NEDEN BU ALAKASIZLIK!
Yalnızlık.
Ve ölüm hissi.
İnsanoğlunun hayat felsefesinde bu iki duygunun "farklı" bir dokusu var.
Her insan kendisine "özgü" yaşar.
Ama mutlaka yaşar ve tadar.
Kimi az, kimi çok!
Kaçınılmazdır, mutlaka yaşanılır ve yaşatılır.
Ki bunu "gizlemez" gizlese de, mutlaka "çeşitli dillerle" ifade eder;
Yalnızım. Ve ölümün korkusunu yaşıyorum diye!
Hayatın her evresi ve yaşı için geçerlidir; bu iki duygu arenası.
Tabi;
İnsanlar için özellikler farklı.
Ancak,
Şair ve yazarlar, edebiyatçılar için "menfi" bir yaşam kriteridir.
Onlar; hem yaşar hem de yaşadığını hissettirir.
Yaşayanları da dillendirir.
* * *
Şöyle ki;
Terk edilmişlik, kimsesizlik, gurbet, yabancı.
Ya da, sahipsizlik, hasret, özlem ve sömürge.
Tercüman olurlar,
Hem kendi yaşadıklarına hem de bunları yaşayan diğer mahlûkatlara.
Ancak;
Bu duygu tercümanlığı "şair ve yazarlara, edebiyatçılara da" özgü farklılıklar ihtiva eder.
Kimi;
Şiir'le anlatır.
Kimi edebi yazısıyla, dizeler.
Ki müziğe uyarlar. Kimi de manileştirir.
Ya da roman diye, sayfalar doldurur.
Tarihin sayfalarında "çerçevelenmiş" şair ve yazarlarımız açısından zengin bir Kültüre sahibiz.
Ne var ki;
Her geçmişe olan "ilgi ve duyarsızlığımız" bu eksende de hâkim.
Yaşadıkları dönem gibi,
Yaşamadıkları zamanda da, "Yalnız ve ölüm hissiyle" baş başa bırakılmışlar.
Ülkenin değil.
Şöyle Diyarbakır’ımızın "Şair, Yazar ve Edebiyatçı" geçmişine bakalım.
Kimi "yâd ediyoruz gönül dolgunluğuyla, kimi yâd etmiyoruz, vicdan muhasebesiyle".
Maalesef!
Sahiplenme olmadığı gibi, "var olan da", olmazsa daha iyi dedirtiyor.
* * *
İşte.
Cahit Sıtkı Tarancı.
Bugünlerde, doğumunun 100'üncü yıl dönümü anılıyor.
Ama nasıl?
Geçtiğimiz hafta, "bilgi şöleni" vardı.
İçerik bakımından doluydu, ancak sahiplenme anlamında yetersizdi.
Tıpkı;
Dün İsmet Paşa İlköğretim Okulu'nun düzenlediği "Cahit Sıtkı Tarancı" anma şiir dinletisi töreni gibi.
Yıllar önce öğrencisi olduğum okulun daveti vardı.
Sayın Mehmet Ali Altındağ da davetliydi.
Beraber gittik.
Hukuk Fakültesinden öğretim Üyesi Yard. Doç. Dr. Mustafa Şenay Canoruç da bizleydi.
Etkinlik Suriçindeki Tarancı'nın doğup-büyüdüğü evde idi.
Sürekli şikâyet aldığım, "siftah yapamaz hale" geldik diyen; Gazi esnafının çilesi.
Ve trafiğe kapalı yol'un geçit vermezliği.
Bu çarpık durumun etkisiyle; aracı bir kenara çekip, yürüdük.
Tarancı'nın evinin olduğu yere.
Gazi caddesinde o eski hareketlilik yok. Belli ki, yolun kapanmasıyla bu semtteki "alış-veriş" trafiği hayli düşmüş.
Bence; buranın bir kez daha gözden geçirilmesi gerekir.
Ki geçtiğimiz hafta, İl Valisi Toprak'la birlikte Kızılay'ın yemek çıkışında; esnaflar hayli tepkiliydi.
Etrafımızı sarıp, "Lütfen soruna çözüm getirin" diye dert yandılar.
Dün aynı "tepki ve istekle" yol aldık.
* * *
Evet. Tarancı’nın evindeyiz.
Öncelikle,
Medeni cesaretlerinden dolayı İsmetpaşa İlköğretim Okulu Müdürü Mehmet Gezer ve yardımcılarını, öğretmenler ile öğrencilerini tebrik ediyorum.
Onlar;
Gönül dolusuyla, organizasyonu icra ettiklerini biliyorum.
Örnek bir girişim!
Ama gel gör ki;
Katılım. Ve davete icabet noktasında, ciddi bir duyarsızlık hissettim.
Milli Eğitim'den müdür yardımcısı, bir kaç öğretmen, başka da kimse yok.
Suriçi Kaymakamı ise, "etkinliğin" ortasında teşrif etti.
Yani; düşük bir protokol.
* * *
Ne hazin ki;
Aynı minvalde düşük de bir anlatım vardı diyebilirim.
Özellikle,
Cahit Sıtkı Tarancı'nın "Bestelenmiş şiirlerindeki ölüm temasının müzikal kompozisyona etkisi" başlıklı sunumun muhtevası.
Dicle Üniversitesi Öğretim Görevlisi İsmail Sınır sunumu yapan.
Sanırım;
Konu başlığı ve hitap ettiği kesim galiba biz olmamalıydık.
Çünkü "beste ve müzik neşriyatıyla" iştigal etmeleri gerekenler dinlemeliydi.
Ölüm temasının şarkıda nasıl işlenmesi gerektiğini?
Ancak;
Doç. Dr. İrfan Yıldız ise Tarancı’nın evinin mimari ve süslenme özelliklerini, sosyo-ekonomik ve kent kültürüyle alakalı anlatımı, dinlemeye değerdi.
Ne diyelim;
Galiba "yalnızlığın" en büyük etkenlerinden biri; duyarsızlık ve ilgisizlikten gelen alakasızlıktır.
Gönül isterdi ki;
Okul Müdürü'nün açılış konuşmasından sonra;
Milli Eğitim Müdürünün.
Kaymakamın.
Valinin.
Ve tabi ki en önemlisi de, "Tarih ve Kültür, Edebiyat" alanında mürekkep yutmuş olanların "Cahit Sıtkı Tarancı" bu idi demeleriydi.
Ama yoktular!
* * *
"Pervazım yok ölümden yana,
Her mihnet kabulüm,
Yeter ki gün eksilmesin penceremden."
* * *
Ne de güzel ifade ediyor Tarancı'nın "Yalnızlık ve Ölüm duygusuna" hikmet içeren dizeleri.
Bilindiği gibi;
Tarancı "hayat standartları ile aile yaşamı" arasında kopukluk ihtiva eden bir felsefeye sahip.
Mizacı kendisine özgü.
Aile, çevre ve ahalinin ihtiva ettiği hayatla, kendi mizaç tercihi "ikilem" yaratmıştır.
Kendisiyle alakalı verilere göre;
Bi ikilem "yalnızlaşma" ve "ölüm duygusuna" kapılma noktasında duygu kronikleşmesine neden olmuş.
Tabiri caizse;
"Güdük" kalma, şiirin mısralarına "devleşen" bir kimlikle yazıya odaklanmış.
Bir de;
Mensubu bulunduğu toplumun değer yargılarından bağını koparması.
Nitekim.
Kendisiyle alakalı Rıza Bağçı şu tanımı getiriyor.
".Yalnızlık duygusu, ölüm korkusu, boşluk hissi, can sıkıntısı ve avarelik arasında yakın bir ilgi vardır"
Önemli bir etken de;
Denildiğine göre; gelenek-görenek ve tarihten bağları koparmak en önemlisi de "Din"den kendini soyutlaması.
* * *
Sözün özü;
Boşlukta kalan birinin; "dizelere" vuran yalnızsız ve ölüm duygusudur bugün Cahit Sıtkı Tarancı'yı yaşatan.
Zaten;
35 Yaş şiiri de o hayatın son demi anlamını ihtiva etmektedir.
Kendisi dışında; "Ölüm ve Yalnızlığı" dizelerinden düşürmeyen ender şair vardır.
Velhasıl.
Yalnızlığı en derinden hisseden şairlerden biridir; Cahit Sıtkı Tarancı!
Diyarbakırlıdır.
Biz bu açıdan kendisini tahlil edersek, doğru bir sahiplenme içerisinde olmuş alacağız.
Keşke dün;
Bu hayat felsefesi ve şiirin hikâyelerini, birde "yalnızlığını, ölüm duygusuna" neden bu kadar bağlı olduğunu bize anlatmış olsalardı.
Yanlış mıyım?