SORUMLULUK VE SORUMSUZLUK

Öyle mi; Yani darbe mi yapacaksınız?

Yok ya!

Kim demiş; 'bu darbeyi' yapacağınızı!

Yok öyle. O artık eskidendi. Mazide kaldı 'bu emeller'.

Her 'aklına' esen, 'bu haltı' yeme dönemi bitti.

Türkiye 'kurtuluş' trendine girdi.

Normalleşme süreci ciddi bir performans içerisinde.

Halkta 'gerçeklerin' farkında.

Olup-biteni görüyor, duyuyor ve yaşıyor.

Hadiselere 'at gözlüğüyle' bakılmıyor.

Objektifler 'geniş' açı.

Geçmişteki 'vesayet' anlayışının 'ardından' gelmediği gibi; Prim de vermiyor.

Her ne kadar 'çanak' tutucular hasıl ise de; zihniyetin devamı için "uğraş' verenler vaki ise de;

Dövdükleri 'havanda' su misali.

Onun için de;

Bu saatten sonra hiçbir güç 'milli iradeyi' kendi vesayeti altına alamaz.

***

Ha eski zaman ve eski zihniyetin üretkenleri 'olsa idi' amenna.

Dedikleri 'dedik' olurdu. Ama artık 'öyle' değil.

Bakınız!

O günlerden bir hatıra.

Dün Hasan Cemal 'sanki bugün için' ağzımdan lafı alırcasına kaleme dökmüş.

Hem de, 'şu hadiseleri' deşifre etmesiyle rüştünü ispat etmiş olan Taraf'ın

Manşet 'başlığını' yazısına kullanarak.

'Ne Yani darbe mi yapacaksınız?'.

Türk Silahlı Kuvvetleri'nin bünyesine sızan. Ve toplumla-askerin arasını açan.

İcraatlarıyla 'sürekli' tepki körükleyen, o günün 'bazı' isimlerinden söz ediyor.

Özellikle 28 Şubat'tan bahsederek.

Ülkenin ve milletin 'vesayeti' kimin elinde diye hatırlatıyor!

Hatırlarsanız;

O dönemde yani 1990'lı yılların sonunda 'Koalisyonlu' hükümet iktidarda idi.

Başbakan da Necmettin Erbakan!

***

28 Şubat'ın 'en yürek' yakan hadisesi, o dönemde icra edilmişti.

Erzurum Jandarma Bölge Komutanı Tuğgeneral Osman Özbek idi.

Bugün nerde olduğu meçhul.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti Başbakanı Erbakan için, 'ağza' alınmayacak şekilde küfürler sıralamıştı.

Hem de 'kameralar' karşısında.

Kavgada bile söylenmeyecek küfrü söylemişti;

'Pezevenk' diye!

Peki!

Bu küfre karşı ne yapıldı. Siyasal iktidarın bir yaptırımı, ya da Genelkurmay'ın bir itirazı.

Hayır. Hiç bir şey yapılmadığı gibi; Cevap dahi verilmedi.

Başbakan'ın 'kılı' bile kıpırdamadı. Suspus kesildi.

Her ne kadar; Ankara'nın siyasi havasında 7 şiddetinde deprem 'yarattıysa da'.

Sarsıntısı 'salt' hükümetin kendisinde oldu. Yani kaybıyla kaldı.

İktidar ama muktedir olmayan siyasal düşünce 'küfrü midesine indirdi'!

Hatay'da bir Astsubay'ın 'söyledikleri' vardı.

O da hadiseye 'tuz-biber' oldu.

Ama nafile! Ne oldu; Yüksek Askeri Şura bir dönem sonra 'terfi' verdi.

Osman Özbek 'Tümgeneral' oldu.

Yani küfrün mükâfatı rütbe oldu.

***

Hasan Cemal bugün için de soruyor!

Peki, bugün yaşanıyor mu?

Ne yazık ki;

O dönemin 'kalıntıları' hala vuku bulmaktadır.

Nitekim Erdek Deniz Üssü'nde 'Garnizon' parolası da Özbek'in 'küfrüne' özgü idi.

'Adi-Başbakan'.

Sonuç!

Lakin geçmişteki gibi 'suspus' kesilmedi.

Yani 'eski tas-eski hamam' devri yaşatılmadı.

O sözün sahibi gözaltına alındı?

Yargı önüne çıkarıldı ve 'dün' itibariyle tutuklanarak cezaevine konuldu.

Bu da şunu gösteriyor Türkiye 'normalleşiyor'.

Çıkmaz 'sokaklara' ve dar kalıpların içerisine 'sokulan' nizamlar 'zincirini' kırıyor.

Tabi burda 'önemli' olan zihniyet!

Ve o zihniyetin 'körükleyicilerinin' dünya anlayışları.

***

Bakınız bu konuda ustadın derin bir tespiti var.

Şöyle diyor:

Bu zihniyeti taşıyan, kendi dünyasında böyle yetiştirilen asker kişiler, toplumdan kendilerini tecrit ederek, kendi mahfellerinde ya da fildişi kulelerinde yaşıyorlar.

Bu onları gerçek hayattan koparıyor.

Bu kopukluk, askerin siyasal ve toplumsal gerçeklerle arasına büyük mesafe koyuyor.

Bu mesafe de, askerin memlekette ne olup bittiğini anlamasını zorlaştırıyor.

Bu nedenle de, asker ne zaman tankıyla topuyla siyasete yön vermek istese, ülkede bir şeyleri daha beter bozuyor, kendisi de hayal kırıklığına uğruyor.

Ama hayal kırıklığına uğradıkça, değişen fazla bir şey olmuyor, kendi kötü alışkanlıklarından bir türlü vazgeçmiyor, vazgeçemiyor.

***

27 Mayıs’ta böyle oldu.

Tasfiye ettiği, liderlerini astığı siyasal hareket, ilk seçimde iktidara geri döndü.

12 Mart da, 12 Eylül de farklı olmadı.

Darbeyle yok etmek istediği siyasal kadrolar yine seçim sandığından çıktılar.

Kürt sorunu daha beter derinleşti.

28 Şubat’ta belki çok daha büyük bir hayal kırıklığı yaşadı asker.

Bir hükümeti devirdi, partisini kapattı, Tayyip Erdoğan’ı hapse atıp siyaset yasağı koydu, irtica diyerek dindarlara, Müslümanlara baskı yaptı ama sonuç...

Yine akıllanmadı asker.

27 Nisan’da muhtıra verdi ama bu kez yüzde 47 ile halkın muhtırası geldi.

Erdoğan’la partisi iktidar oldu.

***

Yani özetle ifade edilirse.

Şunu yazın bir kenara:

Hep aynı şeyi yapıp farklı sonuç bekleyen adama akıllı adam denilmez.

Lütfen bırakın, siyaset kendi mecrasında aksın.

Doğru yol ancak böyle bulunur.

Demokrasi ve hukuk yolu ancak böyle açılır.

Bir de; 'geçmişin vesayet anlayışını' körükleyenlere söylenecek bir söz var.

Önceki günden buyana 'pusuya' yatmışlardı.

'Or'lar uyumadı. Işıklar sönmedi.

Bugün Üçlü zirvede 'Yumruk' masaya vurularak.

Beklentisi içerisinde olanların 'emelleri' kursaklarında kaldı.

Gül, Erdoğan ve Başbuğ'un 'üç saatlik' toplantısında çıkan;

'Sorumluluk' oldu.

***

İşte aslında her şeyin özü bu sözde yatmaktadır.

Türkiye'de;

Ordu da,

Yargı da

Siyasal iktidar da,

Hükümet te,

Medya da

Ve halk'ın kendisi.

Üstlendiği görevde 'sorumluluk' bilinciyle hareket ederse.

Ve olup-bitenleri 'sağduyu' mecrasında değerlendirirse.

'Vesayet' hiç bir zaman 'sorumsuzların' eline geçmeyeceği gibi.

Türkiye 'öz' benliğinde, Ortadoğu'da değil, kapısını aşındırmaya çalıştığımız Avrupa'dan değil.

Dünya'nın 'istemi ve şiarı' olabilecek ülke olur.

Yeter ki; 'sorumluluk' sorumsuzlaşmasın.