ŞEHİRİÇİ ULAŞIM!
Sanırım;
Cumartesi günüydü!
Sahur vaktine yakın bir zamandı!
Artık gazete baskıya girmiş.
Gececiler de; "toparlanıp" gitme hazırlığında idi.
Bende masamın üzerindeki notları son bir kez gözden geçiriyordum.
Bir gün sonrası için.
Yani "çalışma programı" düzenlemek ve ona göre haber merkezini yönlendirmek.
Diğer taraftan da; gecenin son çayını içiyordum.
Derken bir telefon!
Güvenlikteki personel.
Gazetede gecenin bir saatinden sonra iletişim güvenlikteki personel aracılığıyla yapılıyor.
Eleman sordu; bir okurunuz sizinle konuşmak istiyor.
Gecenin bu vaktinde bir okur nasıl konuşmak ister?
Yoksa başka bir merama sahip biri mi konuşacak?
Bu ikilem içerisinde bağla dedim!
Çünkü bu saatte arayan bir kişinin "anlatacakları" mühim olması gerekir.
Bu kadar acil ve ısrarcı ise; aciliyeti var.
Neyse?
***
Telefonun uçundaki şahsa alo demeden; iyi geceler diyen bir sese cevabım buyrun anlatınız oldu.
Önce sınadı; benim olup-olmadığımı.
Kendimi tanıttım.
İkna olunca, başladı meramını anlatmaya.
Ağzından çıkan; "sözcükler" yaşadıkları ve gün içerisinde yarattığı "stresten" olsa gerek "bi dokun bin ah işit" misali konuştu.
Tabi söylerken; sitemde etti.
"Siz bu kentte yaşamıyor musunuz?" diye!
Okurumun "feryat" ettiği ve sesinin duyulmasını istediği hadise;
24 saat önce yaşadığı bir "trafik kazası."
Meçhul bir kaza!
İsterseniz bundan sonrasını onun ağzından alalım.
Tabi ki; rötuşlayarak!
Çünkü "direk suçlayıcı" ifadeler ağırlıkta olduğu için bir nevi "sansürleyerek" aktarıyorum.
***
"Ben, önemli bir kurumda idareciyim.
Mesai bitiminden sonra, işyerinden çıkıp eşimi aldım.
Eve doğru hareket ederek, Ofis semtine doğru geldim.
Malum;
Mesai bitimi sonrasında kentin trafiği aşırı derecede hareketleniyor.
Altyapı ve yolların yetersizliği; tıkanmalara neden olmaktadır.
Trafikte titiz ve dikkatli olan biri olarak; mümkün olduğunca trafiği yoğun olduğu noktalara girmemeye özen gösteren biriyim.
Ama Ofis semtine inanın aylar sonra girme mecburiyetiyle girdim.
Ofis kavşağından, Askerlik Şubesinin bulunduğu caddeye girip burada kısa süreli alış-veriş yaptıktan sonra; çıkıp Toplu Konuttaki evimize gidecektik.
Ne var ki;
Ofis Ekinciler caddesine girince olan oldu.
Şehiriçi yolcu taşıyan;
Minibüs ile Halk otobüsü yarış içerisinde.
Dikiz aynasından takip ediyorum, eşime seslenerek bunlar üzerimize doğru geliyor dedim.
Tabiri caizse "kaçacak delik" arar oldum.
***
Birden;
Minibüs otobüsü sollayıp geçti.
Tabi geçmesiyle, bizim otomobilin sağ tarafı da gitti.
Ayna kırıldı, ön çamurluk ezildi.
Kazanın şokuna girerken, minibüs sanki hiçbir şey olmamış gibi yoluna devam etti.
Durmadı!
O yoğun trafik akışı içerisinde; minibüs sırra kadem bastı.
Ben ve eşim, kala kaldık.
Şaşkın ve korku içerisinde.
Bir süre etrafa bakındık, yoldan geçenler üşüştü.
Ama yol trafiğe kapandığı için; korna sesleri yükselince.
Zorunlu olarak; aracımıza binip devam ettik.
Ne talihsizliktir ki; "plakayı" alamadım.
Şu an aracın tamiri için; 750 TL masraf ödedim.
Lütfen bunları yazın."*
***
Evet!
Okurumuzun yaşadıklarının özeti bu.
Tabi bu kez sorguluyor;
Bu kentin idarecilerini.
Şehiriçi toplu taşımanın yetkili birimlerini.
Şoförler derneğini.
Büyükşehir Belediyesini!
Bu kentin trafik kurallarını koyan ve uygulayan;
Minibüs ve halk otobüsü sürücüleri mi diye?
Yoksa İl Trafik Şube Müdürlüğü mü?
***
Doğrusu;
Diyarbakır'ın nüfus artışı ve paralelindeki araç sayısındaki yükseliş kentte trafik akışını ciddi manada artırmıştır.
Bu da doğal olarak her büyükşehirde olduğu gibi Diyarbakır'da da çileye dönüşmüş durumda.
Buna bir de;
Sürücülerin keyfiyeti.
Özellikle; toplu taşıma araçlarının bir yolcu elde edebilmek için sergiledikleri indir-bindir esnasındaki manevraları; korkunç.
Zaten; bir süredir aşırı hız ve suistimallerin yoğun olarak yaşandığı Bağlar semtinden tepkiler alıyorduk.
Bir kaç kez de haber konusu oldu. Semt sakinleri yolu trafiğe kapatarak, "keşmekeşliğin" giderilmesi için.
Ki özellikle tepkileri de;
Bağlar-Fakülte güzergâhında çalışan minibüslere yöneltti.
Daha önce de; dile getirmiştim.
Ama hala "aynı tas aynı hamam" misali; aynı keşmekeşlik devam ediyor.
Şu Vedat Dalokay noktasındaki Dağkapı durağı.
Minibüsler bir tarafta.
Halk otobüsleri bir tarafta.
Belediye minibüsleri bir tarafta.
Bir-kaç metrelik yol ve durak; onlarca araç ard arda.
Geç geçebilirsen.
***
Bir de; indir-bindir deki istifleme.
Havaların mevsim normallerinin üzerinde olduğu.
İnsanların ter kokusu.
Bunaltıcı havanın da karışımıyla, toplu taşıt araçlarının tıka-basa doldurulması; tam bir azap olsa gerek.
Evet!
Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Ulaşım Daire Başkanlığı.
Ve Şehiriçi Toplu Taşıma Kooperatifleri.
İl Emniyet Müdürlüğü Trafik Şubesi.
Bu üç kurum; zaman geçirmeden bir masada buluşmalı.
Ve Diyarbakır'ın giderek "çekilmez çileye" dönüşen trafik ve ulaşım sorunlarına çözüm getirmeleri gerekir.
Üstadın bir deyimi var;
Bir kenti kent yapan oradaki yaşam kurallarının nizamıdır.
Eğer "nizamsız" bir yaşam varsa; o kent yaşanılmazdır.
Ne yazık ki; Diyarbakır’ımızda "nizamsızlık" had safhaya ulaşmıştır.
Bakalım; çağrımıza etkili ve yetkili zevat nasıl bir tavır sergileyecek.
***
KÜRT SORUNU MU?
Evet!
Bu ifade CHP Diyarbakır eski Milletvekili Mesut Değer'in kaleme aldığı kitabın başlığı;
"Kürt Sorunu mu?"
Dün ziyarete geldi; kitabı hediye etmek için.
Bugün de;
Güneydoğu Gazeteciler cemiyetinde kitabın tanıtımı yapılacak.
600 sayfalık "Kürt Raporu"nu ihtiva eden kitapla alakalı;
Önümüzdeki günlerde içeriğiyle ilgili sizlerle sohbetim olacak.
Ancak şunu ifade edeyim; "okunması ve üzerinde durulması" gereken bir rapor.
Bölgenin "ekonomik" yapısını istatistiklerle anlatıyor.
Önsözünde şöyle bir ifade yer alıyor;
"Kürt sorununun çözümünde öncelikle bu enkazın onarımı için herkes taşın altına elini koymalıdır.
Ve özellikle de CHP'ye bu sorun karşısında tarihsel bir görev düşmektedir.
Ve CHP'de bu sorunu yerine getirmek için kendi iç dinamiklerini harekete geçirmelidir."
***
Değer!
Sanırım "önsözdeki" bu ifadesiyle; CHP'nin Kürt sorununa bakış açısını da bir nevi sorguluyor.
Çünkü malumunuzdur;
CHP de özellikle "Demokratik" açılım evresinde Kürt meselesine karşı hayli "akla ziyan" bir siyaset benimsedi.
Öyle ki;
MHP'nin misyonunu üstlendi.
Ve statükocu bir anlayışla; gelişim ve değişimi değil "geleneğin vesayetiyle" hareket etti.
Bakalım;
Değer'in CHP'nin hadiseye ilişkin "iç dinamiklerini" harekete geçirmesi gerekir çağrısına Partinin yeni yönetimi nasıl bir politika icra edecek?
Eğer;
Güneydoğu'da yeniden benimsenilmek istiyorsa "şoven ve statükocu" düşünceden CHP'nin arınması gerekir.