PALMİYE AĞAÇLARI; HER ŞEYİ BİLEN BENİM!...

Vallahi ne diyeyim!…

Kendimi yüksek bir moralle motive etmiştim..

Bilgisayarın başına geçeyim..

Klavyenin tuşlarına, "Palmiye Ağaçlarının" ruhi yansımasını, dillendireyim diye!…

Şöyle yaldızlı, bol kelimeleri methiyeler halinde "halkalarla, zincirleyip", kadim şehrimin göbeğine dikilen "Palmiye" ağaçlarına, asayım diye yoğunlaştım!!..

Ne güzel olmuş, şehrime yakışır bu "tropikal" coğrafyaların vazgeçilmez ağacı olan Palmiye ağaçlarının dikimi!….

Dahası yok mu, diye de not düşecektim; şehrimin her tarafına dikilsin diye!

***

Malum, şehir "yeşile, ağaca" hasret "beton yığınına" dönüştü mübarek belde!!..

Mevcut hali, kişi başına düşen "yeşil alan" oranında, ülkenin en fakir kenti Diyarbakır'ım..

Kaldırıma, orta refüjlerin "böylesi" bir şekilde süslenilmesi yeşilliğin kazanımı, ağaçların dikimi "takdire şayandır" diyecektim!..

Her ne kadar "milyonlarca lira harcanmışsa da" helali hoş olsun, gibisinden "cümleyi" kafamda, kurgulamıştım…

Birileri, spekülasyonla "bu güzellikleri "karalamaya" çalışıyorsa da, ben önünü alırım, yok öyle ucuz algı üretimi diyerek, cümle kurma hazırlığı içerisindeyken…

***

Yerel yöneticilerde tempolu "alkışın" koduyla, ahaliyi de motive etmenin düşüncesini, seslendirmenin planını kurmuştum!…

"Küt" diye bir sesle, irkildim, dahası gezip baktığımda, "hayal kırıklığıyla" yüz yüze geldim!..

Özellikle, "Palmiye" ağaçlarıyla alakalı..

Diğer çiçekler, çimler, cam ağaçları güzel görüntü veriyor, lakin "Palmiye" sonbaharın solmuş renkleriyle, beni uyandırdı…

***

Sanki makineliye maruz kalmış cephedeki asker misali, kurşunlar o biçim üzerime yağdı…

Aman ha "dur bir saniye" diyerek, olup bitene, kurşunların mahiyetine baktım!…

STK'lar mı, Odalar mı, Çevreciler mi, Uzmanlar mı?..

Ha bir de, bizim mahalleden bazıları!…

"Yok arkadaş, yok" bildiğin gibi değil!..

O palmiyeler "iyi hoş, güzel" ama velakin Diyarbakır'ın havasına, doğal ve coğrafik dokusuyla "barışık" değil…

Daha önce de çok kez denendi; "hepsi" heba olup, kurudu?…

İşte size, o refüjlere konulan ve kuruyup, atıl hale gelen palmiye ağaçlarının hal-i durumu!…

Şimdi sökülüyor, yeni ağaçlar konuluyor?…

Çiçeklere de, çimlere de diğer ağaçlara da, "tıpkı" kaldırımlara yönelik "boz yap" uygulanıyor gibisinden üretilen laflar da, sokuldu?…

***

Özetle denilen şu!…

Kamu kaynağı heba oluyor..

Çevre düzenlemesi, peyzaj, refüjler, yeşillik, ağaçlandırma, çiçek dikimleri, belli bir bilimsellik ölçüsünde olması gerekmez mi…?

Diyarbakır'ın havasını da, suyunu da, doğal yapısını da, "göz önüne" alıp, ona uygun bir "yeşillendirmeye" gidilemez mi?..

İşte böylesi sorular o makinalıdan çıkan kurşunların üzerine yazılı…

Elbette ki, gidilir.. Gidilmeli.?

Ve hassasiyet gösterilerek, projeler hayat bulmalı?.. 

Ki, "spekülasyonlara" meydan verilmesin..

İnsanların zihni "bulandırılmasın", vicdanlara "kuşkular" düşürülmesin.

Yapılan ve yapılması planlanan projelere, yürütülen hizmetlere "gölge" düşürücüsü haller yaşanmasın..

***

Nitekim, Yonca kavşağındaki peyzaj çalışmalarıyla alakalı ortaya çıkan, "ucube" heykeller, bunun bariz örneği olmadı değil?…

Günlerce konuşuldu, tartışıldı!…

Diyarbakır'a yakışmayan, sanatsal hiç bir değeri olmadığı gibi, özensiz ve sorgusuz yapılan "heykelcikler", gelen ağır eleştiriler üzerine kaldırıldı..

Şimdi yeni bir çalışma yürütülecek?..

Çünkü, "hassasiyetler" göz ardı edildiği gibi, "biz her şeyi biliriz" aklıyla, hareket edilince ortaya çıkan tablo oldu…

Kafalardaki soru, 170 dönümlük alanın peyzajı değil, 4.5 milyon liraya "üç-dört" ucube heykel yaptırıldı?…

Bir dizi şaibeyi de beraberinde getiren bu sorunun hal-i pür melali, "bir deli kuyuya taş attı, 40 akıllı çıkaramıyor?" hesabına dönüştü!…

Peki suçlu kim, "dost acı söyler" hakikatine "gözlerini ve kulaklarını" kapatan, kalbine ön yargıyla "perde çekenler..

Çünkü; her şeyi ben bilirim deyip; "herkesi potansiyel" hasım, görenler!!…

***

Yoksa, Kamışlı, Selahattin’i Eyyubi ve Dicle kent bulvarları, Ekinciler, Elazığ ile Hatboyu caddelerine, vilayet çevresi ve Hz. Süleyman Parkı'na peyzaj düzenlemesi kapsamında değişik çeşit ve renkte 360 bin mevsimlik çiçek dikimi alkışlanmaz mıydı?..

Belediyenin, kendi serasında ürettiği 40 bin mevsimlik çiçeği ilçe belediyelerine hibe etmesine "işte yerel dayanışma" denilmez miydi?

Hele ki, Ashab-ı Kehf, Hani Pir Aziz Türbesi, Fuar alanı, Keçi Burcu ve Sanat Sokağı'nda devam eden, peyzaj düzenleme çalışmalarını gıpta ile, dile getirmez miydi?

Edilirdi?..

Ama "bizdeki hesap hep ben bilirimdir..."

***

ÜMMET.. ÜMMET.. ÜMMET…

Ne yazık ki, "her canımız" yandığında!..

Her İsrail "vahşeti" Filistin'de kan akıttığına..

Küresel, Emperyalist, Faşist güçler İslam coğrafyasına "her zulümkârlıklarında.."

Kısacası, İslam alemi "katliama, soykırıma, cinayetlere, zulme ve sömürgelere" maruz kaldığında, "nerde bu ümmet, nerde İslam dünyası" deyip duruyoruz…

***

Peki, "o ümmet" dediğimiz, bildiğimiz, inandığımız "yüce kudretin" iman ediciliğiyle yekvücut olan beşeriyet bugün söz konusu mu?.. Sizce…

Hiç tartışmasız, böyle bir ümmet hal-i hazırda "yer yüzünde" yok..

Eğer ki olmuş olsaydı…?

Suriye'de insanlar "birbirini" tavuk keser gibi, öldürür müydü?..

Ve öldürürken de, "Allah'u Ekber" der miydi?…

***

İşte Afganistan…

İşte Pakistan.

Yıllar yılıdır; "oluk" gibi kan akıtılıyor..

Taliban "Müslümanlık" adına, okula, öğrencilerin, çocukların bulunduğu alanı "bombalar mıydı?"..

Yüzlerce kişinin, ölümüne rıza gösterir miydi?..

Kendi vatanında, kendi milletine "düşman" kesilip, elin gavurundan, beter bir zulmü, yaşatır mıydı?…

***

Ya Yemen'deki "savaşın" yakıcılığı?..

Suudi Arabistan, dünya emperyalizminin "emir komutasıyla" Yemenli Müslüman Husiler'in üzerine bomba yağdırıp, insanları katleder miydi?..

Açlığa, yoksulluğa, sefalete mahkum ettirip, İslam coğrafyasında bir neslin "soykırımına" yeltenir miydi?..

Ölen de, Allah'u Ekber, öldüren de Allah'u Ekber der miydi?…

***

Kısacası, Birleşik Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan'ın birbirini boğazlaması mı, İran'ın Irak ve Suriye'deki "akan kanın" faaliyetlerinde, rol üstlenici olur muydu?..

İç çatışmaların odağında, İslam dünyasıyla "hasım" kesilen, müstevli ülkelerin piyonu olmaktan kendini kurtaramayan Mısır mı?..

Lübnan mı?

Ürdün mü?

Yani alev topuna dönen, terör örgütlerinin membasına dönüşen…

Kanın, gözyaşının, ölümün, barutun, vahşetin, dehşetin, katliamların sıradanlaştığı, günlük yaşamın bir parçasına dönüştüğü, Ortadoğu'nun "batak haline" sürekli, atık su akıtılır mıydı?

***

Kendi içinde; ümmet olamayan bir İslam dünyası söz konusu iken!..

Nasıl olabilir de, haçlı, siyonist, emperyalist küresel güçlere karşı ümmet olabilme noktasında, direnç gösterir…

Ne mümkün?..

İsrail İslam'ın ilk kıblesi Mescid-i Aksa'yı işgal ediyor...

Filistinli halkı "katlediyor?"…

Arakan'da Budistler "Müslümanları" soykırımdan geçiriyor…

Doğu Türkistan'da Müslümanlara yapılan saldırılar…

Sineye çekilerek, yaşanmamış gibi bir tavrın gafletine kapılan bir ümmet olunabilir miydi?

***

Demem o ki, "İslam dünyası için, Müslümanlar için" ifade edip, iki asırdır "hayat" tanımadığımız "ümmet" kimliği, ne yazık ki bugün zerre-i miskal, vaki değil…

Olmadığı içindir ki, "kendi akıttığı kanda ğark olmakla" yüz yüze gelen İslam dünyasıdır…

Olmadığı içindir ki, "dökülen kandan" vampir misali beslenen, büyüyen Haçlı dünyasıdır?…

Ama yine de; "ümmet, ümmet, ümmet" diyoruz..

Çünkü, kurtuluş reçetesi ve çaresi; İslam birliğidir!…

O da, zor da zor!…

***

GÜNÜN SÖZÜ

"Namusuna bu kadar düşkün bir toplumda, bu kadar çok namussuzun bilinmesi, sizce neye delalettir?.."