ŞAŞACAK NE VAR Kİ?..
Evet ya!…
Siz eğer ki "icra" makamında bulunuyor iseniz..
Makam, mevki, koltuk sahibi olmuşsanız..
İster seçilmiş, ister atanmış olun fark etmez…
Kamusal "bir kimlik", taşıyorsunuz artık!..
Ve misyonunuz ve üstlendiğiniz görev noktasında, halkla muhatapsanız!..
Halk deyimiyle "idareci" olmuşsanız..
Şunu net olarak bilmeniz gerekir ki; "haklı ve haksız" eleştirilerin, tepkilerin "muhatabı" olmaya her daim adaysınız!..
Ben muhatap değilim, deyip "şaşacak" bir hal-i durum diyerek de sıvışamazsınız!…
Hele ki "görmedim, duymadım, bilmiyorum" koduna, girmeniz "deve kuşu" misali bir hal alır…
Burada yapılması gereken iki "işlem" vardır..
Eğer ki "haksız" bir eleştiri var ise..
Makul ve yerinde yanıt vermeniz gerekiyor..
Doğrunun bilinmesi açısından, hakikati bildirmeniz lazım!..
En önemlisi de o eleştiri "organizeli bir kötülük, hasutluk, siyasi ve ideolojik" hasımlığın ürünü değilse şeffaf olmanız kaçınılmaz olmalıdır?..
Zaten "takılmanıza, kafa meşguliyetine, iç rahatsızlığa odaklanmanıza gerek yok…?"
İstişare odaklı diyalogla, kendini de sorgulama noktasında "şeffaf" olursunuz!..
Yok eğer ki, "o eleştiri" haklılık arz ediyorsa!..
İster bireysel, ister toplumsal düzeyde olsun…
Eleştirilerin dozajına takılmadan, küçük ya da büyük hesabı güdülmeden..
En hassasiyeti olan da; "eleştiri, tepki ve sorumluluğa davet" her kimden gelirse gelsin…
Fikirsel ve düşünsel bir beyin fırtınasıyla, "gelen eleştiriden" sonuç çıkarıp, azami şekilde "istifade" edilmeli..
Ve bu işlem "iş bilmezlik" değil, aksine "ortak akılla" değer verip çözüme odaklanmaktır!?..
***
Ha bir de, "yanlışa yanlış, doğruya doğru demek" inancımızın ve kültürümüzün olmazsa olmaz medeniyet ilkesi oluğunu da unutmamamız gerekiyor…
Nitekim, eleştirinin olmadığı, doğruyu bulma adına zihnin efor sarf etmediği, gerçeğe odaklanmanın benimsenilmediği ortam; "yozlaşmadan da" daha beter kanalizasyon lağımına dönüşür yaşamın ve yönetimin. ülkenin her alanı!…
Enva-i çirkeflik, şirretlik, ihanet ve hainlik kimlik bulur?..
Herkes "kraldan çok kralcı" hale gelir…
Ki, üstlenilen misyon "diktatörlük" olur…
İşgal edilen makam "vesayetçi" kimliğini alır…
Eldeki yasal mevzuatlar da "zulmün" gerekçeleri olarak, kendine "mekan ve zemin" bularak, faaliyet gösterir!…
Pek tabi ki "toplumsal" yönde de zafiyetler zinciri de kendini ikmale getirir ki, maazallah!..
Demokrasi mi, insan hakları mı, eşitlik mi, hürriyet mi, özgürlük mü, hak, hukuk adalet nizamı mı, "hak getire…."
En vahim tuzak ve gidişat da "lağımdan" çıkanlara methiyeler dizmek, övgüyle bahsetme şuursuzluğudur!…
Gerçekleri ve doğruları görmezden gelip, sorumlu ve muhataba da "pembe bir dünya çizdirmek" yer küresinin "otorite" noktasında en büyük tuzağıdır..
O övgü, O alkış, O anlayış, O methiyeler beklentiye, menfaat teminine "matuf" ise..
Ki, bilaistisna ekseriyeti bu aklın işleyişiyle kendine zemin arar..
İşte bu övgü, yani "yalaka ve şakşakçılık" hiç kuşkusuz ki "maksatlı eleştiri ve yermeden" daha vahim bir zehir akıtıcıdır…
Ne yazık ki, son dönemlerde kadim şehrimiz Diyarbakır işte böylesi bir "handikap" seyri içerisinde boğulur halde!…
Seçilmişi de, atanmışı da, görevlendirilmişi de, siyasi nüfuz edicilikte dahil olmak üzere!…
Kentte "yönetimsel" bir noktada; "hakikatlere" kapılar belli kurum ve kuruluşlarda, idari makamlarda kapatılmış..
Değerli, ölçülü, gerçekleri ifade eden, çözüm isteyen, makul ve kıymeti büyük "eleştiri ve telkinlere" odaklanarak "azami istifade" etme gayreti yerine, "boğucu" akıl devreye sokuluyor…
"Herşey ben, herşeyi ben bilirim..!"
***
Ne hazindir ki, 80'lerin, 90'ların "milleti dışlayan" kendini ve düşüncesini kutsayan anlayış revaç bulmakta!…
"Ben varsam, sen varsın, ben yoksam sen yoksun" mantığı güdülüyor..
Şovenist ve faşist bir düşünceyle, "gerçekler" etnik bir milliyetçilik, etnik bir "ideolojinin", etnik bir totaliter aklın eforuyla, "toplumsal" zehirleme yapılıyor..
Tipik bir "narsistçe karakter" hâkimiyeti var..
Enva-i kötülüğün üretimi olan mamulüne de "ötekileştirici libasıyla" kılıf dizayn ettiriliyor olunması, ateşe benzinle söndürmeye gider halde!…
Anlayış "çıkar" odaklı…
Tıpkı, alnı secdeye gitmeyen Zübük gibi…
Namaz kılıyormuş gibi kendisini gösterme hali!…
Biri ilişince, "Yetişin ey ehli iman, namaz kıldırmıyor bu dinsiz imansızlar" diye yaygara koparma çirkefliği.
Biz halka, millete, devlete hükümete "hizmet" ediyoruz, şuu yapıyoruz, bunu ediyoruz propagandasıyla, ama "bunlar engel oluyorlar?" deyip duruyorlar..
Kısacası, Diyarbakır'da müthiş bir "NARSİSTÇE" anlayışın hükümranlığı var…
Onun için de olup-bitene diyorum ki "şaşırmamak" lazım!?.
***
SUÇTA HERKES HEM FİKİR?..
Birkaç "vahşi" kültüre sahip devletin dışında!..
Vaki mi;
İsrail'in faşistliğine,
Katliamlarına,
Devlet terörü icrasına,
İnsanlık suçu işlemesine karşı "destek" çıkışı..
Değil…
Ki, diğer ülkelerin tümü "savaş suçu işlediğinden" hem fikir!…
O İsrail ki..
Filistinlilere barış isteyen "kendi başkanlarını" katledendir!…
Peki bir yaptırım var mı?..
Yok...
***
Ya Hristiyan dünyası… O ki, Kudüs için onca Haçlı Seferleri düzenleyendir…
Bu uğurda binlerce, on binlerce insanı kaybedendir..
Ve bugün, ne gariptir ki Kudüs’ün Yahudi işgaline göz yumuyorlar..
Yani, "bana dokunmayan yılan bin yaşasın" düşüncesindeler.?
Aslında, "zulme rıza göstermektedirler.."
Ki bu durum, zulme ortak olmanın da ötesindedir..
***
Beri yanda İslam dünyası.. Daha bedbaht bir halde..
İslam âleminin tavrı yürek acısı…
Ülkelerin İslam'la" bağları, sadece isimlerinden..
Müslümanlıkları da ‘marka Müslümanlığı..’
Varlıkları, yoklukları meçhul..
Ölü toprağa serilmiş gibi…
Ne Filistin'e,
Ne Kudüs'e,
Ne de İslam coğrafyasına sadra şifa olabilecek bir davranış içerisinde değiller..
Umut bekleyenlerin beklentisi de beyhude!
***
Tek kalıcı çözüm şudur…
Bölgede Müslümanların hakkını ve hukukunu koruyabilecek ölçüde caydırıcılığa sahip büyük bir devletin ortaya çıkmasıdır.
Bunun dışındaki çözümlerle ne Filistinlilerin ne de bölgedeki diğer Müslüman halkların güvenliği tam olarak garanti altına alınmış olacaktır.
Bunu sağlayabilecek tek ülke de..
Hal-i hazırda; TÜRKİYE'dir…
Var mı ötesi?...
***
MUŞ'A GÖRE Z KUŞAĞI KARARI!
Siyasette en çok merak edilen "Z Kuşağı" olası seçimde tavrı ne olur?… Ekseriyetiyle fikirler, "muhalefetten" yana diye beyan ediliyordu.. AK Partili Mustafa Şen "hayır" diyerek, Z kuşağıyla ilgili son anketin verilerini verdi..
Buna göre; AK Parti son olarak 43 ilde 5 bin kişiyle yüz yüze anket yaptırdı. Ankette, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın oy oranı yüzde 51 çıktı.
Şen, yaptırılan anketlerle ilgili "Bütün anketlerde Tayyip Erdoğan, yüzde 50’nin üzerinde oy alıyor ve bütün rakipleri yüzde 50’nin altında kalıyor." dedi.
Mustafa Şen, yapılan anketlerde AK Parti'nin oyunun ise yüzde 40 seviyesinde olduğunu açıkladı.
AK Parti'nin gençlerden uzak kaldığına yönelik eleştirilerin de doğru olmadığı anketlere yansıdı.
Z kuşağında oran yüzde 33
Mustafa Şen, X, Y, Z kuşaklarının parti tercihleriyle ilgili "X ve Y kuşakları, yüzde 38 oranında AK Parti’ye oy veriyor.
Yani partinin toplam oylarının iki puan altında, CHP’nin oylarının 15 puan üstünde. Z kuşağı (en genç seçmen grubu) söz konusu olduğunda AK Parti’ye oy veririm diyen gençlerin oranı yüzde 33. Bu da CHP seçmeninin ortalamasının 10 puan üstünde." ifadelerini kullandı.
***
GÜNÜN SÖZÜ
Zihin fukara olunca akıl ukala olurmuş.