ÖLDÜRÜYORUZ AMA SORGULAMIYORUZ!

Bilmem farkında mısınız, değil misiniz?
Şayet, bir anlık dahi olsa, yazılı ve görsel medya ile alakalı bir seyriniz varsa.
Ki sanmıyorum;
Toplumda "bu seyri" hayatında idame eden, birey olmasın.
Neyse! Gören ve duyan her fert.
Mutlaka,
Vakıf olmuştur şu son aylarda ülke sath-i mailinde "yaşanan ve yaşatılmak" istenilen sosyal hadiseler zincirine.
Öyle inanıyorum ki,
Sizler de benim gibi hadiselerin aktör ve mağdurları açısından "akıl kilitlenmesi" yaşıyorsunuz.
Bu nasıl; "Patolojik" bir insan-i karakter ki, "enva-i" iğrençliği bünyesinde barındırıyor.
Çıldırmamak, infiale kapılmamak elde değil.
Ama ne çare. Artık sıradanlaştı.

* * *

Öyle ki, değil gazete manşetleri, üçüncü sayfaları, son sayfalarda dahi yer almaz hale geldi;
"Toplumsal infial" yaratıcı hadiseler.
Öylesine, yüksek oranda yaşanıyor ki, "sıradan" bir vaka diye, tek sütunluk yer alıyor.
Vahşetin de ötesinde!
İnsanlar; Kadın, erkek, çocuk, yaşlı, özürlü, sağlam önemli değil.
Sanki "tavuk" keser gibi, kesiyor, parçalıyor ve öldürüyor.
Hiçte gözünü kırpmadan.
Yetmiyor! Cesedi "paramparça" edip, sokak ve caddelerin "çöplük" alanlarına dahi pay ediyor.
İstanbul'da, vahşice öldürülen 9 yaşındaki Fırat Sezer'e yapılanlar!
Dün, paramparça edilen vücudunun ulaşılan parçaları Şanlıurfa'da toprağa verildi.
Caniler kim; Üvey annesi ve anneannesi!
İnsanda, akıl kilitlenmesine ve kanın donmasına neden oluyor bu vahşet.

* * *

Düşünün; iki kadın önce bıçakla küçük Fırat'ı öldürüyor.
Sonra, çocuğun parçaladıkları cesedinin her bir parçasını poşetlere koyup, "sokak" çöplüklerine atıyorlar.
İnsanı, bir karaktere sahip denilebilinir mi bu iki kadına.
Nasıl bir hınç ki,
Küçük bir çocuk bu kadar acımasız bir şekilde "hunharca" katlediliyor.
Gelelim;
Kayseri'de 1,5 yıl önce "Bayram" gününü karanlığa boğan üç çocuğun kaçırılma olayına.
Onun da, sırrı çözüldü.
Ailenin kapı komşusu; 33 yaşındaki Uğur Veli G.
Önce cinsel istismarda bulunuyor, ardından canice üç bedeni parçalayıp öldürüyor.
Kimse,
Şüphelenmesin diye de, cesetleri yüzlerce kilometre uzaklığa götürüp "toprağa" gömüyor.
Hiçbir şey olmamış gibi de;
Kapı komşularına gelip "caniliğiyle" gözyaşı döküp, acı paylaşıyor.
Dikkat edin; çevresi onu, "kendi halinde" ve "zararsız" biri olarak tanıyormuş.
Düşünün;
Kendi halinde ve zararsız birisinden ortaya çıkan "vahşetten" de öteye bir karakter.
Peki, toplum içerisinde çoğalım gösteren "kelimenin" tanımlama noktasında yetersiz kaldığı karakter yapısı neye hikmet?
İşte burada;
Ciddi bir "dengesizlik" ve durumdan vazife çıkarma, girdabı söz konusu.

* * *

Şöyle ki; devlet nizamı başta olmak üzere.
İlgili, ilgisiz, sorumlu, sorumsuz, konuşan, düşünen ve söyleyenler.
Ne hikmetse hadisenin "kaynağına" ya da, nedenlerine, tekrarını engellemeye yönelik.
Ya da, virüs misali "bağımlılık" üretici hale gelmemesi noktasında; "beyin eforu" geliştirmiyor.
Sarf edilmiyor.
Tek, eleştiri ve tepki normu "meseleyi" kamuoyuna neden aksettirildi, sorusuna odaklandırıyor.
Yani öyle ki yabana, yaptırana, zemin yaratana değil.  Sen bunu nasıl haber yaptığına kızılıyor.
Utanç verici bir durum.
Zaten;
Ülke ve toplum olarak "vahim" hadiselerin sürekli tekerrür etmesindeki en büyük etmen de bu.
Gerçeklerimizi;
Görmezden gelip, soruna çözümsüz kalmaktır.
Cinsel istismar.
Ve çocuğa yönelik şiddet konusunda, dün Dicle Üniversitesi (D.Ü) Rektör Yardımcısı ve Psikiyatri Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Aytekin Sır'den kısa bir açıklama geldi.
"Cinsel Tacize sesiz tanık olmayın" diyor.

* * *

Şöyle diyor Aytekin Sır; 'Taciz çok önemli bir konu. Çünkü tacizi yaşayan bunu dile getirmiyor.
Aileler veya anlatılan kişi de bunu saklama eğiliminde oluyor.
Yani sessiz tanık oluyor''
Onun için ailelerin "hassas" ve uyanık olması gerekiyor.
Tabi; toplum içerisine sızan "vahşi karakterleri" idamla yok edileceğini sanmak ta hiç kuşkusuz ki; "en ucuz" fikir olsa gerek.
Bugün; görüyoruz kapalı toplumlarda "idam" dahi uygulanırken, böylesi, Cinsel istismar ve vahşice katliamların ne kadar "vuku" bulduğu.
Ve sesiz sedasız; "kabullenilerek", hadiseler duyarsızlık ihtiva ettiği.
Silopi'deki, "Cinsel" istismar. Siirt'teki "toplu tecavüz".
Bunlar hepsi;
Toplumun gerçekleri. Ama kimse gerçeklerin "sosyal" noktadaki çıkış nedenini görmüyor.
Sormuyor. Sorgulamıyor. Ve pek te konuşulmuyor.
Hele, toplumu kapsayan "sosyal" bir araştırma yapılmadığı gibi..
Hadiselerin "derinlikleriyle" alakalı, veri de yok!
Yıllarca; Kadın ve genç kız intiharlarını konuştuk.
Ama kimse; "net bir" veri ve neden ortaya koymadı.
Dikkat edin;
Son yıllarda "cinsel taciz ve vahşice" cinayetler, saat ara vermiyor.
Yani demek ki; "vahşi karakteri" yaratan da, benimseyen de biziz.
Suçlu, sistem ve yönetim!
Sayın Sır'ın dediği gibi; "bu sosyal" bozuklukların bertaraffı ancak ve ancak "eğitimle" mümkün.
Velhasıl;
Öldürüyoruz ama nedenini sorgulamıyoruz.

 

TOPLU MEZAR GERÇEĞİ!

Biliyorum ki; bu "ifadelerde" içinizi ciddi manada karartım.
Ama elde ne gelir.
Tabi biraz daha; "ölümden" ve toplu mezarlardan söz etmek istiyorum.
Daha önce de; değinmiştim.
Doğu ve Güneydoğu'nun gerçeğinde; "toplu mezarların" önemli bir yara ihtiva ettiğini.
Sanırım;
Üç gün önceydi, BDP'nin Organizasyonuyla STK'lar Siirt Kasaplar Deresine "toplu mezar" yürüyüşü yapmıştı.
Mezarların,
Usulüne uygun biçimde açılması için.
Dün;
Toplu Mezarlarla alakalı İHD'in bir raporu elime ulaştı.
"Toplu Mezar Tespit Raporu" diye.
Çok çarpıcı iddialar yer alıyor.
Şuan açılmayı bekleyen; 117 toplu mezar var.
Ve bu mezarlarda gömülü olduğu sanılan 1.743 insan...

* * *

İHD Genel Başkanı Öztürk Türkdoğan, kendilerine gelen ihbarlara göre araştırılan ve tanıklıklarla desteklenen bu sayıların ‘neredeyse kesinleşmiş’ olduğunu belirtiyor.
Türkdoğan, "Özellikle Ergenekon sürecinden sonra kayıpların akıbeti konusunda çalışma başlatılınca şubelere de başvurular gelmeye başladı" diyor.
Türkdoğan, mezarların yeterli hazırlık yapılmadan ve hukuki prosedürler işletilmeden açılmasını istemediklerini belirterek çalışmaların 1996’dan beri sürdüğü Bosna’daki deneyimi örnek almak gerektiğini söylüyor ve ekliyor:
"Ne yazık ki hükümet henüz irade beyanında bulunmadı."
‘Bosna örnek alınmalı’
Toplu mezar utancı Şeyh Sait isyanına kadar uzanıyor.
Evet. Türkiye "geçmişiyle" yüzleşmeli.
Daha demokratik, daha özgürlükçü ve daha şeffaf bir sistemin oluşabilmesi için;
Mutlaka. Ama mutlaka "geçmişin" irin dokuları, ortaya konulmalı.
Değişmeli.
Ve gerçeklerle yüz yüze gelinmelidir.
Toplu mezarlar,
Bu bölgenin "en acı ve dram" gerçeğidir.
İnkârı da kabul edilemeyeceği gibi, gerekçeleri de.
Bilinmelidir ki;
Gerçeklerin idrakidir, aydınlık yarınlar.