UCUNDAN SIMSIKI TUTMALIYIZ!

Öyle ya; haftanın ilk günündeyiz! Doğal olarak da; 'yeni mevzularla' alakalı hasb-i hal etmek lazım.
Malum! Her yeni bir gün, yeni bir hafta, yeni bir ay, yeni bir yıl 'ter-ü taze' bir başlangıç, olarak görülür.
Umutların 'yeşermesi', isteklerin itibar görmesi, beklentilerin cevap bulması anlamında; 'bir umut' denir.
Boşuna dememişler; 'Her yağmurdan sonra güneş doğar' diye! Ama ne var ki; Türkiye dokusu itibariyle 'öyle' bir yapıya sahip değil.
Bazen 'değişiyor! Bazen de; 'beklenmedik' yerde umutları; 'yeniden' şaha kaldırıyor. Kimi zaman da; 'darmadağın' ediyor.

***

Ve O umutlar ve beklentiler 'daha fidan' olmadan, filizli haliyle 'topraktan' çekiliyor.
İşlevsiz, samimiyetten uzak, derin ve çıkmazlar üreten bir 'çizgiyle', umutlar ve başlangıçlar 'tökezlenmeye' başlıyor!
Dikkat edin! Türkiye mevcut 'ağır ve yılların sarktığı' hadiselerinin çözümünde 'hamle' geliştirdiğinde; güneş doğar.
Herkeste bir umut filizlenir; 'hadisenin' çözüme kavuşacağına ve bir daha tekrar edilmeyeceğine ilişkin.
Üzerinde de ciddi bir şekilde 'tartışma' geliştirilir ve bir noktaya geldiğinde herkeste önemli bir kanı oluşur.

***

'Bu kez geri dönüş yok' diye! Ama bir noktaya gelindiğinde farklı bir durum hasıl oluyor.
Duvara toslanmış misali; 'her şey' altüst oluyor. 'Kaş yapalım derken, göz çıkarma' misali.
İşte 'Kürt Açılımı’nda böylesi bir cenderenin içerisinde; 'umuttan' kaosa sürüklendi.
Bundan iki hafta önceki atmosferi hatırlayalım. Toplumsal ölçekte nasıl bir rüzgâr esiyordu.
Bir umut, bir coşku, bir beklenti, sevgi ve kardeşlik, gönülleri okşayan bir rüzgâr esmiyor muydu?

***

Yarım asrı bulan 'kanlı ve silahlı' ortam bitiyor? Dağdakiler 'şehre-ovaya' iniyor, devlet onlara kucak açıyor.
Varlıkları 'inkâr' edilen Kürtlerin 'talepleri' istekleri ve varlıkları kabul ediliyor. Belli güçlerin 'askıya' aldıkları;
Demokrasi, İnsan Hakları, Hukuk ve Adalet toplumsal 'içtimada' eşitliğe iniyor. Kimlik kavgası ve ötekileşme son buluyor.
Siyasal iktidardan, sivil toplum örgütlerine, devletin 'olamaz diye düşünülen' kurumları dahi; filizlenen umutlara su oldu.
Rüzgârın esintisi dehşetli bir umut veriyordu bu kez 'Şeytanın bacağı' kırılacak ve sonuca gidilecek diye.

***

Sonrası malum! Duvara toslanmış misali; şaşkınlık, endişe, korku ve umutsuzluk. Şiddet, kavga, kan, silah ve gözyaşı 'işbaşı' yaptı.
Bir anda ibre 'imha' ve çözümsüzlük politikasına döndü. Tabi durumun hasıl olmasında, hamleye 'çelmede' kabahatler; taraflıysa da.
Özü itibariyle; 'kaş yapalım derken göz çıkardık'! Ve bugün; 'çıkmaz' sokak misali! Tabi bu 'çarpık ve çıkılmaz' durumu görmeyen yok.
Ancak ne hikmetse; 'söz sahibi' olabilecek, sorunun bir parçası 'olduğu' savıyla hareket edenler 'olup-biteni' çıplak gözle görmüyor.
Ya da görmek istemiyor! Ne DTP, Ne PKK! Ve ne ilk günden beri 'ateşe benzinle' giden; MHP ve CHP.
Ve ne de; iktidar olma noktasında 'eleştirilerin' odağında olan AK Parti. Özellikle 'vaziyeti' idare etmede; 'güçlü' değil.

***

Onun için diyorum ki boşuna dememişler 'Her yağmurdan sonra güneş doğar' diye! Eğer yeniden 'umutları' filizlemek istiyorsak.
Herkesin 'değişmesi' gerekiyor. Özellikle de; DTP ve PKK. MHP ve CHP'nin yansıra AK Parti iktidarı da.
Kimse 'kışkırtıcı' söylemlerde bulunmamalı. Hele birbirlerine karşı; 'aba altından' sopa gösterici tehditler savurmamalı.
'Üstünlük' kurma ya da durumdan 'siyasi vazife' ve kurtarıcılık pozisyonu geliştirme gibi; 'itici' politika üretmemeli.
Sakinleştirici, sağduyulu, 'kabul' edici, olmalı. Ve bilinmelidir ki; 'dediğim dedik, kestiğim kestik, astığım astık' politikası 'çözümsüzlüktür'.

***

Yılların hadisesi elbette ki 'ha' denince; bitecek değil. Ama 'ha' sözünü ve hamlesini 'samimiyet' ve değişim üzerine kurgularsan.
İşte o zaman; 'çözümün' ucundan sımsıkı tutmuş olursun. Zaten en büyük sıkıntımız da; 'işin' ucundan sıkı sıkıya tutmayışımızdır.
Tutmadığımız içindir ki; elden kayınca her şey 'sil baştan' daha bir karmaşık hal alıyor.
Mevlana boşuna dememiştir;
"Dikenden gül bitiren, kışı da bahar haline döndürür. Selviyi hür bir halde yücelten, kederi de sevinç haline sokabilir"

***

VE DOMUZ GRİBİYLE ALAKALI ÖNLEMLER?

Domuz gribi! Sonunda söylendiği gibi oldu; virüs salgına dönüştü. Şimdi; virüs her kapının önünde, aşındırıyor içeri girmeye.
Birilerine bulaşabilmek için! Zaten son günlerde performansını görüyoruz; her yerde. Vaka sayısı şuan için bin 500 civarında.
Ölenlerin sayısı da; dün itibariyle 4'e çıktı. Yeni ölümler de bu gidişatla kaçınılmaz. Korku ve panik hâkim!
Bugün itibariyle Sağlık Bakanlığı 'aşılamaya' start verecek. Evet! Aşıyla alakalı ciddi spekülasyonlar var. Kafalar karışık.
Doktorların açıklamalarına göre domuz gribi aşısı mutlaka olunmalı. Fakat bu gidişata göre polemik kısa süre içerisinde biteceğe de benzemiyor.

***

Grip aşıları üzerinde yapılan testler, denemeler ve 'virüsü' yeniden güçlü bir şekilde 'ortaya çıkarabileceğine' ilişkin iddialar.
Bu noktada her gün yeni bir görüş, farklı bir açıklama yapılıyor.  Vatandaşların karamsar davranışları ve grip aşısına olan yaklaşımları değişik.
Durumun hangi yönde seyredeceğini kestirmek şuan için zor; ama görüntü ve söylenenler hiç te 'yabana' atılacak durum değil.
Bakalım; 'ilgi ve alaka' nasıl olacak? Tabi sonrası da önemli. Diyarbakır'da da ilk aşıyı bugün Sağlık İl Müdürü 'kendisine' uygulayarak başlatacak.
Haydi, hayırlısı diyelim. Peki; vaka sayısı 56'ya çıkan ve 'ölüm' veren, okulları 7 gün süreyle tatil eden Diyarbakır'da bu virüse karşı 'alınan' tedbirler.
Bunlar yeterli mi?

***

Maalesef evet diyemiyorum. Çünkü bize gelen bilgilere göre; virüse karşı tatmin edici tedbirler zinciri icra edilmiş değil.
Özellikle kurumsal noktada büyük bir ilgisizlik var. Bu kadar 'ölümcül' olan ve üzerinde fırtınalar koparılan 'virüse' karşı;
Okulların hiçbiri 'dezenfekte' edilmiş değil. Ne hastaneler, ne resmi daireler, ne de halkın yoğun olarak bulunduğu mekânlar.
İlaçlama yapılmış değil? 
Büyükşehir Belediyesi'nin, 'Cuma' günü Camileri ilaçladığını haber aldık. Ve halka yönelik 'bilgilendirme' broşürlerini dağıttığını biliyoruz.
Onun ötesinde; bir önlem yok! 

***

Nedendir bilinmez! Ama bilinen gerçekte şudur; 'Sağlık' ihmale gelmez.
En küçük ihmali 'ölümdür'! Nitekim Domuz Gribine kurban verdiğimiz Beşire Bozkurt'un 'ölümüyle' alakalı; ailesinin 'ithamı' var.
'Bozkurt ayağıyla hastaneye geldi, cenazesi bize verildi'!

***

ŞÜPHELİ ASKER ÖLÜMLERİ?

Dün ANF'de bir haber okurum. 'Şüpheli Askerlerin Ölümleri' arttı diye!
‘Kaza kurşunu’, ‘intihar etti’ ‘nöbette arkadaşı vurdu’, ‘yıldırım çarptı’, ‘yüksekten düştü’, ‘yılan soktu’ denilerek yaşamını yitiren askerler.
Son olarak Gaziantep'te askerlik yapan Şanlıurfalı İbrahim Demir koğuş arkadaşı tarafından öldürüldü.
Geçen hafta Trabzon’da askerliğini yapan Diyarbakırlı asker Mustafa Mutlu'nun kendi silahından çıkan kurşun sonucu öldüğü açıklanmıştı.
4 aylık asker Mutlu’nun ölümüyle ilgili soruşturma sürüyor.

***

Temmuz ayında Yalova’da askerlik yapan Batman nüfuslu Sait Özdemir’in kafasına 6 kurşun sıkarak ‘intihar’ ettiği ileri sürülmüştü.
20 Haziran günü ise Elazığ’ın Karakoçan İlçesi’nde Midyat nüfusuna kayıtlı Serdar Kurt nöbet değişimi sırasında meydana gelen bir olayda yaşamını yitirmişti. Kurt’un ‘kaza’ sonucu göğsüne kurşun isabet etmesi sonucu yaşamını yitirdiği iddia edildi.
4 Ekim tarihinde de Muş Varto doğumlu Erol Bingöl'ün Şırnak'ın merkez Gömeç ve Güneyce köyleri arasındaki bölgede konuşlu askeri birlikte meydana gelen silah kazası sonucu öldüğü açıklandı.

***

Yine Hakkari'nin Yüksekova ilçesinde askerliğini yapan Mersin doğumlu Cemal Önal’ın da ‘kaza kurşunu’ sonucu öldüğü ileri sürülmüştü.
Tunceli Sarıtaş Karakolu'nda 6 Ekim günü 5 aylık asker olan Murat Oktay Can’ın da karakolda intihar ettiği bildirilmişti.
Yani vaka sayısı bir hayli fazla. Bu kadar sıkça 'intihar ve kazaya dayalı' ölümler; insanda kuşku geliştirmiyor değil.
Hele bir de; 'tatmin edici' bir yanıt ve cevap gelmez ise.

***

Bir de bu alanda uzmanlaşmış, sivil ve tarafsız bir örgüt yok. Yani 'araştırıp' sonuç alacak? Gerçekten intihar mı, yoksa cinayet mi?
Kaza mı, kasıt mı? Olmadığı için de; insanda binlerce 'düşünce' ve ihtimal hasıl oluyor.
Meclis’te soru önergelerine konu olan şüpheli asker ölümleriyle alakalı; özellikle Meclis İnsan Hakları Komisyonunun 'eğilmesi' gerekir.
Tabi diğer alanda; 'Yargı'da şüpheli durumları araştırmalı.
Aksi taktirde; telafisi mümkün olmayan 'hadiselere' gebe olur ki. Şu anda ciddi bir şekilde; ölümlerle alakalı 'spekülasyonlar' yapılmıyor değil.