NASİHAT!

Ne güzel bir söz;
'Nasihat tutmayan, musibet tutar'!
Bir başka ifadeyle;
'Bir musibet, bin nasihatten iyidir'
Evet!
Yaşamın bilgelerinden 'üreyen' tarihi sözler.
Bilen ve yaşamına adapte eden için; 'yol haritasıdır'. Bilmeyen için ise; 'Davul-zurna' misali.

* * *

Nasihat!
Ne var ki pek önem vermediğimiz gibi; kabullenmeyiz.
Hoşnutluk göstermeyiz.
Karşı bir etkiyle 'alerji' oluruz; bu da nerden çıktı. Öyle ki kimi zaman tepkiyi hemen oracıkta koyarız; 'Sanki doğru ile yanlışı bilmiyorum da, oturmuş söylüyorsun' diye. Ki bu 'asi' çıkışımız genellikle gençlik yıllarında yaygındır.
Sizi bilmem. Ama şahsen ben öyle idim.

* * *

Dokunurdu!
Nasıl olur da; 'bana akıl verir...’
Ancak ömür duvarında yılların taşı döküldükçe 'hikmeti ve önemi' anlaşılır.
Ne kadar; 'nasihatleri' hoyratça heba ettiğini.
Nasihatsiz hayatın, istişaresiz işin 'musibetler' doğurduğuna vaki oluruz.
İşte o zaman dövünmeye başlarız 'keşke' dinleseydim de; 'bu musibet' başıma gelmeseydi.
Lakin iş işten geçmiş oluyor.
Tabi öyleleri de vardır ki; 'Allah akıl ihsan eylesin' deriz. Çünkü başına gelen 'musibetten' ders-i ibret anlamında 'nasihat' kabul etmeyen de var.
Kulağa küpe yapmaz.

* * *

Ne demişler;
Cahil davula benzer. Gümbür gümbür öter, amma velâkin içi boştur.
Fazla da sözü uzatmak istemiyorum.
Hayat 'derslerle' dolu!
Büyükler ve bilgelerin de; 'sözleri' bir derstir.

* * *

BABA VE ÜÇ OĞLU!
Bakınız nasihatin anlamını; 'derin bir şekilde' ifade eden iki değerlendirme!
Yaşlı ve yorgun ihtiyarın birbiriyle anlaşamayan üç oğlu vardı.
Adam son günlerine varmadan önce bu oğullarını nasıl bir birleri ile dost edeceğini düşünüyor.
Sonunda bir plan kuruyor kendince, çağırıyor oğullarını.
Önce en küçük oğluna;
-”Evladım falanca diyarda bir ağaç vardır. Bu sonbaharda git o ağacı ziyaret et”der.
Oğul gidip ağacı bulur. Eve döndüğünde babası ve kardeşleri onu çevrelemiş.
Başlar anlatmaya:
-”Babacığım söylediğin ağacı gidip gördüm yaprakları sararmış, dökülmüş gariban bir ağaçtı”

* * *

Aradan zaman geçer. Mevsim kış olur. Baba ortanca oğlunu çağırır yanına.
-”Oğul sıra sende git ve ağacı ziyaret et”
Oğul gider koyu bir kış günü ağacı görür. Ve geri döner. Başına toplanır ev halkı:
-”Babacığım görmemi dilediğin ağacı gördüm; kupkuru, nerede ise ölmüş, işe yaramaz bir ağaçtı”
Yine zaman hızla ilerler ve mevsim yaz olur. Baba büyük oğlu çağırır ve yola çıkmasını diler.
Oğul gider ağacın bulunduğu diyara, görür ve döner evine büyük hayranlıkla anlatır.
-”Babacığım o ne muazzam bir ağaçtı öyle. Kocaman bir gövdesi yemyeşil yaprakları, bütün meyvelerden leziz meyvesi var. Hayran oldum babacım"

* * *

Baba amacına ulaşmıştı.
Anlayan insan için gönüllere şayan bir nasihat verdi oğullarına
-”Oğullarım üçünüzde gidip aynı ağacı gördünüz. Ama hepiniz de farklı yorumlar getirdiniz. Çünkü her biriniz ağacı farklı anlarında gördünüz.
İşte çocuklarım insanlarda aynı böyledir. Bir anları başka bir anlarına uymayabilir.
Bu yüzden insanları ilk sözleri ile yargılamayın onlara şans verin"

* * *

Bir başka 'hayat' nasihati!
Baba 'evlenmek' üzere oğluna 'nasihatlerde' bulunuyor. Bunu yaparken de; 'hayatın tecrübe laboratuarında' örnekler sunuyor.
Bir dizi; fikir icra ederken son tavsiyemi 'mutfakta' vermek istiyorum der.
Ve oğluyla evin mutfak bölümüne geçer.
Başlar; hayatın tecrübe laboratuarında 'tavsiyelerini' uygulamaya.

* * *

Mutfağı ve yemek yapmayı bilmeyen delikanlı;
"Olur" demiş çekine çekine
Baba, ocağa aynı büyüklükte üç kap koymuş, hepsini suyla doldurup üçünün de altını yakmış.
"Şimdi, istediğim her şeyden iki tane vereceksin bana" demiş oğluna.
Sırasıyla havuç, yumurta ve kavrulmamış kahve çekirdeği istemiş.
Oğlu hepsinden ikişer tane vermiş babasına.
Adam iki havucu birinci kaba, iki yumurtayı ikinci kaba ve iki kavrulmamış kahve çekirdeğini de üçüncü kaba koymuş.
Her üçünü de yirmi dakika süreyle kaynatmış
Daha sonra kapları indirip yemek masasına buyur etmiş oğlunu.

* * *

Yemek masasında üç tabak duruyormuş
Kaplarda kaynayan havuçları, yumurtaları ve kahve çekirdeklerini büyük bir özenle tabaklara yerleştirmiş.
Sonra oğluna dönüp sormuş:
"Ne görüyorsun?"
Oğlu düşünürken açıklamaya başlamış;
"Havuçlar haşlandıkça aslını kaybedip yumuşamış.  Yumurtalar görünüşte baştaki gibi sert duruyorlar ama içleri katılaşmış.
Kahve taneleri ise olduğu gibi duruyor, başta neyseler sonunda da öyleler"
Sonra asıl tavsiyesine sıra gelmiş:
"Evlilikte aşk ve şefkat birlikte olmalıdır.”

* * *

Aşksız bir evlilikte her iki eş de şu gördüğün havuçlar gibi birbirlerini tüketirler, eskitirler, pörsütürler.  Şefkatsiz bir evlilikte ise eşler birbirlerine ne kadar tahammül etseler de,
Şu gördüğün yumurtalar gibi içten içe katılaşırlar, birbirlerinden uzaklaşırlar.
Aşkın da şefkatin de olduğu bir evlilikte ise, şartlar ne olursa olsun, eşler tıpkı şu kahve taneleri gibi;
Birbirlerinin yanında kalırlar, kendi kişiliklerini yitirmezler.
Kahve tanelerinin tekrar kaynatılmaya hazır olmaları gibi;
Onlar da birbirleriyle baş başa uzun yıllar geçirmeye isteklidirler. Oğlu aldığı bu dersten tatmin olmuşa benziyordu.

* * *

"Asıl ders bu değil!" dedi baba!
Oğlunun elinden tuttu, ocağın üzerinde bıraktığı kapların içinde kalan suları gösterdi.
"Havuçlardan ve yumurtalardan arta kalan suya bak;
İkisinde de bir tat yok"
Kahve çekirdeklerini çıkardığı kaptaki suyu yavaşça bir fincana boşalttı.
Mis gibi taze kahve kokuyordu.
Fincanı oğluna uzattı; "İçmek istersin herhalde" dedi.
Oğlu kahvesini yudumlarken konuşmasını sürdürdü;
"Kahve çekirdekleri gibi birbirlerini tüketmeyen eşlerin paylaştığı yuva da;
İşte böyle olur Mis gibi, temiz ve huzur verici.
Başka herkesin fincanına koyup yudumlayacağı taze kahve gibi!
Çünkü onlar birbirlerini harcamayarak,
Birbirlerine aşkla ve şefkatle davranarak hayata kendi tatlarını, kokularını ve renklerini katmayı başarırlar"

* * *

Evet!
Bir kez daha o güzel deyimi ifade edeyim;
'Nasihat tutmayan, musibet tutar' diye!
Güzel bir hafta sonu dileğiyle.