ŞİFA SİYASİ BARIŞTA!
Ramazan Oruç'u derken, Bayramı da uğurladık.
Hayrıyla.
Feyzi, rahmet ve bereketiyle sene-i devriye için yolculadık.
Evet, kutlu olsun bayramınız!
Tatil demeyeceğim.
Ama üç günlük Bayram süresi hakikatten; "siyasi gerilime" ilaç gibi geldi.
Üç günlük siyasi suskunluk!
Ahali olarak, Oh be dedirtti diyebilirim.
Ama keşkeleri de, ikmale getirdi "Ah böyle olsaydı" diye
***
Cumhurbaşkanlığı seçimi!
Kaç gün kaldı ki.
Tabiri caizse, "son" viraja girildi.
Gerilimi yüksek!
Hele ki, "Ortadoğu'daki" çatışmalı ortamın gölgesinde olması.
Kanın, gözyaşının, barut ve ateşin koktuğu bir Coğrafya.
Her ne kadar, "bölgede kan akmayı" sürdürdüyse de.
Zihinleri "geren" siyasi polemik açısından Bayram "soluklanma" noktasında iyi geldi.
***
Siyasi iklim!
Ve Köşk seçimiyle; "Yeni bir Türkiye"!
10 Ağustos!
Sandığın "cevabı" ve sonrası "çok şey" değiştirecek!
Yüksel bir gebelik!
Özelliklen de; "Demokrasi" açısından.
Ama bunun ikmali "aktörlerin" olgunluğunda mevcut!
Yoksa değişen bir şey olmaz.
Çünkü "olgunluk" hâkim olursa, kazanım yüksek olur.
Ancak "olgunluk" değil de, "peğazlık" olursa, işte o zaman "kayıp" yıkıcı olur.
***
Demirtaş'ın, diğer adaylara çağrısı vardı.
"Canlı yayında buluşalım" diye!
Özendiğimiz;
Amerika'da ve Avrupa ülkelerinde olduğu gibi.
Olsaydı, ne olurdu derseniz?
Hiç kuşkusuz ki, Türkiye açısından büyük bir kazanım olurdu.
Demokrasi ve Toplumsal birliktelik kazanırdı.
Millet tabiri caizse "kimin ne mal olduğunu" görürdü.
Kim olgun, kim peğaz ortaya çıkardı.
***
Ama nerde o günler?
Ya üç aday "Bayram'da bir araya gelip, kutlama yapsaydı."
El ele verip, "birbirlerinin" elini havaya kaldırsaydı.
İşte Türkiye'nin "Demokrasi" anlayışı bu denilseydi.
Hal-i hazırdaki "siyasi partiler de" bayramlaşabilme, erdemliğini ortaya koyabilseydi.
Salt Ankara'da değil.
Yurdun dört bir yanında bu icra edilmiş olunsaydı.
Sahi; ne olurdu, kazanan ve kaybeden kim olurdu?
Sanmıyorum ki, kaybedeni olaydı, herkes ama herkes "kazanırdı."
Sevinirdi, "işte o zaman" bayram denilirdi?
Ama nerdeeee?
***
Ne var ki, "burunlarının" dikindeler.
Bu gün değil, yıllardır.
Cumhuriyet'in "ilk fotoğrafı" değil de, ikinci fotoğrafının ikmaliyle bugüne kadar gelindi.
Görmüyorlar.
Ya da görüyorlar da, işlerine gelmiyor.
İşte Ortadoğu'daki ülkelerinin hali!
İşte İslam âleminin liderlerinin içerisinde bulunduğu hal.
Hepsi; "hasımane" bir kör taassubun içerisindeler.
Peki, kaotik ortamın kazanan ve kaybedeni kim?
Bakıyorsun ki, akan kan, çekilen acı onların.
Ama kazananlar "onları" kukla gibi oynatanlar.
***
O'nun için;
Türkiye'nin şuan en çok ihtiyaç duyduğu "siyasi barıştır."
"Ölümsüz yaşamın iksiri" gibi.
Muhalefette.
İktidar da; "birbirini" içine sindirmelidir.
Hem içte, hem de dıştan gelen "tehditlerle" birlikte hareket etmeli.
Birbirine kumpas kurarak değil.
Birlikte kumpaslar boşa çıkarmaları gerek.
Yoksa "muhalefet" muhalefet olsun diye.
İktidar da, "iktidar baskısı ve üstünlüğü" olsun diye "hizip" ateşini körüklerse, her daim kaybeden olurlar.
***
Siyasi barışın yokluğundan değil midir?
Derin devlet.
Paralel devlet.
Cemaat.
Ergenekon, Balyoz!
Ya da, 60 ve 80 ihtilaller.
28 Şubat!
Bunların ikmale gelişinin ana etkeni; ülkede "siyasi barışın" olmayışından kaynaklı değil midir?
***
Velhasıl!
Siyaset kurumları ve tabi ki liderleri.
Bağlı olan "düşünce" kuruluşları dâhil.
Hepsi, olgunluk içerisinde; ayrışmalara izin vermeden, birlik ve beraberliğe önem vererek, gerginlik ve çatışmalardan uzak toplumsal barış için adım atmalıdır.
Çünkü Ülke menfaati için bu gereklidir.
***
Eğer ki kendi içimizde birlik olabilirsek!
Şu bir gerçektir ki;
Belirli kesimlerin değil, ülkemizde yaşayan her bireyi önemseyen, her türlü düşünce ve inanca saygılı politikalar üretilirse Türkiye üzerinden "kimse" neşterli planlar üretemez.
Bunu ne içteki uzantı ne de dışarıdakiler yapabilir.
Tüm bunların gerçekleşmesi hayal değil.
Uzak hiç de değil.
Yeter ki ülkemizi, milletimizi karşılıksız siyasilerimizin "oy sevgisiyle" değil, "birey ve insan" olma sevgisiyle, görebilme olgunluğunu gösterebilsin.
***
FOTOĞRAFTAKİ EKSİKLİK!
Ülkenin,
Siyasi fotoğrafını böyle ortaya koyarken!
Peki ya yerelde.
Doğrusu, "hiçte" farklı bir tablo yok.
Zaten denilmez mi; "Balık baştan kokar".
Baş böyle olursa elbette ki, kuyruk ta böyle olur.
Nitekim, Bayramın birinci günü.
Mutat olarak;
Diyarbakır'da Karayolları 9. Bölge Müdürlüğünün sosyal tesisinde "Protokol Bayramlaşması" yapılır.
Ve ilk gün yapıldı.
Hep katılırım, istisnadır, katılmayışım.
***
Kimler vardı, bayramlaşmada ne olduğundan çok, fotoğraftaki eksiklik önem arz edici.
Zaten eksiklikler ortaya çıkınca, var olan kendini hissettirir.
Şöyle ki!
Yerel "yönetimlerden" hiç kimse yoktu!
Ne Eş Başkanlar.
Ne de mensubu oldukları, siyasi parti temsilcileri.
Ve tabi ki, Milletvekilleri dâhil olmak üzere yoktular...
HÜDA-PAR'dan da kimse yoktu.
Diğer partilerden de, düşünce kuruluşlarından da!
STK'lar. Ve SİAD'lar da yoktu.
Diyeceksiniz ki, "olması mı " gerekliydi.
Evet, olmaları gerekliydi.
Çünkü "Siyasi barış" ancak böyle sağlanabilir.
Yoksa "siyasi barış ve siyasi üstünlük" bir zümreye münhasırlıktan öteye gitmez!