SAMİMİYET SINAVI KAYBEDİLMESİN!
Evet, Şiddettin azgın bir şekilde kol gezdiği...
Silahların eller tetikte, sorgusuz-sualsiz konuştuğu...
Ölümlerin, katliamların, cinayetlerin sıradanlaştığı...
Kinin, nefretin, öfkenin ve hukuk dışılığın, revaç gördüğü...
Hakkın, adaletin, insafın yerini, gadabiyetin, hasımhane duyguların yer aldığı...
Körük ateşine döndüğü...
Fitne, fesat ve bozguncu zihniyetin, prim kazandığı...
***
En önemlisi de, olup-bitenin üzerinde siyasi nemalanmanın bağımlılık kazandığı bir coğrafik yapı içerisinde.
Ve tabi ki; ahalisinin iç yapısında “insanlar konuşabilir mi”..
Ne mümkün!
Çünkü silah her kimin elinde olursa olsun...
Güç ve güç üstünlüğü statiği değerde, kimde bulunursa bulunsun önemli değil.
Önem arz edici olan; iki tarafında “ellinin tetikte”, ölüme ve öldürmeye odaklanmasıdır.
***
İşte, bu garabet ve tozlu yapı içerisinde, “haklılık ya da haktan” söz edilebilinir mi?
Kim güçlüyse;
Onun söylediği ve dayattığı her zaman “hak” yerine geçer...
Şöyle tarih sayfalarına bakın, hep böyle olmamış mıdır?
***
30 yıldan buyana süre gelen çatışmalı süreç!
Aslında, 30 yıl değil, 1800’lü yılların sonuna dayanıyor.
Biz Kürtler ve haklar ekseninde yaşanan, “anti demokratik” ve inkârcı politikaların, hâkimiyeti.
Dönemsel, tepkiler söz konusu olmuş ise de, “toplu kıyımlarla” kesintiye uğratılmıştır.
Yani, ölen de, öldürülen de, öldüren de.
Bugün; 30 yılın bilânçosuna baktığımızda, bedel verenlerin yüzde 80’nini Kürtler teşkil ediyor.
***
Faili meçhul cinayetler...
Kayıplar...
Yerinden, yurdundan edilen yüzbinlerce insan...
Yakılan-yıkılan, binlerce köy ve mezra...
Yasaklılar, cezaevlerinde ömür çürüten Onbinler.
***
Velhasıl,
Çatışma sarmalı içerisinde, kirli bir dokuyla, kan ağlayan hep Güneydoğu insanı olmuştur.
Elbette ki, Türklerin ve diğer etkin kimliğe sahip, ülke coğrafyasında yaşayanlar da, “acılar” yaşamıştır.
Sonuç itibariyle Türkiye “evrensel” bir sorunun acı ve öfkesinin, cenderesinde.
Kim niye silah sıkıyor?
İnsanları öldürerek ne olacak?
Ya da bu çatışmalı ortam devam ettikçe “kazanan ve kaybeden” kim olacağının, hesabını yapmadığımız gibi.
Geleceğin, ikmaline uygun zihni efora da gitmeden, kurşun atmaya devam ediliyor.
Şuur kaybıyla.
***
Şimdi bu kavram ve anlayışla, diyebilir misiniz ki, huzur, adalet, haklar ve barış gelir?
Et ile tırnak bir arada olabilir.
Ne mümkün olduğu gibi, temin etmek de zor!
Diyeceğim, bugüne kadar gelinen sürecin “inşası” hep yanlış kurguların ötesine geçmemiştir.
Artık yanlıştan geri dönülmeli.
“İyi niyeti ve güven tesisi” içerisinde, olunmalı.
Onun için de, birinci koşul her daim ifade ettiği gibi, “eller tetikten” çekilmelidir.
***
Silahlar susacak.
Yoksa adalet ve insan hiç bir zaman “mevta” olmaktan öteye gitmez!
O zaman, “Hayır sulhtadır, sulh her zaman hayırlıdır.’’ sözünün, çemberinde olunmalı.
Şuan, İmralı-MİT, Kandil-MİT ve İmralı-BDP trafiğiyle gelişen bir uzlaşma var.
Her ne kadar, kaygı geliştiren siyasilerin “üslup çıkışları” var ise de.
Toplum nezdinde, destek gören, ümit yeşerten, “barışın” değirmenine beklenenin ötesinde, su taşıtan bir sinerci hâkimiyeti var.
Onun için, bu şans ve sağlanan sinerci, kaygı ve provokatif aksiyonlara kurban edilmemeli.
***
İlk aşama kamuoyu desteğiydi, bence bu sağlandı.
Şimdi sıra tarafların samimiyet testinde başarılı olmalarına geldi.
Malumunuz üzre,
Habur süreci, Oslo görüşmeleri, “belli dengesiz” güçlerce sabote edildi.
Buradan da, ders çıkarılarak, sürecin de “çetin ve zorlu” olduğunu da, düşünerek hareket edilmeli.
Dediğim gibi bu bir “samimiyet” sınavıdır.
En önemlisi de sürece katkı verenler için “samimiyet” sınavı, bir sonraki adımın kazanımı olduğu binmeli.
***
Buarada,
BDP’den Selahattin Demirtaş’ın başkanlığında.
4 kişilik bir heyetin, İmralı’da Abdullah Öcalan’la “görüşme” kararı alması.
Ve bu mayanda, Adalet Bakanı Sadullah Ergin’den “izin talebinde” bulunulması ileriye yönelik bir adım!
Her ne kadar, İmralı’ya gitmeleri noktasında Bakanlıktan henüz “onay” çıkmış değil.
Öyle ümit ediyorum ki; “olumsuz” karşılanmaz.
Yoksa arıza-i duruma “körükleyici” olabilir!
***
Velhasıl, bu görüşme ve görüşme talebi sürecin daha aktif olması açısından, önemli gördüğüm gibi.
Çözüme, Müzakereye ve barışa gidilen yolda, ortaya konulacak “envanterin” içeriği anlamında, aydınlatıcı bir görüşme olur...
Yoksa Çukurca’daki karakol baskınıyla, Ankara’daki ağız dalaşıyla meşgul olup, hasb-i hale girersek.
Bilmeliyiz ki; “atı alan Üsküdarı geçmiş” olur sözüyle yüz yüze geliriz.
Ki bunu bu saat itibariyle hiç kimse istemez!
***
GAZETECİLER GÜNÜ!
Evet,
Takvim yaprağı 10 Ocak’ı gösteriyor.
Gün, icra ettiğimiz meslek açısından önem arz edici bir zaman!
Çünkü “10 Ocak Çalışan Gazeteciler günü”.
52 yıl önce, gazetecilerin çalışma koşullarını düzenleyen, 212 Sayılı yasanın yürürlüğe girdiği gün.
O günden bugüne; 10 Ocak günü bu vesileyle “gazeteciler günü” olarak, anılır ve kutlanır.
***
Peki, gazeteciler mutlu mu,
Çalıştıkları alanlar, huzur verici mi,
Ya da Türkiye basın özgürlüğü anlamında, “emekçiyi” kollayan ülke mi?
Daha açık ifadeyle;
Gazeteciler “fıkralara” konu olan “açlık” hal-i durumları.
Beri yanda,
Yasaksız, kodestsiz, sansürsüz bir hayat ikmali vaki mi?
Doğrusu,
Ne mümkün olduğu gibi, hele ki Güneydoğu’da bu mesleği icra etmek, “ateşten” gömlek misali.
***
Bırakın bireysel, kurumsal, ya da ailesel bir durum!
Toplumsal olaylarda bile;
Mesleğin emekçileri olarak, “hedef” tahtasında tutularak, sanki ülkede olup bitenin sorumlusu görülür.
İki tarafın da; suçladığı bir karakter!
Velhasıl Türkiye bugün için;
Demokrasiden,
İnsan Haklarından,
Özgürlük,
Hür düşünceden dem vuruyorsa da, “Basın Hürriyeti ve Emekçisinin” sosyal-ekonomik haklarının güven temininden, “zerre-i miskal” söz edemez.
Çünkü yoktur.
Olmadığı içindir ki, “sarı basın kartı’nın” bile bugün kıymet-i harbiyesi yok.
***
Biliyorum,
Bugün bir çok şahsiyet ve siyasetçi.
Hatta mesleğin,
Örgütlü yapıları dahi “yaldızlı sözlerle” güne anlam ve önem kazandıracak konuşmalar yapacak.
Bol bol mesajlar verecekler!
Ancak,
Söyleyecekleri ve ifade edecekleri “suya yazılı” mevzuu gibi, “anlık” olacak.
Gerisi yok.
Ne diyelim;
Mutsuz ve güvensiz hal-i vaziyetin atmosferinde solunan havanın ikmaliyle.
Tüm meslektaşlarımın, emekçi arkadaşlarımın, “Gazeteciler Gününü” kutlar.
Ve temennim odur ki,
Gazeteciler er ya da geç “hür ve bağımsız” bir çalışma ortamına kavuşur.