PEMBE DİZİ TERÖRÜ 2

Dün kaleme almıştım;

Toplumdaki "maddi ve manevi" yöndeki ahlaki erozyonu. "Pembe Dizi Terörü" başlıklı yazımda.

Bir eğitimci dostumla yaptığım sohbetle gelişen bir mevzuu idi.

Dün çok sayıda okuyucu aradı.

Kimi e-mail attı, kimi telefonla "isteğini" iletti.

DTP Suriçi Belediye Başkan Adayı Abdullah Demirbaş da arayanlar arasındaydı.

"Eline-diline" sağlık diye.

Kendisi de eğitimci olması münasebetiyle "bu tür" mevzulara karşı hassas bir kişi.

Bu düşünceyle; mevzunun "hassas ve kritik" olması nedeniyle "irdelenmesini".

Ve detaylandırılmasını, "eğitici" anlamında fikirlerin geliştirilmesini istediler.

Haksız da değiller.

Tabiri caizse "yerden göğe" kadar haklılar.

***

Ciddi bir tehdit ve tehlikeyle "karşı karşıyayız"!

Çünkü; olup-biten ve toplumu "dejenere" eden vakalar her geçen gün artıyor.

Ne hazindir ki bu korkunç artışa karşı "vahim" derecede duyarsız ve çaresiz kalıyoruz.

Bağımlılık derecesinde; "sineye" çekiyoruz.

Hiç bir şey "olmamış" gibi.

Dün "kısmi anlamda", pembe dizilerin "toplum" üzerindeki etkisini anlatmıştım.

Televizyonların reyting uğruna harcadıkları değerler.

Ve bu değerlerin "topluma" nelere mal olduğunu?

Özellikle "yarının" büyükleri olan gençler "özenti" batağında; nasıl değer kaybettiklerini.

***

Gençler, 16 ila 22 yaş arasındakiler. Hatta "ilköğretim" yaşındakiler bile.

Sanal alemin kahramanları ile kendilerini özdeşleştirmeleri sonucunda ortaya dehşet-engiz mevzular gelişiyor.

Özellikle zayıf karakterli ve hastalıklı bir ruh taşıyanlar için bu kahramanlar, örnek alınacak yegane kişilikler olu veriyor.

Hatta giderek bu kişiler, film karakterlerinin yerinde kendilerini görmeye başlıyor.

Mesela şiddet, terör, mafya ve "yasadışı faaliyetleri" içinde yaşatan "Kurtlar Vadisi".

Öyle ki hayat klasiği oldu.

Defalarca seyretmeye doyamayan gençler "göz kırpmadan" insanların katledilmesini izlerken kendilerinden geçiyorlar.

***

Vahşi bir öldürme ve cinayet kültürü edinen gençler bu yeni bilgileri kullanmakta geç kalmamaktadırlar.

Okullarda şiddet olayları arttı.  Sokaklar 'geçilmez' oldu.

Gençler ustaca birbirlerine bıçak çekiyor. Hatta "bayan öğrenciler" bile birbirlerini satırlıyor.

Evden babasının silahını kapıp gelen ya da harçlıklarını biriktirip tabanca satın alanlar.

Okul "önlerinde" oluşmaya başlayan çeteler.

Hırsızlık, kapkaç, uyuşturucu, cinayet, yaralama, gasp.

Ve soygun olayları.

Önlenemez bir boyutta yaşanıyor.

Ne yazık ki; "suçu işleyenlerin" oranına baktığınızda; 7 ila 22 arasında gidip-geliyor.

***

Bakınız lise öğrencileri arasında yapılan bir araştırma.

Suç konusunda lise öğrencilerinin bakış açılarını göstermesi yönünden önemli ipuçları vermekte.

Maalesef, oldukça da ürkütücü.

Öyle ki öğrencilerin bir kısmı yasalarca suç sayılan fiilleri "sıradan" ve suç olarak görmüyor.

Öğrencilerin suç görmedikleri bazı olaylar.

Bir başkasına ait eşyaya sahip olma.

Başkasının kredi kartını kullanma.

Uyuşturucu kullanımı.

Kesici ve delici aletlerle kavga etmek.

Bir kişiyi cinsel ilişkiye zorlama.

Ehliyetsiz araba kullanma.

Sözlü taciz.

Evden kaçma.

Bahis, şans oyunları ve kumar.

Tabi bu eylemleri yapmakta da beis görmemektedirler.

Zaten gazetelerin 3. sayfalarında artık kanıksadığımız olaylar, vukuatlar elbette bu düşüncenin saikıyla, bazen de, özentiyle işlenmiş suçlar olma özelliğini taşıdığını görmekteyiz.

***

Bir de son aylarda "tartışılan" diğer bir mevzu.

Yani bir dizi de; "Binbirgece".

"Ahlaksız Teklifin" Türk versiyonu.

Hasta çocuğu için bir gecelik namus satışında bulunan Anne.

Ve ona yüklenen "masumiyet".

Dikkat ediniz; "Kadın duygusallığına, evet ben de çocuğum için aynısını yapardım" demesi dayatılıyor.

Aynı zaman da erkek dünyası kırılan onurlarını tamir için zengin patrona kafa tutma duyarlılığını gösteriyor.

Aslında; Televizyonlar için reyting Toplumun din ve ahlaktan uzak kesimi için zaten her yol mübah diye düşünüyor.

Evlat için ajitasyonu ile; ahlak erozyonuna onay vermeleri gibi bir sonucu da bu topluma "enjekte" ediliyor.

Korkunç bir durum.

***

Erdemin, değerlerin korunması adına yapılan çalışmalar "saygınlığını" yitiriyor.

Ahlaksızlık içinde bu derece çaba harcanması insanı korkutuyor.

Başörtülü kadınların toplumdan dışlandığı bir süreçte namuslarını bozuk para gibi harcayanların baş tacı edilmesi "vahim" değil mi?

Ateşle oynamakla aynı anlama gelmiyor mu?

Geliyor! Hem de "dik" alası bir şekilde.

Çünkü "saygınlık", ahlaksızlıkla "tanınıyor"!

Onursuzluk "şerefli", Haysiyetsizlik de "keyfiyet"le eş tutuluyor.

Onursuz, Acımasız, İnsanlıktan, şefkat ve merhametten, sevgi ve saygıdan uzak.

Hayvani bir pozisyona düşebilmeyi "olağan" kabul eden bir düşünce hakim.

***

Sonuç itibariyle; "değerleri" ayakta tutabilecek olan bizleriz.

Öyle ise; "yarınların" batak, gençlerin de "ahlaki çöküntü" içerisinde olmamaları için "toplumsal" hassasiyet göstermeliyiz.

Bunda öncelikle ailelere büyük görevler düşüyor.

Kırsal kesimden şehre göç eden ailelerin çocukları.

Ekonomik durumu iyi şehirde yaşayan gençlerle arkadaşlık yaptıkları zaman bocalama dönemi geçiriyorlar.

Onlar bu bocalama dönemlerinde aileleri tarafından korunup eğitilmeli ve yönlendirilmelidirler.

Böyle yapılmadığı zaman çocuklarımız büyük bir tuzağın içerisine doğru hızla ilerliyorlar.

***

Onun için; onlara manevi değerleri öğretelim.

Vicdan kavramına işlerlik kazandıralım.

Çocuklarımıza Allah sevgisi ve korkusu verebilirsek bu iğrençliklerin önüne geçebiliriz.

Çünkü bu işin başındakiler de bir zamanlar çocuktu.

Gelin çocuklarımızı çirkin tuzaklardan koruyalım.

Geleceğimizin teminatı olan yavrularımızı cinsel istismara alet edenlere şiddetli cezalar verelim ki onların aldığı cezalar herkese ibret olsun.

Ve tabi ki üçüncü önemli kurum ise güvenlik güçleri.

Güvenlik güçleri gençleri tuzağa düşürenleri tek tek tespit edip gerekli cezaları vermeli.

Bunu söylerken caydırıcı ve önemli cezalar verilmesi yönünde adım atılması gerekliliğinin altını çizmek isteriz.

Toplumsal olarak büyük bir erozyon geçirdiğimiz

kesin.

Bunu asgariye indirmek için herkesin ve kesimin üzerine düşen görevi yerine getirmesi şart. 

Unutmayın ki ahlaki yönden erozyon geçiren ülkelerin başarıya ulaşması mümkün değildir.