NEDEN KURUMLAR ARASINDA ÇATIŞMA VAR?

Vaki olan bir gerçek!
Onun için de tartışmaya ve olup-biteni görmezden gelmeye gerek yok.
Zaten olmaması gerekir.
Çünkü aksi mecra 'deve kuşu misali' kafamızı kuma gömmekle kendimizi aldatmış oluruz.
Nitekim Türkiye 'geleceğiyle' alakalı birçok 'hadisede' aynı metodu uygulamıştır.
O nedenle; 'artık' şu tezi iyi hazmetmeliyiz; 'eski tas-eski hamam olmasın'!
Evet!
Ankara’nın havası hepimizin malumu.
Mevsimsel anlamda bu günlerde hava bir hayli soğuk.
Keskin ve kuru bir dondurucu hava hakim.
Ancak bu mevsimsel havayı soluma noktasında ısıtan etkenler çok.
Ki bizim de üzerinde beyin fırtınası geliştireceğimiz; hadise de 'ısıtan' durum.
Yani 'Başkentin' gündemi!
Ve ülkeye 'yayılım gösteren 'hadiseleri'!

***

Nitekim bu durum dediğimiz hadisenin etkileşmesiyle gelişen ve giderek de klişeleşen bir soru var.
'Kurumlar arası çatışma yaşanıyor?' diye!
Aslında 'sakız' misali ağızda çiğnenen bu soruda eksik olan bir ifade var.
O da şudur. 'Evet. Kurumlar arası çatışma var', ama nedeni de vardır.
İşte asıl; 'üzerinde' beyin fırtınası geliştirilmesi ve toplumu da 'seçenek' noktasında aydınlatmamız gereken nokta da budur.
'Neden' nedir diye. Buna pür dikkat odaklanmak lazım!
Çünkü bugüne kadar bu alanda yürütülen beyin fırtınaları 'katıksız fikirden' öteye gitmiş değil.
Ki bunda en büyük etken de 'geçmişin' korkusu ve endişesinin yarattığı pasiflik söz konusu.
Dahası; kabullenme!
Bu da hadiseyi 'önemsizleştiriyor'!
Önce genel ifadeyle, 'çatışma' içerisinde olan kurumlar hangileri.
Onları bir 'belirleyelim'!

***

Ulu-orta görünen kurumlar hepimizin malumu.
Zaten onların ötesi de; laf güzaflığı.
Yasama, Yürütme ve Yargı!
Bu üç kurumla alakalı son aylarda ciddi bir 'çekişme' ve çatışma nedenleri vaki.
İsterseniz Devletin 'nizamını' teşkil eden 'kuvvetler' ayrılığını; isimlendirelim.
Siyasal İktidar-Muhalefet. Asker-Yargı ve Polis!
İsimlendirmenin yanında bir de; bu kurumların 'alışkanlıklarına' bakalım.
Çünkü 'hadisenin' atom çekirdeği bu 'alışkanlıklarının' yani geleneklerinin 'içerisinde' yer almakta.
Kimi 'yenilikçi', kimi de gelenekçi!
Anlayacağınız 'çatışmanın' özü 'statükocu' anlayış ile 'demokratik gelişim' arasındaki hesaplaşmadır.
Ülke ve millet olarak ta, bu iki 'hesaplaşmanın' yol ayırımındayız.
Ya bırakacağız, her şey olduğu gibi kalacak.
Ya da köklü değişikliklerle dolu öbür yol’a sapacağız.

***

Sizi bilmem! Ama benim gelinen kavşaktaki yol ayırımına sapacağım yol; değişimdir.
Ki şuan için toplumun ekseriyetinde de bu 'düşünce' hakim; statükocu düşünceye ve uygulamaya son diye.
Tabi değişim derken; 'top-yekûn' değişelim demiyoruz.
Böyle bir düşünceyi zaten hiçbir 'aklı-selim' kabul etmez.
Nitekim Türkiye'nin 'tarih sayfasında' buna örnekler çok.
Ancak herkesin hem fikir olduğu tek düşünce ve beklenti vardır.
O da şudur!
Türkiye Cumhuriyeti Devleti 'karanlık-derin ve meçhul' bir devlet olmadığı gerçeğine kavuşmasıdır.
Dayatmacı-post modern-andıç 'devlet' milletten üstündür anlayışı değil.
Demokratik, çağdaş, özgürlükçü, devlet 'milletin' hizmetindedir, anlayışının vuku bulmasıdır.

***

Şöyle bir düşünelim!
Özellikle 'Demokratikleşme' ve şeffaflık anlamında Türkiye'nin son aylardaki hamlelerini.
Bu hamleler yarınlar için, kötü mü iyi mi?
Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin 'üzerine' vesayet kuran ve ülkeye millete 'karanlık' dönemler yaşatan;
'Derin yapılanmaların' deşifre edilmesi.
Ve bu oluşumda faaliyet gösterip 'dokunulmaz' olarak görülen apoletlilere 'dokunulması'.
Hesap sorulması ve Yargı önünde çıkarılması; 'önemli' bir gelişim değil mi?
Post-modern yapıyı yıkıp, gece muhtıralarıyla 'siyasal iktidarları' alaşağı eden.
Toplumu-kurumları ve devletin organlarını 'fişlemeyle' potansiyel suçlu gösteren düşüncelerin ber tarafı.
Diyarbakır'da, Güneydoğu'da işlenen faili meçhul cinayetlerin 'faillerinin' üzerine gidilmesi.
Yargı önüne çıkarılması, 'hesap sorulması'.

***

Şayet 'teslimiyetçi' zihniyetin ardından gidilseydi.
Eski köye yeni adet mi getiriliyor deyip 'olmaz' denilseydi.
Böyle gelmiş-böyle gidecek minvalinde eski tas eski hamamla duruma tavır konulsaydı; bunların olması mümkün olur muydu?
Biz hala; 'derin devletin' yapısıyla boğuşur olurduk.
Faili meçhul cinayetleri, potansiyel suçlu görme.
Ötekileştirme.
Ve Kürt'ler 'kart-kurt' diye dayatılırdı.
Onun için 'geçmişin' yolu yol değil.
Geleceğin yolu 'yoldur' deyip; öyle hamle geliştirelim.
Hiçbir 'düşünce ve yenilik' kolay değil ve bedelsiz de değil.
Mutlaka 'arızalar' olabilir.
Önemli olan 'arızaların' çözümüne, hamle geliştirilen yolun yolculuğunda samimiyet göstermektir.

***

Bugün Yargı 'devletin sır' odasına giriyorsa bu 'keyfiyetle' alakalı değil.
Ve meçhul bir yol ve tercih anlamına da gelmez.
Bilakis! Devletin 'sırrı' devletin şeffaflığında ve demokratik, çağdaş ve özgürlükçü, hukuksal 'dokusunda' yatmaktadır.
Eğer 'Adaletin kestiği parmak acımaz' sözüne şiar isek. Ve bunu adaletin 'temeli' olarak görüyorsak.
Ne Türk Silahlı Kuvvetleri, Ne onun komutanları. Ne de bir başka kurum ve siyasal oluşum; 'karşı çıkmamalı'!
Hele böylesi önem arz eden hadiseyi 'çikolata, patates, jips' gibi akıl havsalasına dahil olmayan düşünce üreten siyasiler.
Hiç ama hiç; 'itibar' görmemeleri gerektiği gibi; kala bile alınmamalı.
Çünkü onlar 'teslimiyetçi' ve statükocu, gelenekçi 'zihniyetin' savunucularıdır.
Onlar için 'yenilik ve değişim' saltanatlarının yıkımıdır.
Anlayacağınız!
Klişeleşmiş 'Kurumlar arasında çatışma var' sorusuna 'neden' çatışma var kelimesini eklememiz gerekir.
Ki; gerçeklerin farkına varabilelim.

***

Hepinize Hayırlı Cumalar dilerken.
Yazımı Ahmet Arif'in 'Cezaevi' şiiriyle noktalamak istiyorum.
Çünkü şu günlerde; 'cezaevleri' bir hayli dolu.
Mevcut nüfusunun üstünde bir rakama ulaşmış.
Ne diyelim; 'hak tecelli' etsin demekte başka.
Şöyle diyor büyük ustad Ahmet Arif.

***

Haberin var mı taş duvar?
Demir kapı, kör pencere
Yastığım, ranzam, zincirim.
Uğruna ölümlere gidip geldiğim
Zulamdaki mahzun resim
Görüşmecim yeşil soğan göndermiş
Karanfil kokuyor cigaram.
Dağlarına bahar gelmiş memleketimin.