LİCE'DEKİ KANLI KUMPAS!
85'li.
Tabi ki, 90'lı ve 2004'lü yıllar!
Hatta Roboskiyle ikmal olan, 2011.
Tarih'in, 80'li, gerisinde 60, 45 ve 25'li yılları da unutmadan.
Türkiye için.
Özellikle, "Kürdistan" coğrafyası için; "kanlı dönemler" olarak bilinir.
Ki, "tarih" sayfasına düşülen notta şu yazılmıştır.
"Vesayet zulmü."
***
Kürdistan…
Ve yaşayanların üzerine "oluşturulan" kara bulutlar.
Vesayetçi. Kemalist Gladyo yapı "vampir gibi" kan emiyordu.
Tek hedefi vardı; O da, Kürt "duyarlılığını" bertaraf etmek.
İnkâr…. Asimilasyon…. Ve şiddetle bastırmak.
Kan, gözyaşı ve "ölümlerle" sindirmek.
Sürgünlerde, sesleri" kısmak. Göçlerle, "birlikte" harekât alanını yok etmek.
***
Peki, bu maya tuttu mu?
Hal-i hazırdaki tablo, "bedel ağır olsa da" tutmadığını gösteriyor.
Bilakis!
Dökülen her bir damla kan. Akan her bir gözyaşı damlası!
Yakılan-yıkılan her ev ve köy. Daha bir şehvetli, "Kürt duyarlılığı" yarattı.
Siyasal. Sosyal. Ekonomik ve Kültürel "baskı" mekanizması oluşturdu.
Sonuçta, dünün siyasal iktidarına, devletin vesayetçi kimliğine, inkârı, asimilasyonu "apolet" kimliğiyle özdeşleştiren yapılara "kabul" ettirdi..
Önce Kürt realitesini!
Sonra halkların varlığını, bir adım sonra da hakların haklılığını.
Şimdi, özgürlüğü, eşitliği, yönetimsel "özerk" yapıyı, ikmal ediyoruz.
***
Peki, yolun neresindeyiz!
Hiç kuşkusuz ki, pozitif bazda, ciddi mesafe kat edilmiş.
Bir dostumun ifadesiyle; "dereye" geldik.
Yani, okyanusları, denizleri, nehirleri, çayları geçtik.
Dereye geldik.
Eee.
Kürtler, Kürdistan da "derede boğulacak" değiller.
***
Bugün; "çözüm süreci" diyoruz!
Silahlar susmuş. Kan ve gözyaşı değil; "hakların nasıl hayat" bulacağına ilişkin, rötuşları konuşuyoruz.
Taraflar bir masada mülahaza ediyor.
Öyle üçüncü, dördüncü şahıs yok. Taraflar birebir görüşüyor!
Her ne kadar; hal-i hazırda!
Ülkede çözüme "çelme" atma noktasında aksiyonlar geliştiriliyorsa da.
Ki Oslo suikastı, Gezi Parkı girişimi, 17 Aralık operasyonu "farklı" amaçları içerse de.
Özünde, "Çözümü" sabote etmektir.
Ki Öcalan'ın son mesajı bunu ifade etmeye yetiyor; "Siyasi darbeye benzin taşımayız!"
***
İzlediniz mi bilmem!
Önceki gece, Uzay tv'de Büyüktimur'la Gündem programım vardı.
İzleyicilere de açıktı.
İnanın, 2 saatlik program süresi içerisinde santral kilitlendi.
Atılan yüzlerce; E-mail. SMS ve twitter da ayrı.
Sadece ekrana 20'e yakın telefon alarak, vatandaş konuştu.
***
Herkeste şu kanı geneldi.
Her şey bir tarafa, yapılmak istenilen "çözüm sürecine" suikast düzenlemektir.
Onun için, Kürtler "barış elini" uzatan Başbakan'ın eli bırakılmamalı.
Bu eli böylesi bir "ihanet organizasyonun" yapıldığı dönemde, daha sıkı tutmalı.
Bel çıkmalı.
Bir de şu istek vardı; geçmişle, yüzleşebilmek.
***
Bu isteği irdelerken.
Söz; "Şehitler şehri SİLVAN" isimli kitabın yazarı Ferhat Parlak'a geldi.
Ferhat.
Faili Meçhul'e kurban giden gazeteci meslektaşlarımızdan biri olan; Yaşar Parlak'ın oğlu!
Yaşar Parlak!
1985 ila 1989'a kadar Tercüman'da, Bulvar'da birlikte çalıştık.
O Silvan muhabiriydi.
Biz de, Diyarbakır'da bölge muhabirliğini yapıyorduk.
Ki en son, 1991 ila 1994'te yine Söz'de birlikteydik.
***
Ferhat Parlak'ın,
Kaleme aldığı ve 1 Ocak 2014'te piyasaya çıkan 2. baskılı "Şehitler Şehri SİLVAN" kitabı tarihsel bir kanıt kimliğine sahip.
Kürdistan'ın. Özellikle Farqin'deki, faili meçhul cinayetleri.
Kayıpları. İşkenceleri. JİTEM ve Hizbullah'ın "infazlarından" söz ediyor.
250 ölü, 45 yaralı, 111 işkence, 13 kayıp.
Ve 316 Göç olayının hikâyesi yer alıyor kitapta.
Yani dolu dolu; "tarihi bir vesika!".
***
Gel gelelim, bugüne!
Bugün, Diyarbakır Adliyesinde tarihi "öneme" haiz bir dava var.
Bahtiyar Aydın suikastı.
Ve Lice katliamı!
Hiç kuşkusuz ki özellikle, 1993 yılı Türkiye tarihinin "en kanlı, en vahşi, en dehşet engiz" ölümlerin ve kitlesel katliamların yaşandığı yıldır.
***
Çünkü,
O günkü siyasi akıl,
Devlet zihniyeti,
Apoletli gladyonun düşüncesi; "Silah ve ölümle" Kürt sorunu çözümlenebilir üzerine kurguluydu.
Başkaldıran kim ise!
Konsepte karşı çıkan, her kim olursa "yok" edilecek, öldürülecek!
***
Nitekim.
Kirli savaşın hain çıkarcıları, "suikast üstüne suikast" organize etti.
Ki bunlardan biri de;
Lice Katliamı ve Bahtiyar Aydın suikastıydı.
O günü hatırlarsak!
Şimdi ki gibi, Söz Gazetesi'nin Genel Yayın Yönetmeniydim.
Duvardaki takvim yaprağı; 22 Ekim 1993'ü gösteriyordu.
***
Gün ortası, haber geldi.
Denildi ki;
Lice'de Bahtiyar Aydın Paşa şehit edildi.
Örgüt üyeleri "kanas" silahıyla vurmuş.
Sonra;
İlçe taciz ateşine, tutulmuş.
Büyük bir çatışma var.
Tabi, bu ifadeler resmi açıklamaya ait ifadelerdi.
Ama sonra ortaya çıktı ki,
"O.Hal'in" her zaman ki, "çarpıtma" planıydı.
***
Hadise ve Suikast.
Berisindeki, kamuflaj kumpası ayrı bir organizasyondu!
Ortada ne Lice'ye taciz ateşi yapan PKK'lılar.
Ne PKK gerillalarının, "suikast" girişimi.
Ne de başka bir vaka!
***
Aslında, her şey önceden planlanmıştı.
Şöyle ki, "Kürt sorunu askeri yöntemle çözülmez" diyen Bahtiyar Aydın'ın ortadan kaldırılması gerekiyordu.
Bir de, Lice konum itibariyle, Kürt siyasal hareketi için, farklı bir değer ölçüsüne sahip.
Önce Aydın öldürülecek,
Sonra Lice "ateşe verilerek" yakılacak.
Yani bir "taşla iki kuş" vuruldu. Ve öyle de yapıldı.
***
Bu olay yıllarca konuşuldu, söylendi.
Aydın'ın ailesinden, Lice'de katledilen 16 aile ferdine kadar.
Tanıklar da. O günün kolluk kuvvetleri de!
Bu iş "kirli bir organizasyonun" işi diye.
Ama ne vardı ki, 90'da başlayıp, 2007'e kadar süre gelen "vesayet".
Ve emir-komutasındaki "yapılar" her şeye şal çekiyorlardı.
***
Ne zaman ki, vesayet son buldu, Ergenekon atıl hale geldi.
Hakikatlere yönelik, cesaretler ikmale geldi.
Bugün, kısmi de olsa, "faili meçhul cinayetlerin" deşifre edilmesi.
Katliamların. Toplu mezarların gün yüzüne çıkarılması, "bu yapının" yıkılmasından dolayıdır.
Lice Katliamı davası!
Tam da, zaman aşımına bir gün kala, "açıldı".
Hali hazırda iki sanık var.
Biri operasyonu organize eden ve yönetin Albay Eşref Hatipoğlu.
Diğeri Lice komutanı Teğmen Tünay Yanardağ.
Bugün ilk duruşmaları olacak. Haklarında ömür boyu hapis ve 25 yıl ağır hapis cezası isteniyor.
***
Ne diyelim?
Adaletin tecellisi, neye hüküm eder bilmem!
Ama bildiğim şu hakikattir ki.
Türkiye "geçmişiyle" yüzleşmediği müddetçe.
Vicdanlarda aklanmadığı sürece,
O dönemin "kandan beslenen" vampirleri yargı önünde hesap vermediği müddetçe.
Hele hele; bu kadar bariz bir şekilde "suç işledikleri" vaki olmuşken, yıllarca sumen altı edilmesi,
***
En önemlisi;
Bir ekmek çaldığı için.
Bir söylemde bulunduğu için,
Aç-becare olan çocuklarına aş bulmak için hırsızlık yapan "insanlar" hapse atılırken.
Onlarca kişiyi "hunharca, vahşice" öldürenler elini-kolunu sallıyor olması kabul edilir mi?
Beklenilir mi, yarınların aydınlık olması?
Mümkün değil.
***
İki zevat bir de dilekçe vermişler.
Can güvenliğimiz yok, davaya başka bir ile alın!
Yani, koca bir Metropol kent Diyarbakır!
Onbinlerce polis, binlerce asker var iken!
"Güvenli" değilmiş?
Nasıl bir pişkinlikse!
Garibime giden, Mahkeme'nin görüş istediği Valiliğin "emniyetin" bilgi notuna ilişkin, "olabilir" demesi!
Neyse ki, Başsavcılık "gereken tedbir alınır, dava burada görülür" dedi.
***
Bakalım, Mahkemede bugün ne çıkacak.
Tutuklama olacak mı, dava sanıkların istediği gibi başka bir ile alınacak mı?
Bekleyip göreceğiz!
Ama ne demişler; "er ya da geç, adalet tecelli edecektir…"