikesinden uzak durmalı.

Ve millet içerisinde milli bir çatışma, ya da kişisel bir husumetin batağına; ülke sürüklenmemelidir.

Yapılması gereken; "toplumsal" menfaatin teşkilidir.

Bunun için de; toplumsal sorumluluk şart.

Haklarla sorumluluk.

İradeyle denetim.

İşte bu iki önemli yaşam felsefesini bir araya getiren de güçlü bir "demokrasi" çimentosudur.

Sözün bittiği noktadayız.

Bundan sonrası "ortak aklın" işlemleridir.

O da; milli iradenin "tecellisidir"!

Ve bu milli iradenin "kullanım" becerisidir.

Aksi takdirde ülke ve millet olarak daha çok;

Hani "Egemenlik kayıtsız şartsız milletindi".

Hani; Demokrasi, İnsan Hakları vardı.

Hani; Hukuk ve Yargı bağımsızlığı vardı.

Hani bireyler arasında eşitlik vardı.

Hani; milli birlik ve bütünlük vardı

Hani; Demokratik, Laik ve Hukuk Devletiydik.

Diyeceğiz.

Hani bir söz vardır; "sine-i millet".

İşte Türkiye'deki siyasal iktidarlar "toplumsal" dengesizliklerin yaratıcılarının gasplarında neden de; bu yolu kullanmıyorlar.

Aslında; bu yol "tüm sorunların" çözüm yoludur.

Lakin o cesaret kimde?