ÜÇ ÖĞRENCİYE ÜÇ KURŞUN!

Toplumsal bir dengesizlikten midir;
Yoksa keyfi bir maceraperestlikten midir;
Veya zorunluluk hasıl olan bir hayatın cenderesinde midir;
Bilemiyorum.
Duruma da akıl sır erdirmek mümkün değil.
Erdiremiyorum da!
Lakin bildiğim ve gördüğüm ahali olarak "eli silahlı" ve sopalı olmamızdır.
Çünkü öylesine değişik bir yapıdayız ki;
Sevinçte, tasada, acıda, şiddette, kavgada; hedef gözetmeden;
Sarılıyoruz silaha.
Sarılıyoruz sopaya, bıçağa.
Olup-bitenin sonucunu dahi düşünmeden;
Saydırıyoruz mermileri.
Sallıyoruz darbeleri. Vuruyoruz sopayı.
Hedef gözetmeden.
Kimdir, nedir, niyedir, sebebi mucibesi nedir?
Sormuyoruz.
Önemli de değil diyoruz(!).
Önemli olan "silahın" elde; mermilerin de "şarjörde" olmasıdır.
İşte böylesine bir "ruh" haline sahip olduk.
Burnumuzdan soluyoruz.

***

Yazık. Hem de çok yazık.
Konuşamayan, tartışamayan, sevinemeyen, uzlaşamayan bir toplum olduk gitti.
Çünkü sevincimizi de, kavgamızı da, tartışmamızı da "kabahat" noktasında icra ediyoruz.
Konuşmanın yerine küfrü,
Tartışmanın yerine kavgayı,
Uzlaşmanın yerine, hizipleşmeyi.
Sevinmenin yerine sevimsizliği yeğliyoruz.
Ve hepsini de; bir güzel "körüklüyoruz".
Mevzuunun iliklerine kadar.
Ne yazık ki; her şeyin de "aşırısına" gideniz.

***

Silaha düşkünlüğümüzün faturasına bakıyorum.
Resmi istatistiklerin verileri ışığında.
Ateşli silahlarla işlenen "suçlar" ilk basamakta.
Kayıtlara geçen vakalardan her ikisinden biri "silahla" icra edilmiş.
Demek ki; her iki olaydan birinde "silah" kullanılmış.
Şimdi böyle bir tabloda; silah ruhsatlı olsa ne yazar, olmazsa ne yazar?

Dedim ya; eli silahlı ahali olduk.
Asıl değinmek istediğim konu;
Önceki gün Ofis Semtindeki Cumhuriyet Lisesi"nde yaşanan; "yaralama" vakası.
Okudunuz mu, okumadınız mı bilemiyorum.
Gazete ve televizyonlara yansıdı.
Bütünlemeye kalmış üç öğrencinin "okul" güvenliğinden sorumlu hademe tarafından silahla vurularak yaraladığına ilişkin.
Evet. Üç yaralı öğrenci.
Nedendir, niçindir, niyedir; belli değil.
Herkes kendince duruma bir şeyler "yumurtluyor"!
Tabi; mevzuya karşı kimse "yoğurdum" ekşidir demiyor.
Demesi de beklenilmez.

***

Lakin kafamı kurcalayan; "mevzuu"nun perde arkası.
Yani; buzdağının öteki yüzü.
Bu konuyla alakalı; bir-kaç telefon aldım.
Hatta Mersin'den tanıdık bir "Eğitimci" bile aradı.
Durumu yakından bilen biri olarak.
Yaşanan "vakanın" iç yüzüyle alakalı konuştu.
Vaka büyük olasılıkla; yargıya intikal etmiş durumda.
Onun için de; "detayı" aktarmak olmaz.
Ancak; kafamı kurcalayan bir kaç soru var.
Cevap bulması gerekiyor.
Çünkü kamu vicdanı noktasında; birilerinin duruma açıklık getirmesi gerekir.
Ki hem kafamı kurcalayan sorular cevap bulsun, hem de kamuoyu vicdanı rahatlasın.

***

Soruları şöyle sıralarsak.
Geçtiğimiz yıldan bütünlemeye kalmış olan üç öğrenci; o an için okulda ne işleri vardı?
Okul idaresiyle görüşmeye mi, yoksa başka bir mevzuu için mi gelmişlerdi?
Eğer sadece okul idaresiyle görüşmeye gelmişlerse.
Ve bütünlemeye katılmak için kayıt yaptıracaklarsa; Okul Hademesi tarafından "engellenecek" durumları neydi?
Ne oldu ki, silahı nerden getirdiği meçhul olan Okul Hademesi silaha davranıp, üçüne de kurşun yağdırıyor.
Birini penisinden, diğer ikisini de bacağından "vurmanın" anlamı neydi?
Birer kurşun niye?
Olayın cereyan ettiği esnada okulda hademe ve öğrencilerin dışında başka kimse yok muydu?
Okul idaresi ve öğretmenler "duruma" neden müdahale etmedi?
Aslında sıralanacak çok soru var.
Cevap istediğim soruların; az-çok cevabı belli.
Ama bir soru var ki; o cevap bulursa; "düğüm" çözümlenir.
Silahın o gün için neden, hademenin üzerinde olduğu?
Ya da; üç öğrenciye neden birer kurşun sıkıldığı.

***
Olayın zanlısı olan Hademe ile Okul İdarecileri arasında "kan bağı" var mı?
Çünkü bir iddiaya göre; öğrenciler daha önce Okul idaresiyle "görüşmüşler".
Buradan çıkan husumetten miydi, kurşunlandılar.
Diyelim ki, bundan oldu.
Diyelim ki, öğrenciler psikopattı. (Psikopat olan bütünlemeye devam etmek için ısrarcı olur mu. Bir an önce, lise diplomasını almak için, okul kapısına gider mi?)
Diyelim ki, küfür ettiler.
Diyelim ki, kavga için geldiler.
Silahla karşılık görmeleri gerekir miydi?
Polis varken, karakol varken. Disiplin varken, idareye haber vermek varken..
Ne diyelim.
Aslında; suçlu ne o öğrencilere silahla ateş eden hademe.
Ne de ruhsatsız silahı belinde taşıyanda.
Ne de; kurşunlara hedef olan öğrencilerde?
Zaten benim burada "kimseyi" yargılamak, ya da suçlu gösterme gibi bir niyetim yok..
Olmaz da..
Tek gayem var; o da "toplumun" eli silahlı olmasını engellemek..
Tek gayem var; insanların sorunlarını şiddetle değil, konuşarak, uzlaşarak çözmeleri..
Tek gayem var; barışın, sevginin, kardeşliğin hakimiyet kazanması..
Tek gayem var, körelmiş beyinleri ve vicdanları bertaraf etmek..
Konuşan, koklaşan, uzlaşan bir ahali olmaktır..
Onun için de; diyorum ki tek suçlu vardır o da cehalet..
Ve bu cehaleti topluma enjekte eden; Cumhuriyet Lisesi'nden çıkan atmosferdir.
***
Gelelim "magandalığa"!
Özellikle sevinci "gözyaşına" boğanlar için.
İşte son yaşanan Milli Takım ile Çek Cumhuriyeti arasında oynanan maç sonrasındaki; "magandalık" durumu.
Sevincin bilânçosu; 1 ölü, 6 yaralı.
Hıncal Uluç "sevincin" acı faturasını dün kaleme almış.
"İnşallah eleniriz" diye başlık attığı yazısında şöyle diyor.
"-İNANIN fena halde böyle diyesim geliyor. Hatta çıkıp duaya çağırasım geliyor, mahalleyi..
Bu kahrolası Allah'ın belaları yüzünden, hem de ulusça en ihtiyaç duyduğumuz günlerde zafere lanet edip, yenilgi dilenesim geliyor..
Hep aynı hikâye.. Hep aynı trajedi..
Bir futbol maçı kazandık mı patlayan tabancalar ve durup dururken ölen masumlar..
Çek maçı biterken, Sevgili spiker kardeşim Melih sevinç çığlıkları atma yerine öğüt veriyordu başımıza gelecekleri bildiği için.. "Sakın silaha sarılmayın, sakın şarjör boşaltmayın.. Masumları öldürmeyin" diye..
Ama sarıldılar.. Cinsel iktidarsızlıklarını, eksik erkekliklerini saklamak için her fırsatta silaha sarılanlar, güya havaya saydırdıkları kurşunlarla gene, zaferi kana boyadılar.
Yığınla yaralı var.. 12 yaşındaki İzel şimdi yoğun bakımda yaşam savaşı veriyor. Çıkar mı belli değil.. Çıksa bir daha sağlıklı olur mu belli değil?..
Söyler misiniz, dünyada hangi maçı kazanmak buna değer?.
İnsan canından kıymetli bir şey var mı?. O canın bedeli var mı?."
Usta yazar böyle diyor..
Güzel de diyor.
Hayırlı cumalar.