SON MEKTUP

'Darbeler' ve vesayetle gelişen ardındaki yıkımlar. Ülkenin ve yaşayanlarında 'çok derin' tahribatlar bırakır.
Çünkü 'tükettiği' zaman dilimi içerisinde; 'silinemez' izler yaratır. Öyle ki; her darbeyle oluşan vesayet bir sonrakinden ağır.
'Gelen gideni aratır' misali. Türkiye olarak 'iç dünyamızı' körelten. Ve sürekli 'gerileme' dönemi yaşatan; 'süreçleri' çok yaşadık.
Ağır bedeller 'ödendi ve ödedik', binlerce 'insan' yargısız infaza kurban gitti.

***

Ne hazindir ki; halen 'böylesi' bir süreci icra edebilenler var. Ve bunun hesabı içerisinde; 'ülkenin iç dünyasını' körükleme anlamında 'hesap peşindeler'. Sürekli 'ateşe benzinle' gidilmekte. Susurluk'tan, Şemdinli'ye, Ergenekon'dan, Diyarbakır'daki 'Yargısız' infazlara kadar.
Ve hepsinin 'ana teması', demokrasiyi 'sekteye' uğratmak. İnsan Hakları, Hukukun Üstünlüğünü ve Sosyal Devleti 'askıya' almak.
'Ben ne düşünürsem o, ben ne söylersem o' diyebilen bir anlayışın, hakimiyet kurması için.

***

Darbeler! Ve süregelen 'vesayet'. Ülke ve toplum yaşamında 'derin' izlere sahiptir. Öyle ya da böyle çok çabuk 'silinecek' izler değildir.
Yıllar geçse de, ömür tükense de, 'geriye dönüp' baktığınızda; 'o kahredici' zamanın travması 'hemen' yüzünüze ve yüreğinize çarpıyor.
Kızgın güneş misali; kahrediyor. 1980 'darbesinin', Diyarbakır Cezaevindeki 'fırtınasını' bilmeyen yok. Yaşanan acılar, kaybedilen 'canlar'.
Bugün bile 'bahsedildiğinde' o tarihin 'düşünebilenleri', 'gözyaşı' döküyor.

***

Kelimelerin 'kifayetsiz', sözcüklerin 'anlam' taşımada yetersiz kaldığı bir 'zaman' ve mekan; Diyarbakır Cezaevi.
'Toplu' kıyımlar mı, 'dehşetengiz' işkenceler mi? Bunlara 'karşı' diri diri yakmalar mı? 'İdam' sehpasına 'sorgusuz sualsiz' götürülenler mi?
'Son istekleri' sorulmadığı gibi yerine getirilmeyenler mi? Silinir mi insanların 'hayat' duvarında.
İşte o izlerden biri önceki gün 'yıllar' sonra konuştu.

***

Tabi konuşan ' son mektup'! 1980 'ihtilalinde' hapse atılan ve 1983 yılında verilen 'idam fermanı' infaz edilen; Mehmet Kanbur.
İdam 'edilmesine' sayılı günler kalırken, eşine yazmış olduğu bir mektup. Ne var ki;
O mektup 'son isteği' olmasına rağmen 'istediği' adrese teslim edilmemiş. Ve üzerinden 26 yıl geçtikten sonra; 'teslim' ediliyor.
Düşünebiliyor musun; 'vurdumduymazlığı'! Ne 'ölüye' ne de geride kalanlara 'saygı' gösterilmediği gibi; 'umursanılmamış'!

***

Suç ve suç normu o gün için 'geçerli'! 'Suçu idamı gerekli kılıyor muydu bilmem'.. Ama 'Asmayıp da beslese miydik' diyen zihniyet 'malum'!
Zaten 26 yıl sonra 'mektubun' sahibine ulaşır olması; duruma resim vermiyor değil. Mektup 'öyle böyle' siyasi bir ifade ve koku içermiyor.
'Ölümüyle' geride kalacak olan Zeynep'e 'metin' olmasını ve 9 yaşındaki 'oğluna' sahip çıkmasını istiyor. Ve tek bir sözcük 'Kahrolsun Faşizm'.
Tabi bir de bu mektubun 'teslimiyeti', ısrarın ve isteğin 'oluşuyla' zorunlu hal almıştır. Bu ısrar ve istek hasıl olmazsa idi belki 26 yıl daha gecikebilirdi.

***

Ne denilebilinir; yazık demekten başka. Ama bir dersi ibret olarak 'algılamalıyız'. Ve bu dersi ibret noktasında millet ve ülke olarak;
'Demokrasiye' sımsıkı sarılmalı ve onu yaşatmalıyız. Çünkü 'en büyük' silah ve en büyük 'destek' onun varlığı ve yaşamasıdır. Eğer bugün; 'vesayetlerini' yeniden kurma planları içerisinde olanlar var ise. Ve bunlara karşı 'hukuk' işlem görüp, senaryolarını 'baltalıyorsa'. Maskelerini 'deşifre' edip, 'adaletin' pençesine teslim edilmişse. Bu tamamen 'sımsıkı sarılmış' olduğumuz Demokrasinin 'suyu hürmetine' naildir.

***

Onun için de en büyük ihtiyacımız ve en büyük silahımız 'var olan' demokrasimize daha bir güç vermektir. O güçlendikçe 'sivil ve milli irade' söz sahibi olur. Aksi taktirde; 'demokrasi' dışı güçler insiyatifi ele alır? Onların da ülkeye ve millete 'neleri reva' göreceğini düşünmek bile korkutuyor.
Zaten geçmişte gördük ve yaşadık.

***

Sonuç itibariyle; 'geçmişte' yaşanan yaşanmıştır. Az önce ifade ettiğim gibi; 'önemli' olan geçmişten ders-i ibret çıkarmaktır.
Zaten bu dersi ibret 'çizelgesindeki' önemli gelişmeden olacak ki; 'devlet ve toplum' düzeninde 'demokrasi' anlamında önemli bir çark işleyişi var.
Kısacası 'Demokratik Hukuk Devleti'nin işleyişi bir hayli ciddi ve hassasiyetle icra edilmekte. Ve her geçen gün de 'çıta' yükseklere doğru yol almakta.
Tabi bu demek değildir ki, 'statükonun' tamamen yok olup-bertaraf edildiği. Halen 'ayak diretmiyor' değil.

***

Susurluk'un 'aydınlanmaması'. Şemdinli'nin 'kör-topal' bırakılması. Güneydoğu'nun 'karanlık' yüzüne ışık tutulmaması.
Ergenekon Davası'nın 'çökertilmeye' çalışılması. 'Demoklesin kılıcı gibi' vesayete dayalı rejimin 'varlık' icra edebilmesine 'çalışılması' boşuna değil.
Öyle ki 'her' fırsatı 'değerlendirmek', her kozu sonuna kadar 'kullanma' gayreti içerisindedirler.
Düşünmek bile istemiyorum. Ama ne yazık ki; 'insanın' beyninde kuşku geliştirmiyor değil.

***

Demokrasiyi 'güçlendirme' adına 'Darbeci anlayışı' deşifre eden, Hakim ve Savcılar. Güneydoğu'nun 'faili meçhul cinayetlerini' gün ışığına çıkarma çabası içerisinde olan yine Hakim ve Savcılar. Düşünebiliyor musun, 'onlarca faili meçhul cinayetten' sorumlu tutulan tutuklu Albay Cemal Temizöz'e 9 kez müebbet hapis cezası isteyen; 'iddianameyi' hazırlayan da yine Hakim ve Savcı.  Ve 11 Eylül'de ilk duruşması yapılacak olan mahkemede yine 'hüküm verecek' Hakim ve Savcı.. Bugün ne hazindir ki 'onların' mesleğini icra edenler onlara 'ceza' kesmenin hesabı içerisinde dayatıyor.

***

Yani; 'geçmişte' yapılan 'dayatmalar' gibi. Yeni dayatmalara 'hamle' geliştiriliyor. Dedim ya; 'dünü' unutmamamız gerekiyor.
Ve ondan dersi ibret almamız lazım. Demokrasinin 'daha güçlenmesi' için. Hukukun üstünlük 'çıtasını' daha bir yükseltebilmek için.
Sosyal Hukuk Devleti 'olabilmemiz' için. Vesayetleri değil, 'devlet adam öldürmez' zihniyetini savunanlar değil.
Bir dönemi 'karanlıkta' bırakıp rapor ve dosyaları rafa kaldırmak için değil. Şeffaf, temiz ve her şeyin 'aleni' olabilmesi için; 'demokrasiye' sımsıkı sarılmalı ve bayrağını 'sürekli' dalgalandırmalıyız. Dünü unutmadan!